Kendinize Gelin
Ülkenin bölünmezliği ve birliği, devletin bölünmezliği ve bütünlüğü... Bunlar açıkça savunuluyor, aleyhinde de açık bir şey söylenmiyor pek. Milletin birliği ve bütünlüğü konusunda söylenenler nedir? Unutmayalım, diğerleri buna bağlıdır. Milletin birliği ve bütünlüğü güçlü olacaktır ki; ülkenin ve devletin birliği ve bütünlüğü korunabilsin. Esas olan, asıl olan, milletin birliği ve bütünlüğüdür. Gelin görün ki, asıl ihmal edilen orasıdır.
Biz ilmi ve fikri seviyede bölücülük meselesine kafa yorarken terör belası, bunlara ‘özgürlük’ adına sahiplenenlerin hezeyanları, sorumlu, etkili ve yetkili zevatın terörle birlikte ülkesini kötüleyip dış şer güçlerinin sözcülüklerini yapar hale gelmeleri, bizim de bu hususlara temas etmemizi lüzumlu kıldı. Bunlara da şu soruları sormak istiyorum.
Duruşunla, bakışınla, genel tavırlarınla halini belli et ve PKK ile mücadele edenlere bu yoldan yardımcı ol. Onu da yapmıyorsun. O halde sen bu terörü, örtülü örtüsüz, dolaylı dolaysız, bir biçimde destekliyorsun. Delil, senin kendi fotoğrafın! Sen, bizatihi delilsin! Belgeye ihtiyaç yok ki. Portren, rengin, mimiklerin, sesin, yürüyüşün, duruşun, bakışın; hepsi delil! ‘Bedâhatin delalete ihtiyacı yoktur’ sözü ne güzel söz. Apaçık olanın, varlığının ispatına da izahına da ihtiyacı olmaz.
Dindar, milliyetçi, muhafazakâr olarak bilinen siyasiler bile (hem de sağ kitlenin önemli partilerin liderleri) PKK gibi katliamları yapan, şefkatsiz/merhametsiz, zalimlerin siyasi temsilcileri ile ortak hareket edebiliyorlar. Hapiste bulunan liderlerinin yazdıklarının (kitap denmez paçavranın) reklamını yapma, ona serbestlik tanıma alçaklığına bile düşülebiliyor.
Kürt kardeşlerimizle hiç ilgileri olmadığı halde (etnik bakımdan Ermeni, Yahudi, yaşayışları, çocukların yurt dışında okutacak kadar da zenginler, nüfuzlular) tükürülecek bu yaratıklara itibar, ziyaret, vs. sonra da ‘birlik beraberlik’ konuşmaları!
Millet, milleti millet yapan değerler birlik ve beraberliği sağlar. Bu değerlere önem verilseydi ve onların sosyal hayatımızı yönlendirmesi sağlansaydı böyle mi olurdu? Utanmadan güzelim ‘millet’ kelimesini bile kirletiyorlar. ‘Millet ittifakı’ diyerek…
Türk milleti, etnik farkları kaynaştırıp ölümsüzleştiren manevileşmiş tarihi varlığıyla bir bütündür. Türk Milleti Müslüman’dır. Dinini kaybedince milli özelliklerinin bütününü kaybeden ve milliyeti ile maneviyatı birbirinden ayrılmaz hale gelmiş bir millettir. Türkiye’de Müslüman azınlık yoktur. ‘Türk’ kelimesi, milli planda, bir ırkın değil, ırkını manevileştirmiş bir millete mensubiyetin adıdır. Türkiye, Türk Milletinin anavatanıdır. Din-dil-tarih şuuru milli sıhhatin teminatıdır. Millet olmak; manevi, tarihi ve idealist bir gönül beraberliği içinde bulunmaktır. Bir kafatası meselesi değildir. Millet, yaşayan nüfustan da ibaret değildir. Yaşayan nüfusun muayyen bir değişim dönemindeki keyfiyeti ile sınırlı değildir.
Türk Milleti, Selçuklunun, Osmanlı’nın İslam’ı en güzel biçimde yaşamış bütün insanlarının manen içinde bulunduğu bir büyük beraberliktir. Yanlışlık, ‘etnik köken’e verilen aşırı önemden doğuyor.
‘Aynı milletiz’ denildiğinde, ‘herkes aynı kökendendir’ denilmek istenmiyor. Zaten ‘millet’ etnik kökenle tarif edilmez. Batıda da edilmez. Esasen bizde ,’etnik köken’ unsuru, tarihi ve beşeri kaynaşmalar dolayısıyla gündemden düşmelidir.
‘Etnik köken’ değil, ‘manevi kök’ belirleyici üstünlüğe sahiptir. ‘Biz ayrıyız, farklıyız’ diyenler hep etnik köken üzerinde duruyor. Milli-manevi meseleleri, kavramları, etnik tahlillere göre mi şekillendireceğiz? Yanlışın özü, milletin tarifini ‘etnik’ çerçeveler içinde hapsetmektir. Bir nevi harcı sadece kum ve çakıldan ibaret görmek! Çimentosuz harç mı olur? Su olmadan harç mı yapılır? Harçtaki su ve çimentonun fonksiyonu ne ise milleti etnik köken bağnazlığından kurtaracak husus da millî ve manevi değerlerdir. Manevi kökümüz, mukaddeslerimizdir.
Maddileşme, insanı ‘kendi kendinin zalimi’ haline getirir, insanın, kendi şahsiyet bütünlüğünü parçalatır. İnsandan başlarsak; İnsan, önce kendi fıtratının bütünlüğünü sağlamalıdır. Denge olmadan düşünce olmaz, düşünce olmadan bir dengeden bir başka dengeye geçilemez. Dengeler yolunu tıkadınız mı, insanın boynu bükülür; nafile çırpınışların acıları ortalığı kaplar. İnsanın sıhhati, ailenin sıhhatidir; ailenin sıhhati toplumun ve milli bütünlüğün sıhhatidir; milli bütünlüğün sıhhati, İslam Âleminin hatta bütün insanlığın sıhhatidir.
Irk bağı, yalnız başına, insanı ne değerli ne de değersiz kılabilir. İnsan, ahlâkî-manevi-fikrî-ruhî zenginlik ölçülerine göre değerli yahut değersizdir.
Ahlâksız insanın, câhil insanın hangi ırktan olduğu ne önem taşır? Hangi bölgeden olduğu ne önem taşır? Öyle insan vardır ki akrabamızdır ama o bize dünyanın öbür ucunda bulunan herhangi bir kimseden daha uzaktır? Ölüm, dünyevî ilgilerin sonudur. Makam, mansıp, mal, unvan, ırk, akrabalık, hepsi bitecek. Her ferd kendi hesabını kendisi verecek. Kavimler, gruplar, sülâleler bölgeler değil; Allah’ın kulu olarak ‘insan’ mükâfat veya mücâzat görecek orada. Herkes kendi hayatının kendi imtihanının hesabını kendisi verecek. ‘Sevenlerin birlikte olması, şefaata lâyık görülme…’ gibi hususlar, yine ‘ferdi sorumluluk ve mükellefiyet’ şartına bağlıdır.
Mukaddesliğin, kutsiyetin, kaynağı ve aslî konusu; sâdece imandır, dindir, İslâm’dır. Buradaki hassas sınır şudur: İnsan elbette ki inançlarını yaşarken bir takım maddi imkânlardan faydalanır. O maddi imkânları ve o vak’aları (olguları), mukaddesatının kaynağı olarak görmeye başlarsa, inhiraf etmiş (sapmış) olur. İnsan hakları, demokrasi, benzeri kavramlar, temel olmaz; onlar temele muhtaçtır.
Ve temelin gelişmesinde kullanılabilir. Araçlar amaç olmaz! (vasıtalar gaye olmaz.) Temel de dinimiz İslâm’dır.
Yaşama beraberlikleri, paylaşmalar ‘din’ mayası ile yapılmalı, bu yapıdan da rahatsızlık duyulmamalıdır. Milletlerin mayası kan değil, dindir. Batı’da da öyledir. Ateizmden başka hiçbir düşünce bu hakikati inkâr edemez. Bir kültür erozyonu, küreselleşme adı altında bir kültür yozlaşması içindeyiz. Bizim bir millî-manevi zâfiyet meselemiz vardır. Bunu görmek lâzım. Esasen terörün doğması daha doğrusu doğdurulması ve önlenememesi de bu meseleyle alakalıdır. Bir milletin manevi vasıfları ve medeni seviyesi; devlet kurma kabiliyetinin derecesini ve kuracağı devletin gücünü belirler. Maneviyata gereken önem verilmeyip lafı yapılırsa ne olur? Karşılaştığımız, hiç gündemden düşürülmeyip vatanı bölmek, devletimizi zayıflatmak, milletimizi birbirine düşürmek, su ve çimento olmadan harç yapmaya devam etmek.
Türkiye’nin lider ülke olmasına tahammülsüzlük. Zalimlerin karşısında, mazlumların yanında olmasından duyulan rahatsızlık, huzursuzluk...
Allah bunların eline bu milleti bırakmasın, bunlara fırsat vermesin!
Amin.
Yaşar Değirmenci.