* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: İnsan Fıtratıyla Oynamayın  (Okunma sayısı 121 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
İnsan Fıtratıyla Oynamayın
« : Aralık 13, 2020, 10:59:44 ÖÖ »
İnsan Fıtratıyla Oynamayın
   
Son zamanlarda hep gündemde tuttukları, insan fıtratını değiştirmeye çalıştıkları, hep karışık bir mahlûk (hilkat garibesi) oluşturmaya çalıştıkları meseleye el atmayıştır. Tabii en çok üzüldüğümüz taraf da Müslümanların istikametini değiştirmeleri, millî ve manevi tahribe, yıkıma gereken ‘faaliyet cevabı’nın verilmeyişidir. Elde etmek istedikleri hedef de ahlâksızlık, rezillik, edep ve hâyânın kaybettirilişi. Yaptıklarının da kılıfı; her zamanki nakaratları. Özgürlük, hak hukuk, demokrasi, laiklik, vs. Erkek erkeğe evlenmekten tutun ‘belhüm edal’ olmak istemeleri, nefsin emrine girerken iradelerini kullanamaz hâle getirmeleri de ayrı bir hicrandır. Arzu ve isteklerin (nefslerinin) kulu olmuşlar, bu kulluğu da iftihar vesilesi sayıyorlar. Bu haleti ruhiye içinde fıtratımızla (yaradılışımızla) Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda bir makaleye sığacak bir iki hususu, siz değerle okuyucularımla paylaşmak istiyorum.

İnsan her zaman insan. İnançlarıyla, aklıyla, fıtratıyla, ruhuyla, duygularıyla, meziyetleriyle-zaaflarıyla, gelişmesiyle, öz değeriyle, acılarıyla, sevinçleriyle, hasretleriyle, mutluluğuyla, denge özellikleriyle mazhariyetleriyle, maddi-manevi bütünlüğüyle ‘insan’… Aktüalite hepimizi meşgul ediyor. Dinimiz İslâm, insan fıtratı üzere bir dindir.

Fıtrî (yaratılıştan olan, tabiî, doğuştan) özelliklerini kaybeden/kaybettirilen insan;

 Âyetin “Allah’ın yaratışında değişme/değiştirilme olmaz. (Değiştirilemez.)” Veya “Allah’ın yaratmasının yerine başka şey konamaz, alternatifi yoktur” şeklinde anlamak da mümkündür.

Peygamberimizin şu hadisi, din duygusunun fıtrî olduğunu, fakat kişinin içinde yetiştiği çevrenin ve özellikle ailenin bu duygunun şekillenmesi ve gelişmesinde veya geçici olarak yahut bütünüyle körelmesinde önemli etkiye sahip bulunduğunu göstermektedir: “Her çocuk fıtrat üzere doğar.

Sonra ana babası onu Yahudi, Hıristiyan veya Mecûsî yapar.” Bu cümle ile ilgili başlıca yorumlar şöyle özetlenebilir:

Allah’ın esas yaratışı olan fıtratın gereği dışına çıkarak onu bozmaya, değiştirmeye kalkışmayın, çünkü onun yaratışına bedel bulunmaz, zayi ettiğiniz bir kabiliyeti hiçbir sanat ve çabayla yerine koyamazsınız. Allah’ın yarattığı fıtrata uygun olmayan bir din uydurmaya, ahkâm koymaya kalkışmayın. Allah’ın yaratmasını başkalarına isnat etmeye, başkalarını da yaratıcı yerine koyup şirk koşmaya yeltenmeyin. Zira Allah’ın mülk ve hâkimliği sizinkiler gibi değişikliğe uğratılamaz. Din, fıtratı değiştirmek için değil fıtrattaki genel selâmeti geliştirmek içindir. Allah Teâlâ insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa kendisi onda bir değişiklik yapmaz. Bu âyetler ışığında düşünelim. Batı’nın uşaklığını yapanlara (anlamak, düşünmek, hissetmek, hidayet yolculuğuna çıkmak, o adımları atmak ümidi/beklentisi boşunadır.) Sağlıklı bir zihin yapısıyla etrafımıza baktığımızda şu soruları sormak ayrı bir önem kazanıyor. Hayatımız; fıtrata aykırı bir faaliyet içinde geçmiyor mu? Üretirken tükenip, temizlenirken kirlenmiyor muyuz?

Beslenirken zehirlenip, yaparken bozmuyor muyuz? Dinlenirken yorulup, okurken cahilleşmiyor muyuz? Teşrifat, mefruşat, şatafat, merasim, koşuşturma, gürültü, patırtı, internet, televizyon… Hepimize ayrı bir kompozisyon halinde yüklenmiyor mu? Direncimiz gittikçe azalıp, mukavemet gücümüzü kaybetmiyor muyuz? Düşünerek yaşamadığımız için, yaşadığımız hayatı da düşünmüyoruz.

Etkilemekten ziyade etkilenmekteyiz. İç dünyamıza her geçen gün değişik metotlarla müdahaleler devam ediyor. Dijital zihin işgaline ‘dur!’ diyecek gücümüz de, direncimiz de yok! İnsanın özüne-ruhuna yabancı kalan her ilgi, bir boş çabadır, çırpınıştır. Haberde de öyledir, ilimde de, sanatta da, düşüncede de…

Nankörlük (küfrân-ı nîmet), kişinin kendisine yapılan iyiliğin değerini bilmemesidir. Fıtratını besleyen, o çizgide buluşan/buluşturulan nimetin şükürsüzlüğü, nankörlüğü! Şükrün zıddı olan, nimetlerin gerçek sahibini tanımamak ve ondan bîgâne kalmaktır. İnsanın en büyük nankörlüğü ise Rabbine karşıdır. Bu hususu Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de “Gerçekten insan, Rabbine karşı çok nankördür. Kendisi de buna şâhiddir.” (100 Âdiyat 6, 7)

Rabbimiz bizlere üzerimizdeki nimetlerin kadrini bilip iman şuuru ile şükredebilmeyi nasîb eylesin.

Gafletimiz dolayısıyla her ân bizi kuşatabilecek olan azâbından da muhâfaza buyursun. Dinî ve ahlâkî kurtuluş için tek başına fıtrat yeterli değildir.

Doğru dine yöneltecek bir peygambere ve ayrıca insanın aklını ve iradesini geliştirmesi için samimi bir çaba ortaya koymasına ihtiyaç vardır. İşte âyette “Sen hanîf olarak bütün varlığınla dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona yönel!” buyurularak fıtrat ile din arasındaki uyuma, fıtrattaki saf ve temiz yapıya, ayrıca insana da bu konuda görev düştüğüne, yani onu korumak için gayret sarfetmesi ve iradesini kontrol altında tutması gerektiğine işaret edilmektedir. Fıtrat kelimesinin İslâmî terminolojideki diğer bir anlamı da ‘âdet ve sünnet’tir. Bütün peygamberlerin ve ilâhî dinlerin doğru ve güzel bulup benimsedikleri ve Müslümanların yapmaları gerekli olan dinî âdet ve uygulamalara da fıtrat denir. Nasıl ki bir hastalık veya bir engel sebebiyle geçici veya devamlı olarak gözün görmesi mümkün olmuyorsa, fıtrat da dış etkilerle gerçek kabiliyet ve hedefinden uzağa düşebilir. Fıtratın belirleyici bir özelliği varsa da zorlayıcı bir etkisi yoktur.

Dini ve fıtratın gereklerini olduğu gibi kabullenmedikleri için onu bölen ve bu sebeple fırkalara ayrılanların da bir tür şirk içine düştüklerini göstermektedir. Bu tutumun şirk olarak nitelenmesi, söz konusu kişilerin kendi iradelerini ve kişisel arzularını ilâhî irade ve bildirime eşdeğer görüp dine ve fıtrata kısmen uymaları ve işlerine gelmeyen kısmında başlarına buyruk olmayı tercih etmeleri, üstelik kendi isteklerine taassup göstererek bağlandıkları için onları din mertebesine çıkarmalarıdır. Böylece bu kimseler, şirkin hatıra ilk gelen manasına yaklaşmakta yani başka varlıkları Allah’a ortak koşma kapsamına girmiş olmaktadırlar. Her hizip kendi elinde kalanla övündü. Parçalanan hakikat, hakikat olmaktan çıkar. Esas olan hakka tâbi olmaktır. Hak ve hakikati kendisine tâbi kılmaya kalkmak hak ve hakikate zulümdür. Dinin sağlıklı biçimde anlaşılması için gayret gösterilmesi şarttır.

Yoksa insanımızın (bilhassa gençlerimizin) deizm, panteizm, paganizm, pragmatizm nihayetinde nihilizmde buluşması önlenemez. Şu âyetin ikazıyla bitirelim.

“Sen insan fıtratına uyan yolu tut. (İslâmî kurallarla örtüşen örfü, ilmî verileri, mü’minlerin tasvip ettiği, icrasında hayır gördüğü planları, programları, adâleti uygulayarak kamu düzenini sağla.) İyi olanı emret ve haddini bilmezlere aldırma! (Bilgiden, muhakemeden uzak, tutarsız davranışlarda bulunan cahillerin faaliyetlerine karşı tedbir al)” (7 A’raf 199)

Yaşar Değirmenci