* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: İSLAM’I TASAVVUFU ME ZAMAN BİLİP YAŞAYACAKSINIZ  (Okunma sayısı 343 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
İSLAM’I TASAVVUFU ME ZAMAN BİLİP YAŞAYACAKSINIZ
« : Nisan 28, 2019, 05:00:36 ÖS »
İSLAM’I TASAVVUFU ME ZAMAN BİLİP YAŞAYACAKSINIZ?

   Tasavvuf-ilim münasebetini okurken, araştırırken aldığım bazı notları siz değerli okuyucularımla paylaşmak istiyorum.

   Hakikati tanıyabilir hale gelecek kadar bilgi sahibi olacaksın ki, hakikat ehlini de tanıyabilesin. Yani evvela bir “ön bilgi” lazım. Aksi halde büyük talihsizlikler ve kapılıp kaydırmalar meydana gelir. Bir müçtehidin bir kavline tabi olan, o kavil hatalı bile olsa günaha girmez. Çünkü içtihadi ihtilaflar, ilmi ihtilaflardır. Muayyen ölçülere ve usul icaplarına gerçek müçtehitler hassasiyetle riayet eder ve onların hatalarında esasları zedeleyen bir menfilik bulunmaz, bulunamaz. Bu manada ihtilaf, rahmete vesiledir.

Fakat, gerek tasavvufi gerek fikri meselelerde, bir başkasına tabi olmak insanı mesuliyetten kurtarmaz. Belki tâbi olunan o şahıs bir ‘hal mağlubu’ dur, ‘sekr zaafı’ içindedir, bundan dolayı onun mazur görülebilirliği de tartışılır, ama sen onun hatalarını taklid edersen mazur görülmezsin. İlimsiz tasavvuf olmaz. Böyle bir durum, yani ilme sırt çeviren bir tasavvuf alakası, insanı nefsinin ve şeytanın maskarası haline düşürebilir. İlmi alaka kaybolunca “su” akmaz hale gelir, bulanır ve bozulur. Asliyeti kaybolup, mahiyeti değişir. İmam-ı Rabbani Hazretlerinin buyurduğu gibi; dalalet fırkalarının büyük bir kısmı, tasavvuf zannedilen Batıni yoğunluklardan çıkmıştır. Öylelerini tanıyıp teşhis edebilmek için de ilimden nasipli olmaya ihtiyaç vardır. Kabukta kalmak dengesizliğin öteki yönüdür.

Ama her iki yön arasında ifrat-tefrit akrabalığı vardır; tezatlı görünümlerine rağmen, birçok noktada benzerlikler gösterirler. Hataya ve hatadan öte yanılmalara düşmemek için, önce hakikati tanımalı ve hakikati tanımanın usul ve şartları öğrenilmelidir.

Tekâmül yolculuğu, ancak böyle bir mesnet kazanıldıktan sonra başlayabilir. Mesnetsiz yükselme gayretleri son derece tehlikelidir; çünkü daha yüksekten düşen, daha kötü düşer.

Bazıları “bize ayet ve hadis mealleri yeter” diyorlar.

Böyle söylemek, İslam’ı bilmemenin en açık delilidir.

Bazı konuları başlıklar halinde bile tanımamış olanlar ancak bu tarzda konuşabilirler. İslam’da tefsir ilmi var, hadis ilmi var, fıkıh ilmi var, kelam ilmi var, tarih ilmi var, bu ilim dallarında yazılmış binlerce eser var.

O eserlerden faydalanılmak suretiyle, her devirde yazılmış izah ve tefekkür kitapları var. Bir meal alacaksın; bir de hadis tercümesi edineceksin, başlayacaksın ahkâm kesmeye! Önce haddini/hududunu bileceksin.

Tasavvuf, İslam’ın hakikatini anlamak ve yaşamak yolunda kolaylık sağlayan bir vasıtadır.İhlas’ın derinleşmesine, pekişmesine ve kesintisiz hale gelmesine yardımcı olan bir manevi terbiye metodudur. Tasavvuf, ilmi lüzumsuzlaştıran bir kestirmecilik iddia kârlığı değildir. Öyle zannedilirse, insan, güya “tasavvuf” adına, gurura, kibre, enaniyete, fesada gitmeye yuvarlanır. İslami ölçülerin dışındaki hiçbir yol, insanı Allah’a götürmez. Adı ne konulursa konulsun. İslam bir bütündür. Hayatın bütünlüğünü kuşatan bir mükemmeliyet bütünüdür. Bu bütünlük şuuruna varamayan, İslam’ın hiçbir cüzünü hakkıyla öğrenemez. İslam, gaflette yaşanmaz. Derdimiz bu bizim.

Bilmemek, bilmediği halde bildiğinden emin olmak. Biri basit cehalettir ki; bu halin şuurundaysa, o türlü cehalet çok önemli değildir; hatta bildiği kadarıyla bilmediğine yol bulma talihine de sahiptir. Yardım edilirse, hemen alır ve olgunlaşma, kendini geliştirme yolculuğuna başlar. Fakat bilmediği halde bildiğinden emin olmak ve bu yönde iddia sahibi olmaya cür’et etmek, bir cehl-i mürekkep’tir. Şuursuzluk, cehl-i mürekkeb’in inadisinden doğuyorsa; tedavi son derece zorlaşır. Gaflet, dalalete dönüşmüştür. Kalbi göz, görmez hale; kalbi akıl, düşünemez hale gelmiştir.
Hele bir de, etkili olmak imkanına sahip ise; zulmeti (karanlığı) daha da koyulaşır. Halbuki az şey biliyormuş gibi görünen öyle insanlar vardır ki; ‘kalbi göz’leri ve ‘kalbi akıl’ları açık olduğu için irfan nasibine sahiptirler ve şifahi kültürleriyle basiret şuuruna erişmişlerdir. Onlar düşünürler, onlar tefekkür ederler, onlar hadlerini bilmenin tevazuu ve sorumluluğu içindedirler. Peki bu farklılık nereden nasıl doğuyor ve her şeyin ileriye gittiği sanılan medeniyet sürecinde bu tezat niçin? Cehaletten gelen gafletin ve dalaletin de izalesi kolaydır. Fakat dalalet fenden ve ilimden gelirse izalesi müşkildir.

İmam-ı Rabbani Fennin ve ilmin aslında özünde elbette ki kabahat yok. Sen öyle biliyor, öyle görüyor, öyle düşünüyorsun. Kalbi ışık olmadığı için; zahiri gözlerin bulanık görüyor; zahiri aklın, arka plana nüfuz edememenin karışıklığı içinde kalıyor. Bilgileri hamal gibi taşıyorsun. Sindiremediğin bilgiler, seni gurura ve iddiaya sevk ediyor. Bu durumda olduğun için de, okumaların, sadece inadi karanlığını artırıyor.

İnsanları fikren dalalete atan sebeplerden biri, ülfeti ilim telakki etmeleridir. Cehaletten gelen gaflete çare bulmak zordur. Hem bilmiyor, hem de bilmediğini de bilmiyor. Beşer için iman, bütün kemalatın menbaıdır. Evet iman azalıp çoğalmaz; ya vardır, ya yoktur. Fakat inkişafında ve nurunda farklılaşmalar olur. Çok önemlidir, aradaki benzemezliği iyi idrak edelim. İnsan hayatı, bir ruh-madde sentezi… Ölüm, ruh’un bedeni terk etmesi… Ruh gider, bedenin bütün hayatiyeti söner… Sosyal hayat da bir mana-madde sentezidir… Fakat buradaki beraberlik o kadar kolay anlaşılmaz ve ilk nazarda kavranamaz.

Münsebetler o kadar açık cereyan etmez. Halbuki sosyal hayatta da mânâ kayba uğrayınca, madde çürümeye başlar. Bu tedrici ölümdür. Mânâ’dan tâviz verdikçe, maddî durumun parlaklaştığı zannedilir.

Düşünülmez ki, o dıştaki parlaklık içteki çürümeyene mâni değildir. nitekim birçok medeniyetler, büyümeleri ve parlaklıkları artarken çürümeye başlamışlardır. Gaye saadettir. Şu halde, İslam, insanın mutluluğudur. Hadis-i Şerif’te beyan edilen “Bakışın ibret, sözün hikmet, sükûtun tefekkür” olması halinin tecellisidir. İlim/amel/ihlas ve ihsan istikametini unutmayalım. Medeniyeti de.

Hastadır bu medeniyet. Bu medeniyetin kökleri çürümüştür. Bu medeniyet kendi kültürünün utancı haline gelmiştir. Bu medeniyet İslam’a muhtaçtır. Ve biliniz ki; insanın şu halini görüp de ‘İslâm’ı korku - tehlike kaynağı olarak göstermek hayata, kültüre, medeniyete ihanettir,’ insanlık suçu’dur.

Yaşar Değirmenci.