Maskeli Balo Oynamayalım
Ne yapıyor insan? Hayvanların behîmi yaradılışında bile olmayan bir sürü şeyi yapıyor. Kavga, gürültü, suçlama, hakaret, iftira, suizan, kötüleme, vs... Peki hatayı kabullenme var mı, ‘özür’ var mı, ‘özeleştiri’ var mı? Özeleştiri olmadan bir insan, kendini aşabilir mi? Kendini aşamayan tekâmül edebilir mi? Tekâmül (gelişme) yolunu bulmayan, başkalarına yardımcı ve etkili olabilir mi? Birbirini tahribe çalışan insanların zulümden yakınmaya hakları olabilir mi? “Siz kendi kendinize zulmedersiniz” denmiyor mu mukaddes Kitabımızda. İşte ediyoruz. Kendi kendimizin hem zalimi, hem mazlumuyuz. ‘Müslümanım!’ demesine rağmen yapıyor. Oturup ağlamaz mısınız? Kâfir yapar, yapabilir. Örtmüştür kendi hakikatini ışıktan mahrumdur. ‘Müslümanım!’ diyen nasıl yapar? Özel hitaplara, yakınlıklara mazhar olmasına rağmen, nasıl yapar? Bu ne tür bir nasipsizlik? Bu ne çetin bir imtihan? İnsan için, “Melekten üstün, hayvandan aşağı” denilmiş. İki ucu açık. Dindar olmaya çalışırken gurura, bencilliğe, nefrete, zulme, sevgisizliğe sürüklenenler de var. Bazı insani çöküşler, hayvanda bile görülmez, bazı insani yükselişlere ise melekler bile erişemez. Hikmet özde, ruhta, dengede, ölçüde. Kabukta, surette değil.Tekâmülün, gelişmenin hikmeti de burada.
‘Üzdüm’ diye oturup başında ağlayacağınız biriyle nasıl mücadele edeceksiniz? Kendi kendimizin düşmanıyız biz. Kendi ruhumuzun, kendi insanî özümüzün, kendi bütünlüğümüzün, kendi özelliklerimizin. Oturup başında ağlayacağımız insandan hasım olur mu? Olur mu hiç? Bu insanlarla nasıl mücadele edebiliriz? Ben onu kazanmaktan vazgeçemem, o beni yendiğini düşünür. Şeyh Sadi diyor ki: “Öyle bir kişiyle kavga et ki ona ihtiyacın olmasın. Bu ‘kavga etme, sakın’ demektir. ‘Dikkat et!’ demektir. Kalplerle akıllar, düşüncelerle inanışlar, ruhlarla iradeler, dünle bugün, bugünle yarın arasında kavga var! Bu kavganın silahları: ‘nefs-şeytan’ ve ‘ifrat-tefrit’. Böyle bir kavganın kime ne faydası var? İtidale muhtaç ruhların, özlerin, soluk alamaz hale gelmesi neyle izah edilebilir?
Mücadele etmeyi içinize sindirseniz bile kazandığınız ne işe yarayacak? Anlayabilse, diyeceğim ki “gayretullah”a dokunur. Bu halin seni ahiretten gafil hale düşürüyor olmasın. Hesaba-kitaba inanan insanlar olarak bu mütecaviz hal neyin nesi! Bunun sonucunun öbür âlemdeki tehlikesini hiç düşünüp vicdan azabı çekiyor musun? Ne güzel sözdür: “müftü fetva verse bile kalbindeki (vicdanındaki) fetvaya danış” diye… Çok dramatik bir hal içindeyiz. Bu hal, bu tavır; meselelerin en önemlisi. Çünkü hassasiyet varsa; umut her durumda vardır, her mesele bir gün çözülebilir. Ama hassasiyet kaybolmuşsa, hangi meseleyi kim, nasıl çözecek? İnsanlıklarını inatlarına kurban etmişlerle hangi derdi paylaşabiliriz ki? Hele bir de bu hal hep devam ediyorsa. Onu bir karakter tavrı bir hayat tarzı hâline getirmişse. Düzelme yolunda irade kullanılmıyorsa ne yapılabilir ki! Bu duruma “daha iyi olma”yı kasten, reddediyor denmez mi?
“Zan nedir, hüküm nedir, tartışma-soru sorma âdabı nasıldır. “Din kardeşliği” hukuku nasıl uygulanır? Cemaat-cemiyet nedir? Gerek kurumlar arası, gerek bireyler arası diyalogda ölçü ve denge nasıl olmalıdır? Aile içi ilişkiler, akrabalık münasebetleri nasıl olmalı? Tebrikleşme, düğün-dernek işleri, tâziye, hasta ziyareti, komşuluk ilişkileri, kardeşlik alakası, vs. usulü, üslubu nedir, nasıl olmalı bunlara hiç kafa yorduk mu? Hased, gıybet, gıpta nedir? Gafletimizden düştüğümüz (kastî olmasa bile) affedilemeyecek hatalar, “gönül kusurları” iftira ve suizana sebebiyet verdiğimiz amellerimiz, iç dünyamızda açılan yaralara sebebiyet veren hareketlerimizi hangi merhem, hangi sevap telafi edebilir? (Samimi helalleşmenin dışında) Bu inatlaşma, bu öfke, bu saldırganlık, şuur altında biriken bu kinin bırakın dindarlığı, “insanlık”ta yeri olabilir mi? Ölçü ve dengenin kaybolduğu bir yapıyla hangi meseleyi halledebiliriz? Normal insanların yapamayacağı hallere, örnek olması gereken insanların düşmesi “ruh kirliliği”nin ne kadar bulaşıcı bir hastalık olduğunu göstermiyor mu? Hatasızlık, hep haklı çıkma duygusu, hep tartışma ve münakaşa, karşısındakini tedirgin etme hali, hastalıklı bir ruh hali değil mi? “Kâbe’yi yıkmak”tan daha ağır olan “kalp kırma”nın bu kadar kolaylaştığı bir dünyada yaşıyoruz ne yazık ki! İbadetlerimiz, amellerimiz; ahlak ve dindarlığımıza kalite getirmiyor maalesef.
Tövbemiz tövbeye muhtaç, istiğfarımız istiğfara muhtaç! Tevbe-istiğfar edip, hatalardan pişman olup, “nefs muhasebesi” yapması gerekenlerdeki bu pervasızlık, ancak hasta ruh haliyle izah edilebilir. Tedavisi de “hastalığın kabulü”yle başlar.
Çünkü “hasta olduğu halde hastalığı kabullenememe” kanser dâhil hastalıkların en tehlikelisidir. Ölçüsüzlüğün, dengesizliğin güzeli olmaz; gerekçesi mazereti hiç olmaz. Âdab yok, büyük-küçük yok, hak-hukuk yok, edeb-hâyâ yok! Okuduğun Kur’an’ı anlamak, idrak etmek yok! Yok oğlu yok! Bu “yokluk”ta var olmaya çalışıyorsun.
Yazık çok yazık! Daha, insanî davranışlardaki problemlerimizi çözemeyişimiz, bırakın başkalarının hidayetine vesile olmayı; “kötü örnek”liğimizle insanları dinden-imandan soğutma tehlikesiyle karşı karşıyayız. İçinde bulunulan bu hal; Müslümanların bulundukları halet-i ruhiyeyi özetliyor. Yazdıklarım; basit, sade çekilen bir fotoğraf. Bir enstantane. Bu ‘fotoğraf karesi’nde var mıyız, yok muyuz takdir sizin.
Bu vaziyeti, ayrıca incelenmeye, kafa yorulmaya değer bulduğumu da ifade edeyim. Herhalde (başta kendimiz) hemen herkese şu dâvetin yapılması gerekiyor. Bildiklerimizle, okuduklarımızla, dinlediklerimizle amel etmek. Uygulamak, pratiğe dönüştürmek. İşte bütün mesele. Maskeli balo oynamayalım. Kendimizi aldatmayalım. Düzelip, ıslah oluncaya kadar insan ilişkilerimize çeki-düzen verelim. ‘Örnek olma’ya bakalım. Faydalı olamıyorsak, zararlı olmayalım.
Islah edemiyorsak ifsat etmeyelim. Çare olamıyorsak problem üretmeyelim, problem olmayalım. ‘Hadi oturup konuşalım’ denebilir. Ne konuşacağız? Konuşacağız da ne olacak? Hâlden anlamayan sözden anlar mı? Hâlden anlaşılması gerekeni söz ile çekeleyip durmak insanlığın da kavramların da özüne ve ruhuna saygısızlık etmek değil de nedir? İşte insanlığımızın azalması böyle bir hâl.
Rabbim! Hepimizi nefsin elinde oyuncak olmaktan muhafaza buyursun.
AMİN.
Yaşar Değirmenci.