* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Derdimiz İnsanlığımızın Azalması  (Okunma sayısı 111 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 7241
Derdimiz İnsanlığımızın Azalması
« : Ekim 22, 2021, 08:00:25 ÖÖ »
Derdimiz  İnsanlığımızın Azalması

Toplumun hemen her ferdi toplumdan şikâyetçi! Sanki toplum, kendini teşkil eden fertlerden ayrı bir varlıkmış gibi. Âdi ve mazeretsiz bir suçlu bile, “asıl suçlu toplumdur” diyerek nefsine bir beraat gerekçesi hazırlayabiliyor! Bu niçin böyledir?

Mutlak ölçülere uzanan bağlar ya zayıflamıştır, ya da tamamen kopmuştur. Başka sebep aramak gereksiz. Yaşadığımız sıkıntıların, içimizde yaşayan buhrandan doğduğunu fark edememek ne acı. Kafalardaki, ruhlardaki karışıklık, herkese, her şeye ve her yere yansıyor. Kurumuş ruhlarla kurtuluş ne mümkün!

Sevgi-saygı ve merhamet duygularıyla insanileştiremediğimiz her sosyal münasebet, toplumun bir tarafını mutlaka sızlatacak, acıtacak, kanatacaktır. Görünen, yaşanan huzursuzlukların aslî sebebi budur. İç düzen sağlanmadan dış düzen sağlanamaz.

Tedirginlik-anormalleşme-sessizlik huzur değildir. Sükûnet bile değildir sessizlik. Ama biz bugün muzdarib sessizliklere dahi râzı durumdayız. O kadar çaresiz ve o kadar bezginiz ki, “ehven-i şer” hesabı yapmaktan ‘hayır’ talep etmeyi neredeyse unutacağız.

Sosyal düzen, insanları büyük bir otomatik makine gibi içine alarak sallıyor, döndürüyor, evirip çeviriyor, belli bir materyalist sarhoşluğa şartlandırıp salıveriyor. Kendine gelir gibi olanlar çıkarsa, onları tekrar aynı muameleye tâbi tutuyor. Materyalizm ideolojik ilgilerinden vazgeçti, çünkü hayatın realitesi haline geldi! Şu şartlarda zaman onun lehine işliyor. İnsanları lüzumsuz şeylerle meşgul ederek vakitsiz, düşüncesiz ve fikirsiz bırakmış, bin bir maddi kaygı ile sımsıkı kuşatmış.

Çarklarını istediği gibi döndürüyor. İnanınız ki hiçbir materyalist düşünür, yaşadığımız dünya düzeni gibi bir koyu materyalizmi öngörebilmiş değildir. Bugünkü dünya düzeninin putu paradır. Fikrî görüntülü iddiaların cilasını kazıyın, altından paracı putperestliğin sırıttığını görürsünüz. Her türlü ekonomik farklılık grubu bu dünya düzeninin kölesidir.

Zengini de fakiri de.  Yahut daha az zengini de.  Geçmiş devirlerde de öyle değil miydi? Değildi. Yanlış, doğru, birtakım değerlere inanılıyordu; onlar uğruna mücadele edenler vardı. Düşünenler, yazanlar, o yolda ömrünü çileyle geçirenler vardı. Yaşamayı, kendi başına gaye olarak görmeyenler vardı…

Bunları söylerken müstesnaları değil, sosyal kesitleri kastediyorum. Tabiattaki zorlukları yenmek, ilmin ve aklın hedefi gibi gösteriliyordu. Bugün; insan, tabiatı, üretim adına tahrip ediyor. Vasıta gaye haline gelmiştir. İnsan, kendini de ‘para ihtirası’nın vasıtası haline getirmiştir. Belirtmek istediğim budur. İnsan sadece tabiatı değil, kendini de tahrip ediyor. Ana caddeden tevil sokaklarına sapıp, ışıksız kalmamızın sıkıntısına, ruh ve kültür ızdırabına göz mü yumacağız? Asıl derdimizin “kaybolan insanlığımız” olduğu hakikatini ne zaman idrak edeceğiz? Efendim devrin icabatı öyleymiş. Devrin icaplarını, devrin insanlarının oluşturduğu nasıl unutulur? 

Kim ne derse desin; bu millet,  ‘aydın’ hicranı ile karşı karşıyadır. Bin bir fedakârlıkla yetiştirdiği, fikir ve düşüncesini geliştirmekle vazifelendirdiği aydınlarının; ne ilmi ne felsefesi, ne sanatı ne siyaseti “millî şuur” sorumluluğu içinde başaramadıklarını üzüntüyle görmekteyiz. Ruh fakirliği, bu başarısızlıkların oluşturduğu çeşitli kopukluklar yüzünden yaygın hale geldi. Buna ruh kirliliğinin ‘çevre kirliliği’nin de sebebi olduğunu ilave edebilirsiniz. Tabii kültür kirliliğini de.

İçinden çıktığı kaynakla bütün bağlarını kesen aydın, kurduğu cansız dünyaya maddi-teknik kural değişiklikleriyle ‘ruh’ verebilir mi? Batı’nın metod anlayışı, çalışma disiplini, pragmatik mahareti, demokratik terbiyesi bize pek tesir etmedi. Ama dünyevi talihsizlikleriyle ilgili her macerası ve hastalığı aynen yaşandı. Bizimkisi ne modernleşmekti, ne Batılılaşmak.

Düpedüz şahsiyetimizi kaybettik. Hangi maddiyat-maneviyat dengesinden söz ediliyor? Nereden çıktı bu komik gerekçe? Felçli kolu yalnız bırakmamak için sağlamını da kurutmak dengecilik midir? Her büyüme ‘kalkınma’ mıdır?

Dert “insanlığımızın azalması” derdidir.  Kimliklerle uğraşılıyor. Asıl derdimiz ‘kişilik’ problemidir. İnsanlığımız azalmış, farkında değiliz. İnsanı maddeye köle yapan, madde uğruna insanların ruhunu, sıhhatini, mutluluğunu tahrip eden gaflet bombalarının nötrondan fazlası var eksiği yok. Biz Müslümanların üç husûsiyeti olmalıdır. Bunlar:

1. Müslümanların uğradığı musibetlere kalben üzülmesi,

2. Müslümanlara nasihat etmeyi kendisine vazife bilmesi,

3. Şahsiyetiyle güzel bir örnek olarak insanlara kurtuluş yollarını göstermesidir.

Şahsiyetini, ana-babanın verdiği unvan ile değil, kendi gayretinle kazanmaya çalış! Çünkü anan ve baban sana Ahmed, Mehmed gibi isimler vermiştir. Hâlbuki senin kazandığın ad ve unvan; senin mâneviyat, şahsiyet ve karakter sıfatın olacaktır. Bu sıfatlar sana halk arasında hüsn-i şehâdet kazandırır.

Duruşumuzu, yürüyüşümüzü terziler belirlediği sürece de beceremeyeceğiz ve insanlıktan uzaklaşacağız. Başkalarını düzeltmeye çalışmak, onları eksik ve kusurlu göstermeyi tercih etmek yerine neden düzelmeyi, kendi eksik ve kusurlarımızı gidermeyi denemiyoruz.

Çünkü o zor. Zora da talip olmak da herkesin harcı değil. Peygamberimizin doğum ayındayız.

O’nun tevazu, mahviyet ve kulluk edebine riayet gibi hasletlerini hesaba katarak meseleye baktığımızda, nefsini yerden yere vurduğunu, Cenâb-ı Hakk’ın inayetine, vekâletine, korumasına sığındığını görürüz.

Şayet, Resûl-i Ekrem Efendimizin bu sözlerinden ibret alacaksak, kendi hesabımıza şu manaları çıkarabiliriz:

“Rabb’imiz, şu anda, bize yüklediğin misyon itibarıyla yerimizi doldurmuyoruz. Zayıfız, güçsüzüz ve halk nazarında da hor hakiriz.

Söz ve davranışlarımız tutarsız, hemen her yaptığımız yanlış. Eğer, Sen bize inayet etmezsen, şerrin ta kendisiyiz. Halimizi Sana şikâyet ediyor ve bizi ıslah eylemeni diliyoruz. Tamir et bizi Rabbimiz!”

Yaşar Değirmenci.