Vakit ‘Mus’ab’laşma Vaktidir
Ve Mus’ab Medine’ye ulaştığında, Medineli ilk Müslümanlardan Es’ad b. Zürâre’nin evine yerleşir. Yer: Es’ad b. Zürâre’nin evininin bahçesi. Mus’ab etrafında bulunan Müslümanlara İslam’ı anlatıyor, bu sırada güçlü bir ses duyulur ileriden: “Buraya zayıf akıllıları aldatmak için mi geldiniz! Hayatınızdan olmak istemiyorsanız terk edin burayı!” Elinde mızrağı ile bütün hiddetiyle konuşan Evs kabilesinin reislerinden Üseyd b. Hudayr’dır. Etrafta bulunanlar telaşlanırlar, ama pek çok işkence ve hakarete Allah ve Resûlü hatırına katlanan ve Resûlullah’ın özel terbiyesinde yetişen Mus’ab, onun bu taşkın hâlini gayet sakin bir şekilde karşılar. Hakikat nasıl anlatılır, bunu bize gösterircersine seslenir Üseyd’e: “Biraz soluklanıp sözüme kulak verir misiniz? Hoşunuza gitmezse söylenenler, o zaman engel olursunuz”. Üseyd, bu nezaket dolu ifadeler karşısında teslim olur, saplar mızrağını yere ve başlar Mus’ab’ı dinlemeye.
Dinledikçe ufkunda şimşekler çakar, sonsuzluk çiçekleriyle donanır yüreği, “Bu ne kadar güzel, ne kadar iyi bir sözdür” der ve tekrar eder Mus’ab’la birlikte hayatına hayat katan o cümleyi: “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah.” Üseyd’i, Sa’d b. Muaz takip eder.
Söylediğini yaşıyor, yaşadığını anlatıyordu. Samimiyeti suretine, haline ve yaşam tarzına yansıyordu. O’nun için Müslümanlık sadece bir kalp işi değil hayat tarzıydı. Kur’an’ı ve Sünneti kendine tek ölçü edinmişti. Allah’ın rızasını hayatının gayesi haline getirmişti.
Mus’ab b. Umeyr’in samimiyeti, nezaketi, kibarlığı, zarefeti ve tebliğ üslubu bütün bir Evs kabilesinin Müslüman olmasının yolunu açar. Evvela kendi başını koyar Üseyd b. Hudayr’ın ve Sa’d b. Muaz’ın tehdidinin önüne, önce durun ve dinleyin, diyerek onların da başını kurtarır ebediyen. Ve o gün Sa’d b. Muaz önderliğinde bütün Evs, İslam’la tanışır. Artık Medine’nin bütün evleri tek tek aydınlanmaya başlamıştır, Es’ad bin Zürâre’nin evi bir Kur’an okuluna dönüşür; Medine’nin Dârülerkam’ıdır artık evi. O, namaz kılacakları zaman imamları, ihtilaf ettikleri zaman hakemleridir. İnsanlara, yalnızca dine nasıl girileceğini göstermemiştir, o. İslam’ın nasıl yaşanması gerektiğini öğretmiştir asıl, bütün hâl ve hareketleriyle. Kırmadan, dökmeden, kalplere/gönüller girerek. Acaba bizler de kendimize şu soruyu yöneltiyor muyuz zaman zaman? “Benimle bir vesile ile tanışanların Allah’ın kitabıyla hemhal olmalarına vesile oldum mu? Dâvâma hizmet ederken verdim mi, aldım mı? Bulunduğum konumun (imkânlarımın) esiri miyim? Bütün sahip olduğum her şey, (maddi/manevi) bende emanet ve kulluk şuuruyla hareketi oluşturdu mu? Hesap günü’nü düşünerek hareket ediyor muyum? Gizli kameralardan mı, meleklerin kaydından mı etkileniyorum? Özgürlüğün Allah’a kullukla başladığını unutuyor muyum?
Ve bir yıl sonra, miladi 622 yılında, Mus’ab b. Umeyr, Medine’den yetmiş beş Müslüman ile birlikte Resûlullah’la Akabe’de buluşmak üzere Mekke’ye doğru yola çıkar. Tek kişi olarak ayrıldığı Mekke’ye yetmiş beş kişiyle dönüşü memnun eder Efendimizi. Ve Rahmet Peygamberinin, “Kanınız kanımdır… Affınız affım… Ben sizdenim, siz de benden!...” ifadeleriyle, İkinci Akabe Biatı’nda onurlanan heyetin başındadır. Yesrib’de ilk cuma namazını kıldırandır. Yesrib’i, Âlemler Sultanı’nın hicretine hazırlayandır. İkinci Akabe Biatı’ndan sonra günler geçmek bilmemektedir. Âlemler Sultanı’nın teşrifini bekler, Yesrib. Allah Resûlü ile birlikte secde etmenin, onunla birlikte elleri Allah’a açmanın, “Veda Tepesi’nden ay doğdu üzerimize” diyebilmenin umudu içindedir, Yesrib; 622 yılının Rebîülevvel ayı, Mus’ab için bütün bu bekleyişe bir son verme ve başkentler başkentinde En Sevgili’ye kavuşma vaktidir. Kendisini ölümle tehdit edenlere; “Beni bir kere dinleyin, bir kere kulak verin. Yine beğenmezseniz dilediğinizi yaparsınız” diyordu. Nazik yaklaşımı, akıllıca verdiği cevaplar ve en önemlisi okuduğu ayetler ölü kalplerin dirilmesine vesile oluyor, kendisine en şiddetli şekilde karşı çıkanlar bile imanla nasipleniyorlardı. İrşat ve tebliğde kıyamete kadar anlatılacak, yöntemler ötesinde bir yöntemi benimseyen ve bir yıl gibi kısa bir zamanda Yesrib’de hemen hemen her eve ulaşan Mus’ab, İslam’ın ilk öğretmeni olarak Medine halkının gönüllerini nurlandırmıştır. Hz. Peygamber’in “Mus’abu’l-Hayr” diye vasıflandırdığı göz bebeği Mus’ab için yeniden hicret vaktidir. Hicret: Değersizden en değerliye, fâni olandan baki olana, dünyadan ukbaya. Uhud’da bir kez daha mübarek sancağı taşıma şerefi bahşedilir Mus’ab’a. Öyle ki; giydiği zırh ile Allah Resûlü’ne benzer, müşriklerden İbn Kâmia’nın gözünde. Efendimize saldırırken İbn Kâmia, Mus’ab b. Umeyr çıkar karşısına. Rahmet Peygamberi zannederek onu, önce sancağı tuttuğu sağ koluna indirir kılıcını, sancağı sol eline alınca ise sol koluna indirir. İki kesik koluyla sancağı göğsüne bastırıp Hz. Peygamber’e siper olmaya devam eder. Ve nihayetinde İbn Kâmia’nın mızrağıyla son hicretini tamamlar ve kırk yaşında şehadet makamına yükselir. Uhud’da, şehit edilince Mus’ab, üzerini örtecek bir kefen dahi bulunamaz, bir zamanların en varlıklı delikanlısı için. Öyle ki, Âlemler Sultanı “Seni Mekke’de gördüğümde, senden daha güzel giyinen, senden daha yakışıklı kimse yoktu. Şimdi ise, kefen olarak sarılmış hırkayı başına örtseler ayakların, ayaklarına örtseler başın açıkta kalıyor” buyurur ve hüzünlü gözlerle seslenir ashab-ı kirama: “O elbiseyi baş tarafına çekiniz! Ayaklarını izhir otuyla kapatınız!” Mus’ab b. Umeyr, çağlar ötesinden bugüne, kendi “Yesrib”lerimizi “Medine” yapacak insan yetiştirmek için nasıl bir samimiyete ihtiyaç duyduğumuzun örneğidir. Sadece bilgi sahibi olmaya değil, bildiklerimizi samimiyetle hayata geçirmeye muhtaç olduğumuzun bir nişanesidir. İşte bu sebeple; kim, nerede bulunuyorsa, bulunduğu yeri “Yesrib” kabul etmeli; gençler, Allah’a ve Resûlü’ne iman eden herkes, kendisini Resûlün “Mus’ab”ı olarak görmelidir. Vakit; hiçbir bahanenin arkasına sığınmadan köyümüze, mahallemize, şehrimize, ülkemize, insanlığa Mus’ab b. Umeyr ufkunu taşıma vaktidir. Vakit, kendimizi değiştirmediğimiz müddetçe, insanların değişmesini bekleyemeyeceğimizi anlama vaktidir... Vakit “Mus’ab”laşma vaktidir.
Yaşar Değirmenci.