Tekâsür Suresinin İkaz Ettiği Hastalıktan Kurtulalım
Tekâsür suresinin meallerini incelediğimizde bugün nazil olmuş gibi biz Müslümanları uyarıyor. Tarihselcilere de ders veriyor. Dikkatli ve düşünerek okuyup amel edelim.
Tekâsür kelimesi; “yüksek bir amaç gütmeden, neden niçin demeden mal, evlât, yardımcı ve hizmetçi gibi her devrin telakkisine göre çokluğuyla övünülen şeyleri büyük bir tutkuyla durmadan çoğaltma yarışına girişmek, mânevî ve ahlâkî sorumluluğunu düşünmeden alabildiğine kazanma hırsına kendini kaptırmak” anlamına gelmektedir. Bu tutku bireysel olabileceği gibi toplumsal da olabilir. Âyette tekâsür kavramı Câhiliye toplumunun zihniyet yapısını tanıtmakla birlikte evrensel bir mesaj da içermekte, genel bir tesbit ve dolayısıyla uyarı anlamı da taşımaktadır. Nitekim çağımızda bazı ülke ve toplumlarda hâkim maneviyattan yoksun seküler zihniyet de durmadan üretmek, tüketip tekrar üretmek, kârı ve serveti sınırsızca çoğaltmak şeklinde bir dünya görüşünü içerir. İşte bu dünya görüşü ve onun doğurduğu uygulamalar da bu âyette eleştirilen “çoklukla övünme yarışı”nın çağdaş örneğidir. Ancak insanlığın mânevî ve ahlâkî değerlerini, birikimlerini sistem dışı bırakan, hatta tahrip eden bu yarış, sonuçta ekonomik ve siyasî gücü, iletişim imkânlarını da kullanarak bireysel ilişkilerden uluslar arası ilişkilere kadar uzanan bir haksızlık ve adaletsizlik düzeni doğurmakta ve nihayet dünyayı ‘global’ sorunlar alanı haline getirmektedir. İşte bu sûrede Mekke’nin burnu büyük eşrafının tutumları üzerinden temel bir insanlık sorununa ve bunun ağır bedeline dikkat çekilmiştir.
Tefsirlerde anlatıldığına göre Câhiliye Arapları mal, evlât, akraba ve hizmetçilerinin çokluğunu bir gurur ve şeref sebebi sayarlar, hatta bu hususta övünürken yaşayanlarla yetinmeyip kabilelerinin üstünlüğünü geçmişleriyle de ispat etmek için kabirlere gider, “Bizde şu şu şerefli insanlar vardı” diyerek ölmüş akrabalarının kabirlerini gösterir, onların dahi çokluğuyla övünürlerdi. Genel anlamda insan fıtratındaki mal, evlât ve taraftarların çokluğu ile övünme vb. davranışlar eleştirilmekte, gerçek üstünlüğün âhirette ortaya çıkacağı belirtilmektedir. Ebedî olan âhiret hayatını, orada verilecek hesabı ve bu hesap için hazırlık yapmayı unutup da fani olan ve ancak daha yüksek amaçlar için kullanıldığında bir değer ifade eden mal mülk vb. imkânları bilinçsizce çoğaltma yarışına girişerek bunlarla avunup övünmenin korkunç bir gaflet ve ahmaklık olduğunu vurgulamak maksadıyla üç defa tekrar edilmiştir. Tekâsür âyeti nâzil olunca insanlar:
“- Ey Allah’ın Resülü! Bize hangi nimetlerden sorulacak? Bizim sahip olduğumuz şu iki kara şey; hurma ve sudur. Düşman yanı başımızda, kılıçlarımız omuzlarımızda, öylece darlık içinde bekleyip duruyoruz” diye sordular. Peygamberimiz:
“- Şüphesiz bunlardan da sorguya çekileceksiniz. Kıyamet gününde kula ilk sorulacak şey: Biz sana sağlıklı bir beden verme-dik mi? Biz sana doyasıya soğuk su içirmedik mi? sorusu olacaktır.” Resûlullah yine buyurur:
“Hiçbir kul, kıyâmet gününde, ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, vücûdunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden kıpırdayamaz.” Bütün bunlardan maksat, hem istikbalde karşılaşacağımız gerçekleri haber vermek hem de insanları fani sevdâlardan kurtarıp iman, sâlih amel, güzel ahlâk ve her türlü hayr ü hasenâta yönlendirmektir. Onları, fırsat geçmeden Kur’an ve sünnete uymaya çağırmaktır. Dünya sevgisi her hatanın başı onun için bu da biriktirme tutkusu aslında dünya sevgisinin bir devamı, belki sebebi, belki sonucu.
Hz. Peygamber; “Kim bir gecede bin ayet okursa Allah’ın huzuruna Cenab-ı Hak onun yüzüne güldüğü halde varır” dedi. Hz. Ömer, ‘Ey Allah’ın Resûlü! Gecede bin ayet okumaya kimin gücü yeter?’ dedi. Bunun üzerine Resûl-ü Ekrem Tekasür Suresi’ni sonuna kadar okudu ve “Nefsimi yedi kudretin¬de tutan Allah’a yemin ederim, bu bin ayete denktir” diye buyurdu. Servet mülkiyet değil, bu ayetler bize servetin mülkiyet değil emanet olduğunu söylüyor. Çoğaltma tutkusunun insanı nasıl oyaladığını, ölünceye kadar insanı insanlıktan çıkardığını söylüyor ve diyor ki elbet o gün bütün nimetlerden hesaba çekileceksiniz.
Cüneydi Bagdadi; ‘Fakr; senin hiçbir şeye sahip olmaman değildir, asıl fakr dünyalara sahip olsan da hiçbir şeyin sana sahip olmasına izin vermemendir’ der.
Dünya bir denize, yürek de bir gemiye benzer. Su geminin içine girerse gemi batar, su geminin dışında durursa gemi yol alır, gemi güzergâhında menzili maksuda erişir. Onun için suyun geminin içine girmesine izin vermemek lazım. Dünyanın, yüreğin içine girmesine izin vermemek lazım. Bir yürekte iki sevda olmaz, çatal kazık yere geçmez.
Ashabın bir dönem düştüğü ve Peygamberimizin ikazından sonra vazgeçtikleri servet toplama, Müslümanların kıblesi haline gelmiştir. Herkes bunun derdinde. Herkes biraz daha büyüme derdinde. Peygamberimiz buyuruyorlar ki:
“Ademoğlu hep, “malım, mülküm, malım mülküm” der. Halbuki senin malın; yiyip tükettiğin, giyip eskittiğin veya sadaka olarak verip de onayladığından başkası değildir.”
“Ölüyü (mezara kadar) üç şey takip eder: Ailesi, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri bâki kalır: Ailesi ve malı geri döner, ameli kendisiyle bâki kalır.”
Günaha muktedir olduğunu hissettiği zaman nefis kendisini dürter. Mal da kudretin bir çeşididir ve günaha davet edici karakteri insanı dürter. Eğer kişi onun isteğini yaparsa helâk olur. Eğer sabrederse, sıkıntıya girer; zira yapma gücü olduğu halde sabretmek daha zordur. Zenginlik fitnesi fakirlik fitnesinden daha büyüktür.
Mubahlara dalmaya (ve israfa kaçmaya) sürükler. Bu ise malın âfetlerinin başlangıcıdır.
Öyle ise mal sahibinin en güzel durumu (kendisine göre) dünya ile lezzetlenmek, nefsini buna alıştırmaktır. Öyle ki dünya ile lezzetlenmek, onun yanında normal bir âdet haline gelir. Dünya zevklerinden uzak duramayacak bir duruma gelir! Dünyanın bir kısmı kendisini, diğer bir kısmına çeker. İnsan bu zevklere alıştığı zaman, bazen helâl kazanç ile bunlara ulaşma imkânından yoksun olur.
Dolayısıyla şüphelilere dalar! Maddî durumunu düzeltip, dünya lezzetlerine nail olmak için riyakârlık, yağcılık, yalan, nifak ve diğer rezil şeylere yeltenir; zira malı çok olan bir kimsenin halka ihtiyacı çok olur. Halka ihtiyacı olan bir kimse ise, elbette onlara münafıklık yapmak, onların rızasını kazanmak için Allah’a isyan etmek mecburiyetinde kalır.
Yaşar Değirmenci.