* FANİ DUNYA FORUM HABERLER

Gönderen Konu: Son Kalemiz Aileye Sahip Çıkalım Evimize Yuvamıza Dönelim  (Okunma sayısı 386 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 8496


Son Kalemiz Aileye Sahip Çıkalım Evimize Yuvamıza Dönelim

Resul-i Ekrem Efendimizin önce Mekke’de, sonra Medine’de kurmuş olduğu toplumun en temel ilkesi, kişinin herhangi bir ayrım olmaksızın Allah karşısında eşit olmasıdır. Allah, Âdem ve Havva’yı birbirine eş olarak, topraktan yaratmıştır. Her ikisini de yeryüzünü birlikte imar etsinler diye var etmiştir. Her ikisine de halifelik görevi vermiş, sorumluluk yüklemiştir. Bu yaratış, insanı cinsiyet ayrımı olmaksızın Allah karşısında ve dünyaya gönderiliş amacında eşit kılmıştır. Ne yazık ki insanlık tarihi, kadın-erkek arasındaki biyolojik farklılıkları bir üstünlük meselesine dönüştürmüştür. Bu üstünlük iddiası o kadar ileriye varmıştır ki, medeniyetin beşiği denilen topraklarda bile kadınların haklarına tecavüz edilmiş, onlar daha aşağı varlıklar olarak algılanmışlardır. Böyle bir ortamda Resul-i Ekrem Efendimiz, çevresindekilerin düşüncelerine aykırı olarak kadınlara yeniden yaratılıştan sahip oldukları hakları vermiş; onları söz sahibi kılmış, onları toplumun tabii ve eşit bir parçası yapmıştır.

Kadın ve erkek, iman, ibadet ve ahlakta birbirinin velisi olarak tanımlanmış, Peygamber Efendimizin ifadesiyle onlar “bir bütünün iki eşit yarısı” olarak kabul edilmiştir.

Kendi değerlerini bilmeyenler, Peygamberimizi hiç tanımayanlar, bu millete yapılan en büyük zulümlerden, “inkılap kanunlarıyla kadının hürriyetine kavuştuğunu, kafesten kurtardığını” söyleyecek kadar cehaletlerini utanmadan, sıkılmadan söylemişlerdir. Bu zihniyete; kadının teşhir metaı hâline getirildiğini, çeşitli modern isimlerle vitrin malzemesi olduklarını anlatamazsınız. Modern hayatın, çağdaşlıkla sunduğu bütün ortak mekânlarda kadın ‘ortak mal’ hâline getirilmiştir. Çağdaşlığın, modernizmin Aile’si yoktur!

Doğurganlık oranındaki trajik düşüş, nüfusumuzun kendini yenileyemediği ve hızla yaşlanmaya doğru yol aldığımız bir gidişatı gösteriyor. Bu aynı zamanda aile yapımızdaki işlev kaybının da bir işareti.

Ayrıca kadını çalışma hayatına daha fazla katılmaya teşvik etmenin sonuçlarıyla hâlâ yüzleşmedik mesela. Aile yapısının çözülmesi, doğum oranlarının tehlikeli derecede azalışında bunun doğrudan etkisi var. Kadını çalışma hayatına teşvik etmek yerine aile içindeki rolünü saygınlaştıracak, ev hanımlığını ve anneliğini de bir meslek gibi değerlendirecek tedbirleri almak zorundayız.

Peygamber Efendimizin başlattığı bu dönüşüm, Hz. Aişe, Hz. Fatıma gibi tarihin gidişatına yön veren kadınlar ortaya çıkarmıştır. Fakat ne yazık ki yine zamanla eski inanışlar canlanmış ve kadınlar toplumsal hayatın dışına itilmeye başlamıştır. Bu, o kadar ileri noktaya varmıştır ki, kadınlar ibadet mekânlarından, camilerden bile uzak tutulmaya başlanmıştır. Sevgili Peygamberimizin “Allah’ın kadın kullarını Allah’ın mescitlerinden alıkoymayın” uyarısı adeta unutulmuştur. Hanım kardeşlerimiz Allah’ın mescitlerine yabancılaşmış, camilerde eşleriyle, çocuklarıyla ibadet edebilme neşesinden mahrum kalmışlardır. Cami özlemlerini sadece Ramazan gecelerinde teravihlerle gidermeye çalışmışlardır.

Beytullahın temelinde peygamber eşi, peygamber annesi Hz. Hacer’in ellerinin izi vardır. Safa ve Merve tepeleri arasında her sa’y yapışımızda Hz. Hacer’in aziz hatırasını zihinlerimizde yeniden canlandırmaktayız. Zemzem suyu, onun sa’yinin hürmetine ikram edilmiştir. Ve halen hepimiz onun izinde yürümekteyiz Safa ve Merve tepelerinde…

Hepimiz biliyoruz ki, Hz. Meryem’i, mabede en güzel bir şekilde buyur eden ve mihrapta eğiten Rabbimizdir. Kur’an-ı Kerim, bize Hz. Meryem’in kendisini mabede adadığını, orada rükû edenlerle birlikte rükû ettiğini öğretmektedir. O, bu mukaddes mabette arınmış ve nice ilahi lütuflara mazhar olmuştur.

Peygamber Efendimiz, ‘Bir babanın, bir annenin evladına bırakabileceği en büyük miras, şüphesiz güzel ahlaktır.’ buyurmuştur. Bu güzel ahlakın da oluşacağı yer, ailede oluşturacağımız güven ortamına bağlıdır. Güveni zedeleyen çok kötü hasletler vardır; yalan, şiddet bunların başında gelir. Şiddet denince hep el ile şiddet gelir aklımıza ama bazen dil ile şiddet, el ile şiddetten ağır gelebiliyor. Dolayısıyla bu yönden de Sevgili Peygamberimiz en büyük örneğimizdir. Allah’ın hiçbir kulu O’nun dilinden de bir şiddet görmedi.

Şiddetten uzak duracak bir aile ortamı sağlanması şarttır. Bunlar sağlanmadığı zaman, beraberinde yalnızlık ve nihilizmin geldiğini, çocukların da bundan dolayı yalnızlaştığını, yalnızlığa mahkûm edildiğini görürsünüz.

Türkiye’nin en millî olacağı alan, aile konusudur.

Bu sebeple milli varlığından beslenen bir aile modeli şarttır. Değişime, dönüşüme, küreselleşmeye karşı aidiyetimizi unutmadan “Biz kalarak değişme”liyiz. Sabit değerlerimizin pergel örneğindeki “Sabit ucu olmayan pergel daire çizemez!” ikazını da unutmayalım. Hiçbir zaman kadın işe karşı, kapitalist kültüre karşı ve modernitenin değerlerine karşı bireysel ve özgür olmaya çağrılmaz. Tam tersine İslam kültürünün annelik, hatunluk, ablalık gibi aile bağlamı reddedilir. Bunlardan çıkış bir kurtuluş ve özgürlük olarak pazarlanır.

Anne, bizim kültürümüzde nedir? Anne, bizde “cennetin ayakları altında olduğu” varlıktır. Anne, büyük bir saygıdır. Büyüktür. O sebeple onlara “öf” bile denmez. Onların ellerinden öpülür. Anne, karşılıksız sevendir. Evlatlarına maddesiz muhabbet gösterendir. “Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar” der türkülerimiz. Günümüz toplumuna yerleştirilen mutluluk anlayışı; para ile dayanışma ve paylaşma üzerine uzlaşılır. Mutluluk bu uzlaşı ve paylaşmadan doğar. Mutluluk, rızkın helalinden doğar, paranın çokluğundan değil. Annelerimize atılan büyük iftira: Anne feminist bilinçte eve kapatılan, sosyal dünyadan tecrit edilen ve kafes pencerelerde kilitli tutulan varlık. Annelerimiz bu iftiralarla gözümüzden düşürülmeye çalışılıyor.

Hiçbir Anadolu annesi böyle değil. Bunlar Kemalizm’in, sekülerizmin, laisizmin, feminizmin yalanları, iftiraları.

Kâbe için Allah’ın Evi deriz. Hz. Nuh’un insanlığı kurtarmak için yaptığı gemiye de Kur’an’da ev deniyor. Ev, en temelde aile ile varlığa gelir. Ev ne otele ne iş yerine benzer. Aile, toplumsal yapımızla yakından ilgilidir. Toplum yapımız sarsılıyor, dönüşüyor ve yapısal kayıplar yaşıyor. Yapıyı ayakta tutan kültürel anlam dünyamız ve sosyal ilişkiler çekiliyor. İş hayatı ve çalışma düzenimiz, para ile kurduğumuz ilişki pratiği, insanın anne ve baba olmadan daha fazla statü ve paraya koşması, aileyi düşündürtmüyor.

Yeniden kültürel mirasımızın ve inancımızın aileye ilişkin anlamı üzerine düşünmeliyiz.

Kapitalizmin ve modernitenin hepimizi paraya, kariyere ve taksitlere koşturduğu düzeninde bir an durup soluklanalım. Evimize dönmek yeniden soluklanmaktır. Bu düzenin metaları peşinde koşturdukça daha fazla ilaçlarla, daha fazla psikiyatristlerle kuşatılıyoruz. Daha çok makam ve paranız varsa daha çok ilacınız ve sıkıntınız var demektir.

Kendimize döneceğiz. “Kendini bilen Rabbini bilir” düsturunu yeniden hissedeceğiz. Kapitalist kamuda kaybolan “kendiliğimiz”, evde yeniden kendine gelecek.

Yaşar Değirmenci.

İNTERNET RADYOMUZ 24 SAAT YAYINDADIR.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap