Ölçülü ve Dengeli Olalım
Zaman zaman İslamî camia içinde tenkitler yapılıyor, yazılar kaleme alınıyor. Tenkidin usulünü, üslubunu, âdâbını en iyi bilmesi gerekenlerin düştüğü hataları görünce bilmenin, duymanın, okumanın yetmediğini daha iyi anlıyorsunuz. Onun için ‘âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz’ denilmiştir. Aşçı çok iyi yemek pişirmesini bildiği, hatta pişirdiği halde o yemekten yemezse karnı doymaz. İyi bir elektrikçinin, bildiklerini uygulamazsa karanlıktan kurtulamayacağı gibi.
Bu yazıyı yazmama son zamanlardaki ‘tenkit furyası’ sebep oldu. Düşünceler önemlidir, şahıslar değil. Şahıslarla değil de fikirlerle-düşüncelerle uğraşırsak, bu metot, nefsaniyete açılan kapıların kapanması bakımından da bir ihtiyat mânâsı taşır. Fikri meselelerde, şahısları geri planda tutmak ve muhtevayı öne çıkarıp bir hakikat zemininde genişlik aramak çok faydalıdır. Bu metot, meselenin özel tarafını, istidat varsa, kendiliğinden halleder. Tersini yaparsanız, mümkün olanı da zora sokarsınız.
Yaşadığımız tecrübeler, polemik üslubunun bize hiçbir faydasının olmadığını göstermiştir. Nice usta kalemler, polemik şartlarında verimsizliğe düşmekten kurtulamamıştır. Hiç yapmayacakları hatalara sırf polemik öfkesiyle sürüklendikleri de olmuştur. Herkes nefs taşıyor; içiniz dalgalansa da, yutkunup ölçülerinizi korumaktan uzaklaşmamanız gerekir. Aksi halde muhatabınızdan farkınız kalmaz. Nefsinize pay çıkarırsanız, yolunuz tıkanır.
İnsanlar, yarıştırmayı, kızıştırmayı, birbirine üstünlük sağlama mücadelesini başlatmayı sever. Polemiği sever. Ayrıca derin şer güçler; Müslümanların bir kısmının tekelci, agresif ve birbirine düşman olmasını istiyor. Bize düşen, bu gibi tesirlere kapılmamak ve bu gibi tesirlere kapılma ihtimallerine de meydan vermemektir.
Tenkiti niçin yapıyorsunuz, yaptığınız tenkit içinde hakaret, tahkir, tezyif var mı, yazdıklarınız veya söyledikleriniz hakikaten “Allah Rızası”nı gözetiyor mu? Yoksa nefsiniz pay alıyor mu?
Tenkidiniz faydalı mı, zararlı mı? Tenkit usul ve âdâbına uymamak, kavga ve kargaşalara sebebiyet vererek “İslam Kardeşliği”ni zedeler. Hele bu tenkit, sokak ağzıyla, galiz kelimelerle seviyesizce yapılmışsa bunun kime ne faydası var? Yazılar, sözler efdaliyet hastalığına tutulmuş olanlarda, tenkit ettiği muhataplarındaki ilmî seviyeye ulaşamayanlarda görülen bir nev’î hastalıklardır.
Etrafında ‘eline sağlık, vermişsin cevabını’ gibi sözler duyunca da nefsi hakaretler çoğalıyor.
Halbuki bunların ilim ve fikir meclislerinde esamîleri bile okunmaz. Çok iyi bildiklerini zannedip habire tenkit ettikleri sahalarda değerli eserler versinler de insanlar okuyup istifade etsin. Tenkit ettiğiniz hale de düşmemiş olursunuz. Zahmetli, meşakkatli, çileli de olsa faydalı olması bakımından bu yol takip edilmeli. Doğru-dürüst belirli kaliteyi tutturan, tenkit yazılarını bulamayacak mıyız? Böyle bir makale bile yazamayanlara ‘tenkit ahlakı’na uymayan yazı döşeyenlere, sohbetlerinde bu hususlara riayet etmeyenlere: ‘hani iz’an, hani insaf” demek lazım. Emeğe saygı göstermemiz gerekmez mi? Sevgiyle, itidalle, sabırla, düşünce sorumluluğu ve şuuru ile zerre kadar ilgimiz yok ise, bizim tenkitlerimizin müspet tesiri olur mu? Bu toplumla, bu milletle, bu ümmetle onun meseleleriyle hiç ilgilenmemiş, sancısıyla sancılanmamış, derdiyle dertlenmemiş, problemlerinin halli için kafa yormamış, ‘zihin teri’ akıtmamış olanlara ne anlatabilirsiniz ki? ,
Doğruyu ‘doğru’ bir üslupla ve metotla vermek, güzeli ‘güzel’ anlatmak, bize iyilikler ve büyük faydalar getirmez mi? O zaman tenkitlerimizde faydalı olmaz mıyız?
İnsanlığın kurtuluş programı olan İslam’ı, ona ekmek ve su kadar muhtaç olan insanımıza ve insanlığa en uygun şekilde anlatmak ve insanları Müslümanca eğitmek için iş birliği yapacak yerde birbirimizle uğraşıyoruz. Anlama ve yorumlama usulünde farklılık gösterenleri ehl-i sünnetten dışlamak, ‘sapkın’lıkla itham etmek yakışır mı?
Dini açıklama ve uygulamaya yönelik farklılıklar fıkıh içinde bir kazanım değil mi? Kendileri ve tâbi oldukları imamların da beşer oldukları için yanılma ihtimali olabileceği, kendi anlayışlarından başka bir hakikat ve sahih anlayışın da bulunabileceğini kabul etmeleri halinde ‘makul ve mutedil’ bir noktada çok kolay buluşma ve kaynaşma zeminini oluşmaz mı?
Kin-öfke ve nefretle nereye gidilir? ‘Hasım bir anlayış’ın kime ne faydası var? Niçin tenkitlerimizde üslubumuza dikkat etmiyoruz.
Yapılan hatalar, düşülen yanlışlıklar varsa, bunu kardeşane söylemek varken, güzel olanları takdir etmek, tebrik etmek, teşvik ve teşekkür etmek varken bu niye yapılmıyor? Hele tasavvuf-tarikat meşrebiyle irtibatı olanlara bu durum hiç yakışıyor mu? Hani ‘nefs tezkiyesi’ vardı? ‘Nefs muhasebe ve murakabesi’ vardı?
Üstelik bunları yaşamamız, hayatımıza geçirmemiz gerekiyordu. Ne oldu, nerelerde unutuldu? İhtilaflı olunan hususlarda müminler arasında bir “ihtilaf ahlakı” olması gerekmez mi?
Acaba Allah bizi birbirimizle mi imtihan ediyor?
Ne zaman peşin hükümlerimizden, hakarete varan ifadelerimizden vaz geçeceğiz? “Mahşerin Provası” “Ümmetin İçtiması” olan aşk-şevk içinde “İslam Kardeşliği”nin canlandığı yerlerde bile fitne ve fesat içinde kalma içler acısı. Hep ölümüne tutku ve öldüresiye nefretin esaretinden kurtulmadan olmaz. Kendini açıkça hissettiren dinmez öfke, “mü’minler kardeştir” düsturu içerisinde yapılmış bir eleştiriye mani değil mi? İnanç sistemimizde “tevbe” gibi, “emr bilmaruf nehyi anilmünker” (iyi ve doğru olana teşvik, kötü ve yanlış olanı tenkit) gibi ibadet sayılan, güzelliklerin, vecibelerinin de içi boşalmaz mı? Tenkit (eleştiri) ibadettir. Yeter ki tevbe sadedinde, sevgi temelinde, adalet ve itidalle yapılsın. Kur’an’ın inanan insana yüklediği ‘tevbe’ ve ‘istiğfar’ yükümlülüğü, özeleştiriden, kendini tenkitten başka bir şey midir? Birbirimizle tartışırken İslâm ahlâkının, edep ve terbiyenin, hikmetin sınırlarını çiğnemeyelim. Tenkitte ölçü ve dengeyi kaçıran insanlar, nefsini korur gibi yanlışını korur hale geliyor. Ortak noktalar aramak, her nedense, sadece bizim değil, bütün insanların hiç sevmediği bir şey. Hep ayrılıkları, farklılıkları düşünüp konuşuyoruz. Böyle yaptığımız için de, geçinemiyoruz, sürekli gerginlikler içinde mutsuz oluyoruz. Peki, bu durum bize yakışıyor mu?
Enerjimizi israf etmeyelim. Din kardeşliğimizi zedelemeyelim. Göz nuru dökülen, alın teri, zihin teri akıtılan, fikir çilesi çekilerek yazılan eserleri bir kalemde karalamayalım. Hatasız tek kitabın Kuran-ı Kerim olduğunu unutmayalım!
İnsan en büyük hataları başkasının hatalarını düzeltirken yaparmış. Niçin böyle oluyor? Çünkü araya nefis giriyor ve insan çeşitli üstünlük, aşırılık ve tatmin duygularına kapılarak ölçüyü kaçırıyor. Tenkitler, “İslam kardeşliği”ni zedelememeli, zaafa uğratmamalı.
Yaşar Değirmenci.