Yangının Yaktığı Değerler
Günlerdir ciğerlerimiz yanıyor, milletçe kan ağlıyoruz. Köyler ve kasabalar ateş altında. Ateş ve duman Anadolu’yu kuşatıyor. Vatanımız nefes almakta zorlanıyor. İnsanlarımız ölüyor. Mahlûkat da (canlı/cansız varlıklar, hayvanlar ve bitkiler de) ölüyor. Cehennem ateşinin yeryüzüne düşen bir parçasına şahit oluyoruz. İbretler, dehşetler, facialar, acılar içinden geçiyoruz. Hassasiyetleri kaybetmek, duyarsızlaşmak bir başka hastalık! İbret almak, acı duymak, milletin derdiyle dertlenmek ayrı bir nasip ve insanlığını kaybetmeme meselesi.
Yangınlar; kül olan ormanlarımız, hayatını kaybeden insanlarımız ve yok olan mahlûkatla sınırlı değil. Bu yangınla ilgili toplumun ‘tepki göstergesi’ yangın faciası kadar önemli.
Ülkenin çeşitli yerlerinde aynı anda çıkan veya çıkartılan yangınlar, aşırı sıcaklar ve rüzgârın da etkisiyle korkunç boyutlara ulaştı. Devlet, bütün imkânlarını seferber ederek yangınla mücadeleyi sürdürürken, yangından etkilenen alanlar, ‘Genel Hayata Etkili Afet Bölgesi’ ilan edildi. Ne hazindir ki bu milli felaket günlerimizde bile bir araya gelinemiyor, yangından, acıdan, ıstıraptan, gözyaşından bile ‘siyasi rant’ devşirilmeye çalışılıyor. Sorumsuz davranış ve beyanlar bunaltıyor, canları pahasına mücadele eden kahraman itfaiye ekiplerimizin ve onlara destek olan vatandaşlarımızın hali hiç kaale alınmıyor. Yangında, öncelikle yapılması gereken şey, yangını söndürmektir. Yangın esnasında birbirini suçlamanın kimseye faydası olmadığı gibi yangının söndürülmesine zararı vardır. Kör siyaset; vicdanları dumura uğratmış, bir kısım ‘hilkat garibeleri’ aşağılık tipler, ‘ülke yansa da olur, yeter ki iktidar gitsin!’ diyecek kadar âdileşmişlerdir. Bunların suratına tükürseniz tükürüğünüze yazık olur. (Basının meşhurlarından: ‘Tayyip Erdoğan’ın gitmesi için çok büyük bir halk öfkesinin olması lazım. Büyük bir doğal afet, büyük bir deprem, büyük bir başka bir doğal felaket! Çok büyük sel, çok büyük yangınlar...’ Serbest kalması istenen, kahvaltı programı planlanan terörün siyasi kanadı da ‘Silahımız tükenir, sayımız azalırsa Bodrum’a gider yatlarını yakarız. Antalya’ya gider seralarını yakarız. İzmir’e ulaşır ormanlarını yakarız.’ Arşivlere bakabilirsiniz. Tabii dağdaki cânilerin medeni olup yerlerdeki sigara izmaritlerini bile topluyorlar sözleri ile PKK’ya yaptığı güzelleme, ‘Bir ormanı yakmak için cephaneye gerek yok, bir kibrit yeter’ Batı’da yaşayan kardeşim Cizre’ye karşı sussak, yollarda olmasak inanın ki bu ateş her tarafı yakar. Zannediyor musunuz Bodrum Cizre’ye çok uzak’) Bunlara kendi pislikleri içinde debelenen sosyal medyayı da ilave edebilirsiniz. Adına ayartıcı bir şekilde ‘sosyal medya’ denen ama gerçekte tam bir ‘asosyal medya’ olarak işlev gören Twitter, Facebook gibi mecralar, sosyal çatışmaları körüklemek, ekonomik ve siyasî kaos çıkarmak için icat edildi. Twitter, Facebook ağlarında boğuşup duruyoruz birbirimizle. Yaşadığımız ülkemizi kasıp kavuran şu yangın faciasında, pandemi sınavında bile. Yaşadıklarımıza karşı üretilen algılar ve geliştirilen dil bir hayli düşündürücü. Yangın kadar önemli. Çünkü orman yangınları mahlûkatı ateşler içinde kavururken, yangınla ilgili verilen bazı tepkiler de toplumu, zihinleri, algıları ateşe veriyor. Türkiye’de yaşadığımız budur. Bu sebeple ormanı yakan ateş kadar tehdit edici. Bizi getirdiği nokta; aklın, düşüncenin kaybolması, kanaatin, duygusal tepkilerin yok edilmesidir. Düşüncenin, hakikatin, aklı-kalbi-ruhu olan insanın bittiği; yalnızca aşırı tepkilerin, saldırganlık biçimlerinin hâkim olduğu, çatışmaların cirit attığı çölleşmiş, ruhsuzlaşmış bir dünyanın eşiğinde kendi acılarımızda bile birleşemiyoruz. İnsanlığı felâkete sürükleyen bir âfet veya hâdise yaşanıyor ama bunun kökenleri, sebepleri araştırılmıyor. Twitter, Facebook sosyal ve siyasî çatışma alanlarını alabildiğine çoğaltıyor. İnsanımızı yalnızlaştırıp kendi dünyasının dışına çıkarmayıp egoizmi yerleştiriyor. ‘Sosyal medya’ olarak bilinse de ‘kalabalıklar içinde yaşatılan yalnızlık’ yerleştiriliyor. Hayatımızı, zihin ve duygu dünyamızı da koruyalım. Başka bir yangın daha yaşamayalım. (Ruhî-zihnî-fikrî yangın.) İtfaiyenin bile söndüremeyeceği yangın…
Bir başka dehşete düşüren güncel olay: Konya’da bir eve yapılan ve aynı aileden 7 kişinin katliamına yol açan hadise de bunlar için bulunmaz fırsat oldu. ‘Kürtlerin evi ateşle verilmiş!’ Etnik ayırımcılık, ırkçılık ve çatışma peşinde olanların istediği bir yangın fırsatı. (Hangi âyeti, hadisi hatırlatayım ki) “Bütün mü’minler kesinlikle kardeştirler. Öyleyse kardeşleriniz arasında sulhu, barışı sağlayın, din ve dünya işlerini, sosyal ilişkilerini düzeltin, geliştirin. Allah’a sığının, emirlerine yapışın, günahlardan arınıp, azaptan korunun. Ola ki, ilâhî merhamete mazhar olursunuz.” Uygulandığında sadece bu ayet bu faciayı önlemeye yeter. “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” Bu hadis de.
Yangına karşı başka bir algı üretimi ve refleks de ‘saray yapıyorlar, ama uçak almıyorlar’,
Acılar, yangınlar, ölümler, vatanın kaybı bizleri kolektif bir tutuma yöneltmiyor. Kutuplaşma ve çatışma söylemlerine dayalı algılar en zor zamanlarda bile varlığını sürdürüyor. Yangın, ölümler ve milli servetin zayi olma manzarası karşısında bile ortak bir his duyamıyoruz. (Devam edeceğim inşaallah…)
Yaşar Değirmenci.