KUR’AN’I KERİM HAYATIN KİTABI
Kur’an hem toplumlar hem de zamanlar üstü kılındı. O, bütün insanlığa hitap etti. İnsanlığın bireysel ve toplumsal hayatında her zaman açığa çıkabilen problemlerin çözümlerini verdi. Dosdoğru ve güzel hayat tarzının özelliklerini açıkladı. Verdiği cevaplarda sadece teoriyle yetinmedi; bizzat hayatın kendisine yöneldi ve bildirdiklerinin doğruluğunu hayatın içinde yer alarak gösterdi. Bunu ise herkesten önce Peygamberimizi eğiterek, O’nu alemlere rahmet şahsiyet yaparak (21:107), insanlığa en güzel örnek kılarak (33:21) gerçekleştirdi.
Fakat bu istisna bir durum olmadı. Cehalet bataklığında debelenen diğer bazı insanları da, o bataklıktan kurtarıp, her türlü erdemin yer aldığı ve insanlığın kendi çabalarıyla bir kısmına dahi ulaşamadığı, ulaşamayacağı zirvelere çıkardı: Zorbalardan adaletin sembollerini, azgınlardan hayırlıların önderlerini, cahillerden alimlerin liderlerini, hayasızlardan güzel ahlakın en güzel örneklerini çıkardı. Zira o, herhangi bir kitap değil, Kur’an’dır; Allah’ın insanlara lütfettiği hidayet rehberidir. Bugün genel olarak, Kur’an’a yaklaşma ve onun sunduğu ebedî hakikatleri algılama biçiminde ciddi problemler var. Bugün Kur’an-ı Kerim çoğu kimse için hayatın kitabı değil, kutsanan kültürün kutsal bir nesnesidir. Açıktır ki, Kur’an-ı Kerim’in hayatın kitabı olabilmesi için, Müslümanların, öncelikle ona yaklaşım tarzlarını gözden geçirmeleri ve durumlarını düzeltmeleri gerekiyor. Onu kültürün kutsal bir nesnesi olmaktan çıkarıp, tekrar hayatın kitabı haline getirmeleri gerekiyor. Kur’an’ı okurken sanki o doğrudan bize vahyolunuyormuş gibi düşünmemiz gerekiyor. Bilgi ile uygulamayı veya daha teknik bir ifadeyle iman ile ameli birbirinden ayırdık. Şurası şüphe götürmez bir gerçek ki, Kur’an-ı Kerim için iman ile amel, bir bütünün iki farklı yönünü temsil eder; bunların birbirinden koparılmaları, her birini işlevsiz veya anlamsız kılar.
Fakat Müslümanlar özellikle geçmişte yaşadıkları siyasi problemlerin etkisiyle iman-amel ayrımı yaptılar. Bu ayrım ile Kur’an hayattan koparıldı, hayatı düzenlemek Kur’an’ın ekstra bir işlevi olarak algılanır hale geldi. Kur’an’ın gönderiliş amacı, hayattan kopuk bir inanç sistemini bildirmek biçiminde düşünülmeye başlandı.
Vicdanlara hapsedilme, düşüncede kalma, hayata müdahale etmeme ilke ve prensip haline getirildi. Batı’nın şartlarından çıkmış, din ilim çatışmasının önlenmesi için çıkarılmış, tamamen onların yaşadıkları problemleri önlemek için ortaya konmuş ‘Laiklik’ bizimle hiç ama hiç alakası olmadığı halde ‘laiklik olmadan yaşanmaz’ diyecek kadar sapmış/sapıtılmış, kutsal hale getirilmiş, ‘olmazsa olmaz’ denilerek ‘algı operasyonu’ yerleştirilmiş. Sonuçta Müslümanlar, Kur’an-ı Kerim’den, onun uygulayıcısı ve uygulatıcısı Peygamber Efendimizden, sünneti seniyesinden, hadisi şeriflerden uzaklaştırılmış, hayatın dışına çekilmiş, çektirilmiştir.
Ezeli ve ebedi olan yalnız Allah’tır. Peygamberler de ölümlüdür. Yas, matem, ölümü öldürmek yoktur. Hayatın içinde üzüntüler, sevinçler, hastalıklar, kazalar, belalar, nimetler, vs. hepsi vardır. Hayat bu! Sabır ve şükür. Mümin olarak bunlar yapılır ise, Cennet var! Tabii Müslüman olarak yapıldığında.
Hayat Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in ölçülerine uymak için şu sorular hiç sorulmadı sordurulmadı: ‘yaptığım işler (ameller) meşrû mu, gayri meşru mu, günah mı sevap mı, helal mi haram mı?’ cevabı verirken de bir ‘nefs muhasebesi’ yapmaya vesile olurdu. Yanlıştan dönülür, hatada ısrar edilmez, ifrat ve tefride düşülmez, itidal ve istikamet üzere yaşama yoluna gidilirdi. (Bezzar)
Hayatın hiçbir kesitinde boşluk bırakmayan dinimiz, sadece ibadetlerden müteşekkil din haline getirilir, dinin bir bölümü olan ibadet, tesbihat tamamı ondan ibaret görülüp diğer (itikat, ahlak, muamelat) kısmı çıkarılacak hale getirilirse; bilerek veya bilmeyerek direkt veya dolaylı bütün emperyalist devletlerin (katliamı, caniliği, zulmü uygarlık, özgürlük, vs. adı altında yutturan) İslam’ı tuttukları (Deaş gibi terör örgütlerinin militanlarına) uşaklarına dini kisve giydirerek İslam ile şiddeti/terörü yan yana göstererek insanları İslam’dan uzak tutma.
‘Ilımlı İslam’ adı altında Hıristiyanlığın Protestanlık haline getirterek hayata müdahil olmayan bir dini yerleştirmeye çalışmaları, adı konmamış İslam dışı bir dini İslam’ın yerine (ılımlı İslam) koyma çalışma ve faaliyetleri dikkatimizden kaçmamalı. Bu milletin, bu ümmetin, bütün insanlığın tek kurtuluşu olan Dinimiz İslam’ı, Hayat Kitabımız Kur’an-ı Kerim’i yaşanmaz/yaşatılmaz hale getirmek için uğraşmalarına şuurlu Müslümanlar sessiz kalamaz. Bütün bunlara göstereceği tepkiler, sokak hareketleriyle, sloganlarla, itham ve hakaretlerle, kalp ve gönül kırmalarıyla değil, kalp ve gönül feth etmelerle olur. Tabii ki bundan anlamayanlara gerekli cevap verilir/verilecektir.
Hemen âyetimizi dercedelim: “Allah’a itaat edin, O’nun elçisine de. Ve birbirinize düşmeyin, sonra başarısız olursunuz, kokunuz/rüzgârınız gider.” (Enfal 8.46)
Önce, ‘ihtilaf etmek’le, ‘nizalaşma’yı birbirine karıştıracak olanları uyaralım: İhtilaf etmek, nizalaşmak değildir. Kur’an’ın hiçbir yerinde ‘ihtilaf’ yasaklanmamış, yerilmemiştir. Aksine ihtilafın kozmik/kevnî bir kanun olduğu vurgulanmış, ‘dillerin ve renklerin ihtilafı/farklılığı’, ‘gece ve gündüzün ihtilafı/farklılığı’ Allah’ın âyetlerinden biri olarak takdim edilmiştir.
Çünkü ihtilaf, ‘farklılık’tır. Farklılık eşyanın tabiatında vardır. Her insan Allah’ın yarattığı orijinal bir şaheserdir. Kendine has nitelikleri, yeri ve değeri vardır. Onun bu farklı niteliklerini ve yanını yok etmeye çalışmak, ‘yaratılışa müdahaleye’ kalkışmaktır. Halim selim birini sert micazlı yapmaya çalışmak, sert mizaçlı birini halim selim yapmaya kalkışmak gibi. Niza, ‘çatışma’, ‘birbirine düşme’, ‘ötekinin varlığını meşru saymama’, ‘onu hedefe koyma’, ‘polemik yapma’dır. Bu kelime kök olarak, ‘kanırtarak çekip alma’, ‘zorla sıyırma’, ‘soyup alma’ anlamlarına gelir. Her hususta dini ölçülere uymamız şarttır. İnsanlar ne der (yahut başımızdakiler ne der) değil; Allah ve Resulü ne der? Ölçü budur. İtaat ediyoruzderken “Allah’a isyanda kula itaat edilmez” hadisini unutmayacağız. Makyavelin ‘hedefe ulaşmakta her yol mübahtır’ını ‘Müsait olduğunda her şeyi yap büyüklerinin emridir’ haline getirmeyeceğiz. Vatan millet, devlet düşmanlarının dış güçlerle ittifakı olamayacağını/olmaması gerektiğini de.
Yaşar Değirmenci.