TEVBE EDELİM
Ramazan ayının ‘Kur’an Ayı’ olduğu şuuruyla hareket ettiğimiz için yaşadığımız hayatın boşluk kabul etmediğini unutmayız. Peygamberimiz de Müslümanı tarif ederken “Müslümanın bakışı ibret, sözü hikmet, sükûtu tefekkürdür” buyurarak bizleri boşluk bırakmayan bir hayata dâvet etmektedir âdetâ... Bu sebeple olayların, gündemlerin peşinde koşmayan; yaşanan aktüaliteyi ibretle değerlendiren bir Müslüman anlayışı ikame etmemiz gerekiyor. Bunu da vahyin ışığında, vahyin inşa ettiği bir bakış açısıyla ortaya koyabiliriz.
Bizim “ahir zaman” dediğimiz, Batı’nın “ilginç zaman” dediği böyle bir devirde yaşıyoruz. Peygamberler Tarihi’ne baktığınızda gönderildikleri kavimler, Peygamberlerini dinlemediklerinden yaşadıkları dönemde toplumları helâka götüren bir sürü olay yaşamışlar. Sanki bu devirde değişik devirlerde yaşanan olayların bir çoğu aynı anda cereyan ediyor. Günahların aleniyete dökülmesinden hep korkmuşumdur. Bu halleri; Rabbimize meydan okuma gibi görmüşümdür. Gadabı İlahi’yi celbeder diye. Çünkü Sünnetullah’ta ahlakî ve hukukî tefessüh (bozulma-kokuşma-dejenerasyon) içinde yaşayan toplumlar, maddi bakımdan çok iyi durumda olsalar dahi, başlarına gelecek yakıcı-yıkıcı felaketler sonucu çöküp giderler, tarih sahnesinden silinirler. Üstelik bunu da işledikleri amelleriyle hak ederler. İçki, kumar, fâiz, zina, çıplaklık, rüşvet, sahtekârlık, yalan, dolandırıcılık, riya, zulüm, sömürü, haram yiyicilik, nimete nankörlük, sabır-şükür ve kanaatin kaybolması, günahların “utanma” yerine “meşrûiyet” kazandırılmaya çalışılması, vs. Bunların vaziyetini fay hattına çürük bina yapan, malzemeden çalan, depreme dayanıksız yüksek binalar konduranların durumuna benzetiyorum. Sadece menfaatini düşünenleri de ilave edebilirsiniz. Bütün bunlar toplumların helak sebebi. Freni tutmayan vasıtada seyahat edenlerden farkı yok bu insanların.
Peygamberimizin “Hûd Sûresi, beni ihtiyarlattı” buyurmasında; Peygamberimizin saçını ağartan asıl sebep; kavminin geri dönüşü olmayan bir helak sürecine girme tehlikesiydi. Allah’ın emir ve yasakları hususunda hassasiyet göstermeyen kavmine, eş-dost ve akrabalarına bir bela gelir endişesiydi.
Dillere destan Âd Uygarlığı, Sebe Uygarlığı ne oldu? Buna Semudluları, Hicr ve Eyke ahalisinin başına gelenleri, fuhşun çılgınlığa dönüştüğü Sodom ve Gomore’nin feci âkibetini de ekleyebiliriz. Sonra da âyetler yeni nazil olmuş gibi kendimizi İlahi hitabın muhatabı olarak görüp bu ayda ağırlık verdiğimiz Kur’an Okumalarını tefekkürle, tezekkürle, ibret alıp dersler çıkararak yapamaz mıyız? Hususiyle mukabele okurken veya dinlerken Hicr, Şuara, A’raf gibi sûrelere geldiğimizde daha dikkatli okuyup bu âyetler bugün nazil olmuş gibi düşünemez miyiz? Peygamberler Tarihi’ni inceleyerek bugünkü olaylarla irtibat kurup yeniden bir değerlendirme yapamaz mıyız? “İbret almaz mısınız ey akıl sahipleri?” sualini kendimize sorup ibret alamaz mıyız?
“Sosyal günah” haline gelen bu cürümler/günahlar, ‘yağmur duası’na çıkılması gibi topluca bir tevbe/istiğfar yapıp bu ayın bereketiyle “tevbeyi nasuh” yapıp bu aydan sonra da hayatımıza bir çeki düzen vermemizi gerektirmez mi? Günahlar nasılsa tevbesi de öyle olmalı. “Cezalar da ameller cinsindendir” sözü bir kıymet ifade etmiyor mu? Nasıl ki münferit hatalar, ferdî (bireysel) düzeltmelerle telafi edilebiliyorsa sosyal olaylar, sosyal patlamalar, “toplumsal cinnet” halleri de mutlaka “toplumsal tevbe”yi gerektirir. Yağmur duası gibi. Bir kötülüğe sessiz kalmak, o kötülüğe ortak olmak manasına gelmez mi? Hz. Salih (a. s.) Peygamberin kavminin imtihan vasıtası olan “mucize deve” kesilirken deveyi kesen bir kişiydi. Ama âyette suçlanan; bu olaya seyirci kalan toplumun tamamıydı. Felaket ve bela da sadece bu işi yapana değil, bu feci fiile sessiz kalan bütün topluma gelmiş ve C. Hak onları helak etmişti.
Yaşar Değirmenci.