* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Kimlik ve Kişiliğimizi Kaybetmeyelim  (Okunma sayısı 606 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Kimlik ve Kişiliğimizi Kaybetmeyelim
« : Şubat 20, 2020, 09:17:21 ÖS »
Kimlik ve Kişiliğimizi Kaybetmeyelim
   
İthal ve ikâme kimlikler, bu ülkenin kimyâsını bozdu. Bu ülkenin kimyâsı ‘kimyâ-yı saâdet’ idi. İthal ve ikâme kimlikler, bunu ‘kimyâ-yı felâket’ yaptı. Bir adama, kendi grubundan olmayan kan verilince ne hale gelirse, bu ülke de o hale geldi. Açık konuşmak gerek: Bu ülkede başta laiklik olmak üzere, bütün ithal ve ikame kimlikler yüzünden durum ortada. Mevcut durumun hastalıklı halini inkâr etmek çözüm değil.

Bünyenin tamamı iflas etmeden, bu hastalıktan kurtulmanın mutlaka bir yolu olmalı. Dermansız dert yok. Ama önce hasta hastalığını kabul etmeli. Hastalığını bilmeyen, teşhis konulmayan hasta şifa bulabilir mi? Tedavinin ilk şartı doğru teşhistir.

Vahyin inşa ettiği bir tasavvura sahip olan için problem yok. Onlar probleme doğru teşhis koymayı bilirler. Diğerleri ise problem hakkında en azından tereddüde düşerler. Bir ‘acaba’ oluşur. Değerleriyle ilişkisini değil, değerlerini sorgulama yanlışını tercih eder. Önce, düşünce yapımızı yoklamamız gerekiyor. Ondaki istikamet sapmalarını tesbit etmemiz şart. Bu sapmaları doğru ölçüye göre yeniden kontrol etmemiz ve düzeltmemiz gerekiyor. Bunu yapması gerekenler elbette kitleler değil. Sokaktaki adamdan bunu bekleyemeyiz. Âlimlerden, entelektüellerden, aydınlardan ve önder konumundaki insanlardan bekleyeceğiz bunu. Müslüman hükümetlerin büyük bir iştiyakla benimsedikleri Batılı kalkınma modeli ile ‘kalkınma’ya verdikleri yanlış mana sebebiyle sıkıntıdan kurtulamıyoruz. Buna gelişme, ilerleme, çağdaşlaşma vb. gibi kavramları da ilave edebilirsiniz. Bu kavramlar İslam dünyasını yöneten kadrolar için büyülü kavramlardı. Maddi imkanların getirdiği sömürü bile medenileşme/uygarlık, ezberletilen ‘çağdaşlaşma’ olarak yutturuldu. Medenileşme aslen manevileşmedir. Gelişimin ve değişimin yönü de budur, medeniyetin tarifi de. Ekmeği nimet yapan sır; toprağı vatan yapan, toplumu millet yapan, fertleri şahsiyet yapan sırdır. Sevgiyle medenileşmenin başka yolu var mı? Çağdaşlık adına yozlaşmayı savunmak, aslında nefsini savunmaktır. Çaresizliği savunmaktır. Kendini (kendi özünü) bile sevmemektir.

Bir türlü asıl meseleyi söylemeyen, hiçbir şey söylememiş demektir. Bünye kendinden olmayan kanı kabul etmedi. Fakat bünye üzerinde mühendisliğe kalkışanlar, ona zor yoluyla kabul ettirmeye kalktılar. Bunu hâlâ da yapıyorlar. Bu arada hastalık ilerliyor. Bünyeye kendinden olmayan kanı zerk edenler, bu yolla kan grubunu değiştireceklerini sandılar.

Allah’a karşı savaş açanlar, tanrılıklarını ilan etme safhasına gelmişlerse, cami duvarına işemeyi marifet bilmeye başlamışlarsa, ben bundan ecellerine doğru yol aldıkları sonucunu çıkarırım. İnsanın önce şu soruyu kendisine sorması gerekiyor:

‘Ben çözümün bir parçası mıyım, yoksa sorunun bir parçası mıyım?’ Sorduğu bu soruyu dürüstçe cevapladıktan sonra içinde bulunduğu yapıyı sorgulaması gerekiyor.

‘Benim cemaatim, ümmetin sorunlarının çözülmesinde sorunun bir parçası mı, çözümün bir parçası mı?’ diye. Bundan sonrası kolay. Bu bilinç meselesidir. Şahsiyet bilinci, önce ‘ben idraki’ yani kendi olabilme, kendi kalabilme, kendini gerçekleştirme, kendi başına var olabilme direnci ile başlar. Kulluk sorumluluğunun farkına varmış, Müslüman şahsiyet olabilmişse, çözümün bir parçası olacaktır. İnsan kumaşının kalitesini artırıp sorumluluğun bilincine varmasını sağlamak. Kimliksiz, kişiliksiz bir birey mi, yoksa kimliğini, kişiliğini bulmuş bir şahsiyet mi? Kendisini ne sandığını hatırlatacaksın, ne sanması gerektiğini öğreteceksin. Bunu yapabildiğimiz oranda başarır, yapamadığımız oranda da kaybederiz. Hatta başkaları tarafından kullanılırız. ‘Elimi uzatabileceğim halde uzatamadığımdan dolayı ateşe yürüyen her bir insanın manevi katlinde benim de sorumluluğum var’ diye düşünmeli her Müslüman. Herkes sorumluluğunu idrak ederse, olanların olmaması için gayret gösterir, “salih amel” işlemeyi prensip edinirse ve bunu da sloganlardaki ‘İslami hareket’ olarak görmeyip “üsvetün hasene” olarak görür, yaşayışına dikkat ederek örnek olmaya çalışırsa çok şeylerin değiştiğini bizzat görecektir. Unutmayalım ki din; uygulamadır, pratik hayattır, kaalden ziyade ‘hal’dir. Yoksa yemeği yemeyip, yemeği düşünerek doymaya çalışan insanların durumuna düşeriz.

Çağımızın materyalizmi, bu kez, insanı öbür uca götürüp, kaskatı, dar, zalim, küçük bir dünyanın kahredici havasına mahkûm etti. Materyalizmin sonsuz gibi görünen, kıyamete kadar sürecekmiş izlenimini veren gücü aldatıcıdır. Teknik, ekonomi, sabitlenmiş hayat biçimi, yeni dünya düzeni. Bu çerçeve içinde kal da ne yaparsan yap! Her şey serbest! Yeter ki düşünme, düşündüğünü hayata geçirmeye çalışma, çağdaşlığın bugünkü dönüşümünü sorgulama! Teknolojiyle narkozlananlar için bir rehabilitasyon merkezi de yok. İnsanlar ‘neden?’ ve ‘niçin?’ sorularını soracaklar diye çağdaş düzenlerin ödleri kopmaktadır. Bu yüzden insanın düşünce ve duygularını yönlendirmek için, iletişim araçlarıyla ve eğitim yoluyla bunca gayret sarf etmektedirler.

Sömürü çarklarını döndürmek için müziği, sporu, magazini, hızı, hazı, bir ‘uyuşturucu’ olarak nasıl kullandıklarının örneklerini hepimiz görüyoruz. Bütün bunlar; insanlığın kaybettiği kimlik olan ‘İslam’ı, yani insanın kendisini bulmaması için tezgahlanan oyunlardır. Nefsin mazeretleriyle kendini aldatmayı seçersen, yabancılaşma süreci tıkır tıkır işlemeye başlar. Sonunda öyle bir noktaya varırsın ki, yabancılaşmayı fark ediş hassasiyetlerin işlemez olur. Ondan sonrası kavgadır. Hayatla, hakikatle, asliyetle, itidalle, kendinle kavga!

İnsanlık kimliğini yitirmemiş kişiler, ne bahasına olursa olsun, materyalizmle mücadele etmek zorundadırlar. Bir araya gelerek, birleşerek, güçlerini birbirine katarak, materyalizmin dünya hâkimiyetini kırmaya çalışmalıdırlar. Nasıl ki, bir zamanlar da, materyalistler azınlıkta iken, bu şekilde çalışarak bugünkü dünya hâkimiyetine erdiler. Bunca acı tecrübe, bunca insanlık trajedisi, bize öğretmiş olmalıdır ki, ne Ortaçağın maneviyat adına en zaruri maddi ihtiyaçların karşılanmasını ihmali bir çıkar yoldur, ne de modern denilen yeniçağın, insanoğlunun bütün manevi dünyasını inkârı bir çıkar yol. İnsanlık, iki aşırılıktan da yeterince ıstırap çekmiştir ve çekmektedir. Orta yolu tutmanın zamanı geçirmeyelim. Bu orta yol, Kur’an’ı Kerim’in de gösterdiği gibi, İslam’ın yoludur. Teknoloji, askeri güç ve siyasi organizasyon olarak, materyalizm, bir kez daha bütün kuvvetlerini cepheye sürecek manevi âlemin son kalıntılarını da silip süpürmek için saldırıya geçmiştir. Ama inancımız odur ki, bunu başaramayacak, tam tersine, yılgınlığa uğramış manevi âlemin uyanmasına sebep olacaktır. Samimi inanç yeniden doğacak, ilahi yol bir kez daha ışıklanmış ve aydınlanmış olacaktır.

Yaşar Değirmenci.