LOAZN REZİLLİĞİ FAZİLET Mİ OLDU?
İstanbul’un her yanına Ekrem İmamoğlu imzalı Lozan zaferdir pankartları asılıyor. İstanbul sokaklarını tarihi hakikatlerden uzak böylesi pankartlarla doldurmak doğru mudur? Lozan antlaşmasının yıl dönümlerinde hep o bildik içi boş hayali nutuklar atılır.
Lozan: İslami iddialarımızın terk edilmesidir.
Utanmadan, sıkılmadan, bir tarihçiye danışmadan (Murat Bardakçı, İlber Ortaylı bile olur) nasıl o pankartlarla İstanbul’u işgal edersin? Belediyenin işi yalan tarih sloganlarıyla zihin kirletmek midir? Zihin, fikir, kültür kirlenmesi, sokakların kirlenmesinden daha vahimdir.
“Lozan tarihimizdeki en büyük zaferdir” hamasetine itiraz edenlerin resmen hapse atıldığı bir Türkiye’den bugün devletin başının “Zafer değil hezimettir” diyebildiği bir Türkiye’ye gelmek için nice acılar çekildi. Ne sıkıntılara göğüs gerildi. Gözyaşlarıyla yıkandı hapishane hücreleri. Ama bir şekilde gelindi. Şimdi başta inkılap tarihçilerimiz olmak üzere (yeri gelmişken söyleyelim: böyle bir tarihçilik türünün bugünkü dünyada karşılığı yok) tarihçilerimizin artık Lozan konusunda kem küm etmeden konuşmaları ve millete hakikati kıvırmadan söylemeleri gerekiyor. Nasıl Sultan Abdülhamid döneminin artıları ve eksileri yazılabiliyor ve konuşulabiliyorsa İstiklal Savaşı ve İnkılaplar da olumlu ve olumsuz taraflarıyla, getirdikleri ve götürdükleriyle özgürce ele alınabilmelidir.
Lozan zafer mi, hezimet mi? Bu soruyu ilk defa kitabının ismiyle soran merhum Kadir MISIROĞLU’nun ölüsüne bile demedikleri kalmadı. Nedir bu çığırtkanlığınız? Hani fikir özgürlüğü, hani tahammül rejimi olan demokrasiye bağlılığınız.
Lozan’da ‘verdi, kabul etti, feragat etti, vazgeçti’ sözleri hep Türkiye için kullanılır. Toprak veren biz, toprak dediysem içinde Mısır ve Sudan gibi ülkeler var. Feragat eden biz, vazgeçen biz (mesela Kıbrıs), kabul eden (ettirilen) taraf biz. Devamlı veren taraf biz isek Lozan’da ne tür bir zaferden bahsedebiliriz ki? Lozan Konferansı, Osmanlı’nın tasfiyesini hukuki belgeye bağlama anlaşması. Lozan’daki konferans Osmanlı topraklarının bölüşülmesi için toplandı ve Osmanlı topraklarının beşte dördünün tapusu orada el değiştirdi. Mesela Mısır ve Sudan’ı verir İngilizlere. Lozan’a kadar Mısır ve Sudan bizimdi.
Lozan’la kendi medeniyetimizi, ruh köklerimizi inkâr eder hale geldik/getirildik.
Sultan Vahidüddin neden hain ilan edildi? İngilizler ondan intikamlarını resmi tarihimize böyle geçirerek aldılar. Halbuki hakikaten vatan haini olsa yurtdışına çıktığında onu Londra’da baş tacı etmeleri gerekmez miydi? Ne gezer. Sefalet içinde, bakkala kasaba borçlu öldü onurlu Sultan. Cenazesine haciz kondu. Bize bu vatanı bırakan Osmanlılar sürgüne gönderilmedi mi, Onların Türkiye’ye girmelerine yasak konmadı mı? Osmanlı topraklarını Lozan’da ve sonrasında avuç avuç dağıtanlar neden kahramandır bu ülkede? Osmanlı’yı keyfi bölüşüm projesine ve en çok da Hilafetin kaldırılmasına itiraz ettiği için hain ilan edilmiştir bu mazlum Sultan.
Başsız insan yaşayamazken, Peygamberimizin vefatında bile definden önce baş (halife) seçilirken, ümmetin başsız kalma günü hâlâ ‘hilafetin kaldırılması’ adı altında kutlanıyor. Her türlü rezillikleri yaptığı halde Hıristiyan dünyası başsız kalmasın diye Papalar, Patrikler hep var. 90’lık olsalar dahi var. Ya bizde. Ümmet kelimesine bile tahammül yok!
Lozan’a giderken biz 600 yıllık bir çınarı söktük de gittik, bilmeyenler öğrensin. 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldıran, lağv eden kanun aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin yıkıldığını, tarihe karıştığını bildiriyordu. Burada ince bir oyun oynandı, İngilizler de tabii keyifle seyrettiler. Tıpkı hilafetin kaldırıldığını seyrettikleri ve hilafet kaldırılmadan Lozan’ı onaylamadıkları gibi. Lozan’a bir devletin hükümeti olarak değil, sadece ‘hükümet’ olarak gittik. Devleti olmayan bir hükümet! Garabeti düşünebiliyor musunuz? Soru ortada: Lozan’da kim kaybetmiştir? Fedakârlığı kim yapmıştır? Geri adımı kim atmıştır? İngiltere, Fransa, İtalya ve Yunanistan kaybetmediğine göre bir kaybeden olmalıdır ve acıdır ama bu, Türk tarafıdır. Bunu ben söylemiyorum. Lozan tutanaklarına göre İsmet Paşa da bunu söylüyor. (Kaynak: Ali Naci Karacan, Lozan Konferansı ve İsmet Paşa) Lozan’da verilen tavizlerin kendi bileğinin hakkıyla kazanılan topraklar değil, ecdadın şehid kanlarıyla kazanılan toprakların bu adamlar tarafından verildiğini unutmayalım. O zaman Lozan Antlaşması: 1) TBMM tarafından sıkı sıkıya tembihlenen Misak-ı Milli’yi gerçekleştirme hedefine bile ulaşamamıştır. 2) 2. Lozan, Osmanlı İmparatorluğu’nun tapu dağıtım törenidir. Kadir Mısıroğlu’nun deyişiyle “Osmanlı’nın hân-ı yağmasıdır” (yağma sofrası). “Ver, kurtul” politikasının hazin bir sonucudur. 3. Topraklarımızı işgal eden, binlerce insanımızı katleden, kadınlarımızı, kızlarımızı kirleten, bebeklerimizi öldüren, şehirlerimizi yağmalayıp yakan Yunanlara tek kuruş tazminat ödetemeyerek bir başka hezimete imza atan “birileri” acaba hangi zaferden bahsedebiliyorlar? İnönü itiraf ediyor. Lozan’da meselelerin bizim zararımıza, müttefiklerin lehine halledildiğini açıklayan, yani zafer olmadığını söyleyen bizzat İsmet İnönü’dür. Bunları bilmek için tarihçi olmamız gerekmez. Lozan: İslâmî iddialarımızın terk edilmesidir. “Zafer” olarak sunulan “Lozan”, aslında büyük bir “hezimet”tir. Lozan Antlaşması’ın yıldönümlerinde hep o bildik içi boş, hayalî nutuklar atılır. 24 Temmuz 1923’de imzaladığımız o hezimet belgesiyle Lozan’da, sanki savaştan biz mağlup çıkmışız gibi, burnumuzun dibindeki adaları binlerce kilometre uzaklıktaki devletlere teslim etmişiz. Gözle görünen mesafedeki adaları, Yunan’a bırakmışsınız. Sonra da Lozan zafer! Yazıklar olsun! Hele her tarafa pankartları astırtan belediye…
Lozan, Türkiye’nin resmen Osmanlı’dan ve dolayısıyla İslâm kültüründen bağımsızlaşması, kopması ve Batı’ya bağımlı hâle gelmesinin bir başka adıdır.
Tanzimat’ın hamlesi, ülkenin, kendi iddialarından vazgeçerek Batı’ya “teslim olması”yla sonuçlandı. İşte Lozan, bu teslimiyet’in, dolayısıyla yenilgi’nin resmen tescil edilmesidir.
Lozan, bizim iddialarımızı bitiren, bizi, başkalarının iddialarına ve projelerine bağımlı hale getiren bir teslimiyet sözleşmesidir. Bu anlaşma günü (içinde bulunduğumuz şartlardan dolayı) hiç olmazsa tarih olarak zikredilip, üzerinde tarihi hak ve hakikatlerin ortaya çıkması, medeniyetimizin imhası olduğunun ispatlanması için tarih öğrencilerini inceleme, gayret, hedef, heyecan ve ideale sevk etmelerine vesile olacak hale getirilmeliydi. Yoksa yalanın, dolanın, bizi kendi bağlarımızdan koparmanın, mâzi/hal/istikbal köprüsünü bombalamanın ‘zafer pankartları’ muhafazakâr oyları alabilmek için tam bir şovmenlik yapan Bld. Bşk. E. İmamoğlu’nun halinin ortaya çıkmasının vesilesidir.
Tarihçi Mustafa ARMAĞAN’dan, ilim ve fikir adamı Yusuf KAPLAN’a, merhum tarihi eserleriyle ortalığı savuran Kadir MISIROĞLU’dan merhum medeniyet tarihçisi Mehmet Niyazi ÖZDEMİR’e, merhum tarihçi Mustafa MÜFTÜOĞLU’a, Yılmaz ÖZTUNA’ya kadar kitaplarına, makalelerine, okumasanız dahi bir göz atmanız yeter.
Ortaokula gittiğim 1968’den beri tarihe ayrı bir alaka ve hassasiyet duyan bir kardeşiniz olarak 70’li yıllarda (Lise dönemimizde) Kadir MISIROĞLU’nun Lozan barış mı, hezimet mi’den Necip Fazıl Üstadın Ulu Hakan Abdülhamid’e, Vatan dostu Vahidüddin’e Müftüoğlu’nun Yalan Söyleyen Tarih Utansın dahil okumuştuk. Sebilürreşad, Büyük Doğu, Sebil takip ettiğimiz dergilerdi. Şimdi her ay Mustafa ARMAĞAN’ın Derin Tarih Dergisi mutlaka takip edilmeli. Yusuf KAPLAN’ın makaleleri düşünerek okunmalı.
Yoksa yapılan tesislerle, köprülerle, geçitlerle, deniz üstü, deniz altından vasıtaların geçmesiyle, metrolarla, metrobüslerle, Marmaraylarla övünmek kurtarmıyor. Bu hizmetler çok önemli. Ancak insanımız ihmal edilmemeli. Memleket, millet, ümmet bukalemunlara, şovmenlere, ‘hedefe ulaşmakta her yol mübah’ diyenlere, kendi ülkesini bölmek, parçalamak, yıkmak isteyenlerle beraber hareket edenlere bırakılmamalı.
Belediye başkanının bu pankartları astırdığını görünce hafızamı tazeledim ve siz değerli okuyucularımla notlarımı paylaşıyorum.