* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: MÜSLÜMANLARLA FİKRİ DERTLEŞME  (Okunma sayısı 254 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
MÜSLÜMANLARLA FİKRİ DERTLEŞME
« : Ekim 05, 2019, 02:06:36 ÖS »
MÜSLÜMANLARLA FİKRİ DERTLEŞME

Müslümanlar İslam’ı kimden öğrenmişlerse onun İslam anlayışını tevarüs ediyorlar. Bugünkü İslam anlayışının hemen birçok rengi, İslam’ın ana renginden az ya da çok farklılıklar içeriyor. Eğer Peygamberimiz  kabrinden kalkıp gelebilseydi, sanırın günümüzde “Ben Müslümanım” diyen birçoklarını İslam’a davet ederdi.  Tabii vârisleri olan Allah dostları da.

Müslümanlar, ahlakî hedefleri olan bir gelecek tasarımı yerine dünyevileşmeyi koydular. Bu iki alandaki çözülme, dini alanda da gerçekleşti ve din ‘Hıristiyanlaşmaya, Ruhsuzlaşmaya’ maruz kaldı. Bugün Müslümanların hayallerini ‘iktidar’ ve ‘güç’ süslemektedir.

Öte yanda ise karşısındaki insana “ne titriyorsun be adam! Ben de senin gibi kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum!” diyen bir peygamber duruyor. Bugünün ortalama Müslüman’ın popüler din anlayışı, maalesef Asiye’ye değil Firavuna özendiren bir din anlayışı. İbrahim’in sancısına değil Nemrud’un kamçısına imrenmekte diyebilirsiniz buna. Karunlaşmış bir mantık elbette başarıyı Allah’tan bağımsız planlamaya kalkacak, O’ndan bağımsız kalacak ve düşünecektir. Tıpkı Karun gibi ‘Bu benim yeteneğim sayesinde bana verildi’ diyen bir anlayış. Galiba küresel sistemin Müslümanları taşımak istediği yer de buydu.

Vahye ve sünnete dayalı bir hayatı, insanları bir bütün olarak ele alıp, ölçülü ve dengeli bir yaşayışı önceleyen Müslümanların heva ve hevese dayalı bir zihniyetle, refahtan şımarmış, azmış menfaat ağırlıklı bir hayatı tercih eder hale gelmesi, dünyayı da ifsat etmektedir. Müslümanlar ölümü unuttular, ölümden sonra hesaba çekileceklerini malları ve harcadıkları konusunda sorgulanacaklarını, yargılanacaklarını unuttular. Dünya hayatının gelip geçici olduğu, ‘üç günlük dünya’ sözü hep konuşmalarda kaldı. Dünyayı hayatlarının ve hedeflerinin merkezine koydular. Bu durumda insan, Allah ile bağını kopardı ve hafıza kaybına uğradı. Bencil, kendisinden başka kimseyi düşünmeyen, özgürlük adı altında her arzu ve isteğini yerine getirmeye çalışan bir yapı meydana geldi. Bu anlayışta sabır-kanaat-şükür-bereket diye bir kavrama yer yoktu. Sorgulama yeteneğini kaybeden insanlar modern bir köle haline geldi. Kendisi için biçilen, şekillendirilen hayat tarzı; lüks, israf, gösteriş üzerine kuruldu. Zaruri olmayan ihtiyaçları temin etmek için her türlü değeri yok sayabilecek hale getirildi.

Kişinin eylemi bilgisini aşamaz; kişinin bilgisi bilincini aşamaz, kişinin tasavvuru inancını aşamaz. Onun için de bu olumsuz sonucu doğal karşılamalısınız. Zor olanı değil, kolay olanı tercih ediyoruz. Şahsiyeti imaja feda ettik. İmajla yetiniyoruz. İnsan olmadan Müslüman olmanın yollarını arıyoruz. Ortada şahsiyet yokken, şahsiyetsiz kadrolarınız, o kadrolarla oluşturduğunuz kurumlarınız varsa, işiniz zor demektir. Onun için de; birçok noktada tabiri caizse çoğalıyoruz. İddialı çıktığımız birçok alanda el âleme gülünç oluyoruz. Düşmanımıza olan nefretimizin içi boş. Çünkü onu dengeleyecek olan, dostunuza olan derin muhabbetinizdir. O da yok! Olmayan: Allah için sevmek, Allah için buğz etmek!

Müslüman’ın olduğu yerde İslamî Hareket vardır. İslami Hareketi, “salih amel” olarak anlamak lazım. Her nerede salih amel işleyen bir Müslüman varsa, orada İslamî hareketin örtük ya da açık bir biçimde mevcut olduğu düşünülmeli. Yoksa sloganlara, yaftalara hapsolan içi boş, ismi var cismi yok, zarfı olup mazrufu olmayan hareketler “İslami Hareket” olarak değerlendirilemez. İslami Hareket dünyevi hareketlere benzemez. Değişmezleri değiştirmeye kalkmak, yozlaşma sürüklenişini hızlandırmak anlamına gelir. Kapitalizmin insanı mutlu mudur? Açın gözlerinizi de bir bakın. Parayı putlaştıran Batı mutlu mudur? Biraz zorlayın idrakinizle de, düşünmeye çalışın. Kapitalizmi taklid etmeye çalışan bizler ne durumdayız ? Bir düşünür, “Onlar medeniyetin trajedisini yaşıyor, biz komedisini” diyor. Haklıdır. Onlar temelleri üzerinde sallanıyor, biz reddettiğimiz temellerin yokluğuna rağmen ayakta durmaya çalışıyoruz. Hâlâ ayakta isek, bu Allah’ın bir lütfudur.

Meselemiz, önce manevidir, sonra kültürel ve fikrîdir, sonra politik-ekonomik v.s.’dir. Meselemiz, “insan meselesi”dir. Tesbitlerimiz, neticelerdir. Sebeplerinden tutmaya ve başlamaya mecburuz. Düşünce konumuz budur, düşünce metodumuz bu olmalıdır. İslam Hayat Dinidir. Doğruların, iyilerin, faydalının, güzelin ortak paydası İslam’dır. İslam, ideal birleştiricidir. Bizim için en üstün gaye, Allah’ın rızasına nail olmaktır. Cennet, O’nun rızasına kavuşma yeri olduğu için cennettir. Cehennem, O’nun rızasından mahrumiyet yeri olduğu için cehennemdir. Bunları biliyoruz. Öyleyse nasıl kandırabiliyoruz kendi kendimizi? Neye dayanarak?

“Düşününüz” ikazı kadar çok tekrarlanan bir emir hatırlamıyorum. Ama sosyal yapıya dönüşemedi! Çünkü sıkıntılar azalınca, düşünmeyi bırakıp yaşamaya (!) baktık. Asliyeti korumanın şartlarından biri düşünmektir. Bunu kavrayamadık ve uygulayamadık.

Sonuçta öyle bir hal meydana geldi ki ‘ifrat-tefrit salıncağı’nda sallanan çocuklara döndük. Herhangi bir faaliyet için bile ‘makul, mutedil insan’ arar hâle geldik. Bir de bunlara malzeme arayan “millî-mânevî değer” düşmanı cepheyi eklerseniz şuurlu insanların ne kadar zorluk içinde olduğunu takdir edersiniz. Gaflet kapıları böyle açıldı. Dengemiz böyle sarsıldı. Şuurumuz böyle donuklaştı. Kalbimiz böyle karardı. Şahsiyetimiz böyle çözüldü. Kimliğimiz böyle kayboldu. İslam’ı yaşamak, onu hayatın bütünlüğü içinde yaşamaktır. İbadet’in kemali, hayatın bir ibadet halini almasıdır. İslam sana bir “istikamet”, bir “kişilik” kazandıracak ve sen bu hayatın her safhasını, her işini, o istikamet şuuruyla ve o kişilik sağlamlığıyla yaşayacaksın. Bize düşen, istikamet ehli olmaktır. Hayrı tecelli ettiren, ilahi iradedir. Her zalim, cesaretini ve gücünü gafillerin gafletinden alır. Her zalimin arkasında, menfaat korkaklarının ve hesapçılarının gafleti vardır.

Allah’tan korkmak, mesuliyet şuurunun kaynağıdır. Allah korkusunu bırakan, korkulara mahkûm olur. Kaybetmekten korkar, sıkıntıya düşmekten korkar, tehditten korkar, nefsine nahoş gelen her şeyden korkar. Nefsanî esaret, onda mukavemet gücü bırakmaz. Onun hayır ölçüsü nefsidir. Hiçbir şeyle tatmin olamaz. Kazandığı her şey, kaybetme korkularını daha da artırır. Sonunda şahsiyetini de kaybeder, kimliğini de.

Unutmayalım ki; son zamanlarda yaşadığımız bütün sosyal olaylar, sonuçtur. Müsebbibi olduğumuz, hadiselerden müşteki olmaya hakkımız yoktur. Ölçüler karşısında, bir hareketin, bir tutumun aidiyeti değil mahiyeti önemlidir. Yanlış yanlıştır, doğru doğrudur. Falanca kişi tarafından yapılmış olması, “Bir yanlışı doğru, bir doğruyu yanlış” haline getirmez. Nasılsak öyle idare olunuruz, iç halimiz nasılsa dış (sosyal) halimiz ona göre takdir edilir.

Yaşar Değirmenci.