Şahsiyetli İnsanlara Hasret Kaldık
Müesseseler insan yetiştirmek, şahsiyet eğitimi vermek için vardır. Yani müesseseler insan içindir. Ne var ki günümüzde toplumsal İslami yapılanmaların çoğunda görülen uygulamalar bunun tersidir. İnsanlar müessese içindir. Eğer ille de biri feda edilecekse müessese insana değil, insanlar müesseseye feda edilmektedir. Bu tür İslami yapılanmalar bir tür insan beyni yiyerek yaşayan kral örneğinde olduğu gibi, insan tüketerek ayakta kalmaya kendilerini mahkûm etmektedirler. İslami yapılanmaların mensuplarına şahsiyet eğitimi vermek yerine ‘hizmet’ adı altında mensuplarını devamlı koşturmalarının temelinde, şahsiyet kazanan insanın başta kendisi olmak üzere içinde bulunduğu yapıyı, o yapının usulünü, üslubunu ve liderini sorgulayabilecek bir seviyeye gelmesi gerçeği yatmaktadır.
Şahsiyetli bir insan elektro mıknatıs gibi fişi takılı olduğu sürece çeken değil, doğal mıknatıs gibi fişsiz çeken bir insandır. Şahsiyetli insan haddini bilen, itaati kendisine köle, itirazı kendisini zalim etmeyen insandır. Şahsiyetli insan ‘la’ demesini bildiği kadar ‘illa’ demesini de öğrenen insandır. Şahsiyetli insan, ödünç kafayla düşünüp ödünç kalple duymak yerine kendi kafasıyla düşünüp kendi kalbiyle duyan insandır. Şahsiyetli insan, vuracağı ve duracağı yeri, konuşup susacağı yeri, oturup kalkacağı yeri iyi bilen insandır. Marazi bir ruh hali içerisinde günü gününü tutmayan, oruç tuttuğuyla bayram etmeyen, rüzgârgülü gibi en ufak esintide duygusu ve düşüncesi fırıl fırıl dönen insan değildir. Şahsiyetli insan kimsenin gölgesi olmadığı gibi kimseye gölge etmek istemeyendir. Şahsiyetli insan, ümmet denizine dökülen ırmağa karışan şuurlu ve iradeli bir damladır.
Bir İslami hareket başarılı olmak istiyorsa şahsiyetli insanlarla (kadro ile) şu dört aşamalı süreci katetmek zorundadır. 1- Şahsiyet, 2- Cemaat, 3- Kadro, 4- Müessese (Kurum). Türkiye’deki İslami yapılanmalar, şahsiyet ve cemaat aşamalarında bir yığın mesele ile karşı karşıyadır. Bu hareketi oluşturan bireylerin arasında henüz kendi kafalarıyla düşünüp kendi kalpleriyle duyan şahsiyetler çok az; entelektüel birikim sahibi, iyi yetişmiş, eylem, bilgi, iman ve ahlakıyla çevresinde temayüz etmiş, ihtisas sahibi, sorumluluğunun bilincinde, oturmuş kişiliğiyle çevresine güven telkin eden Müslüman şahsiyetlere olan ihtiyaç her zamankinden çok fazla. Allah’ın kitabında “İçinizde bulunsun” buyurduğu o cins ve çekirdek kadroyu oluşturacak şahsiyetleri yetiştirebilecek sosyal kurumlar(mektepler), yapılar olmalı. Bu yapılar, sadece ‘öğretim’ değil özellikle ‘eğitim’ ağırlıklı olmalı ve bireyi donanımlı kılmalı. Kitabi olanı hayati olana dönüştürecek bir işlev üstlenmeli. Toplumsal saldırıya karşı toplumsal savunmanın yapıldığı kale olmalı. İslami hareketin bugünkü ve gelecekteki en önemli sorunlarının başında kadro ve kurumlaşma gelmekte. Aklını hasımlarının basın-yayın kurumlarına, neslini eğitim kurumlarına, canını sağlık kurumlarına, malını ekonomik kurumlarına teslim etmiş bir harekete Allah rahmet etsin. Bir hareket ki kendi kadrolarını kendisi yetiştirip kurumlarını oluşturamıyorsa, o hareket düşmanına mecbur bir harekettir. Kurumsal saldırıları bireysel savunmalarla önlemeye kalkışmak, yel değirmenlerine karşı savaşmaktır. Bir diğer önemli sorun da ‘toplumsal proje üretme’ kısırlığıdır. Bu da, İslami düşünceye ağırlık verip, yapılmasıyla olur. Eğer toplumsal projeler üretemiyor, içinde yaşadığımız topluma sloganlar dışında somut bir takım tekliflerle gelemiyorsanız, ne dostlarınız ne de düşmanlarınız ciddiye alır sizi. İfratlar tefritler her konuda görülebilir ama temel tercihlerdeki ifrat ve tefrit kökleri apayrı bir önem taşır. Bizim toplumumuzda, ‘devletle kavga etmek’ gibi bir gelenek çizgisi ve özelliği yoktur.
“Nasılsak öyle idare olunuruz” bilgisi ile kendini (nefsini) değiştirmeyi öne alan bir hayat anlayışının üst bakışı kendini hep hissetmiştir. Temel tercihlerdeki itidal ilkesinin bu tarihi karakter oluşumunu biçimlendiren bir halk felsefesi gibi etkili olduğunu söyleyebiliriz. Bu topraklarda İslam böyle yaşandı. Hatalar olabilir, yetersizlikler görülebilir. Ama her zaman, bir ‘basiret istişaresi’ ile ‘kendi kendini ikaz’ etme mekanizması bir teminat rezervi gibi korunur. Birileri, ‘Bu böyle olmaz’ der, diyebilir ve bir ‘özeleştiri’ seslenişinin ufuk penceresi hep açık tutulur. Bizim toplumumuz mutedildir. ‘Ilımlı-uyumlu’ falan değil, mutedil. Karakteristik olarak öyledir. Tarih boyunca öyle yoğrulmuştur. İtidal, azlıkla çoklukla değil, asliyetle ve asliyetin korunmasıyla ilgili bir kavramdır. Çok sev, ama itidal üzere sev. O sevgiyi acayip bir tutku ve zaaf haline, bir sapma niteliğine dönüştürme. ‘İtidal’ işte bu. Bağırıp çağırarak, üstünü başını yırtarak, sağa sola vurarak; sevgi de yaşanmaz, üzüntü de. Bir misal vermek için söylüyorum. Tarihle yüzleşmek değil, ‘bugün’le yüzleşmek çok önemlidir. Bugünle yüzleşmek! Hangi göze ve gözlükle bakacaksın, hangi akılla düşüneceksin, hangi ışıkla aydınlatacaksın, hangi terazi ile tartacaksın? Aydın, toplumun gerisindedir. Duruşu ve bakışı itibarıyla böyledir. Dengeleri açısından böyledir.
Şahsiyetini kaybetmiş veya bulamamış insanlar; hayrı/hasenatı görmeyen bir yapının içindedir. Bu, sahibini ‘menfaatperest’ yapar. Kendisine menfaati olana sarılır. Her şeye ‘Bundan nasıl yararlanırım?’ diye bakar. Egoizmin içine gömülür, derdi kendisidir. Paylaşmaz, el uzatmaz, yardım etmez, omuz vermez, aldırmaz. Toplumun gidişatı onu ırgalamaz. Eğer hayrı/hasenatı gözetmeyen bir yapının içinde ise, bazen öyle bencilleşir ki komşunun evi yanarken kendi yumurtasını pişirmenin kaygısına düşer. Depremde yaşananlar gibi. Basit insanlar genellikle kendi anlama yetenekleri üstüne çıkan şeyleri kınarlar. Peşin hükümlerini yargılama cesaretini gösteremezler. Şahsiyetli insanlar ise; her şeyin fiyatını bilenlerden değil, her şeyin değerini bilenlerden olur. İnandığı hususlar, kendi hayatında temsil edilebilir karşılıklarını bulur. Silik insanlar, yaşadıklarını inanç edinme tehlikesi ile karşı karşıya kalırlar. Midesi aktif, beyni pasif, hisleri galeyanda olan günübirlikçi sıradanlardan olmayalım. Avam da havas da şahsiyetli olmayı kaybetmiştir.
Başka düzenlerin, başka kültürlerin, ayrıksı toplum ve çevrelerin yetiştirip eğittiği insanların kendilerini İslam’a nisbet etmesi ayrı bir derdimizdir.
Müslüman olanın, kimlik belirleme problemi olmaz. Nerede yaşıyorsa yaşasın, olmaz. Problem, kimliğin muhtevasını teşkil eden şahsiyet yapısıyla ilgilidir. Hayatın bütünlüğünü sadece İslam’ın bütünlüğü karşılar. Başka bir manevi kaynağa bağlanmışsan yahut boşluktaysan işte o zaman kimlik problemi ortaya çıkar. Çünkü hayatı kuşatmayan bir çerçevede, bütün melekelerini en iyi biçimde kullansan bile, şahsiyet zaaflarından ve yetersizliklerinden kurtulamazsın. Tezatlardan kurtulamazsın.
Yaşar Değirmenci.