Hicretsiz olmaz!
Peygamber Efendimiz aleyhisselam:
‘Hicret iki özellik taşır: Birincisi, günahları terk etmek; diğeri, Allah ve Resûlü’ne hicret etmektir. Hicret, tevbe kabul olunduğu sürece sona ermez. Tevbe de güneş batıdan doğuncaya kadar makbûldür. Güneş batıdan doğunca artık her kalb bulunduğu hal üzere mühürlenir. İnsanlar işledikleriyle kalır.’ Gerçek muhâcir, Allah’ın yasak kıldığı şeyleri terk edendir” hadisi ile hicretin birinci özelliği olarak zikredilen “günahları terketmek” beyanının çizdiği çerçevedeki hicretin belli bir yurdu ve zamanı yoktur. Kişilerin özel şartlarına bağlı olarak her yer ve her zamanda geçerli ve bu yüzden de süreklidir. Bunu, Peygamberimizin Vedâ Haccı esnasında ifade buyurduğu şu cümlelerde de görmekteyiz: “Size gerçek mü’mini tarif edeyim mi? O, Müslümanların malları ve canları konusunda kendisinden emin oldukları kişidir. Olgun Müslüman insanların dilinden ve elinden gelecek zararlardan sâlim oldukları kimsedir. Asıl mücâhid, Allah’a taat konusunda öz nefsiyle mücâhede eden; hakiki muhâcir de hatâ ve günahları terkeden kişidir.”
Kendilerine getirmiş, fıtratına döndürmüş, mü’minleri Medine’de, Allah’ın kulu’ olduğunu hatırlatmıştır. Hicreti düşünürken Peygamberlerin ve hususiyle Peygamberimizin hayatı bilinmeden izah edilemez, anlaşılamaz, anlatılamaz. Bir soru soralım:
Mekke olmasaydı, Medine olabilir miydi?
Hicret, önce Mekke’de gerçekleşti: Peygamberimizin himayesinde, rehberliğinde mü’minler, Mekke’de Ben’ini, hırslarını, ihtiraslarını, malını, mülkünü terk ediyor; dünyanın ayartıcı, körleştirici, köleleştirici kapılarını birer birer kırıyordu. Mülk âleminden melekût âlemine açılan engin bir koridor örüyordu. Mü’minler; kendine geliyor, kendini buluyor; hakikate eriyor, hak ve hakikatle dost oluyordu. Her türlü puta, her türlü şirke, her türlü zulme, her türlü küfre meydan okuyan bir hakikat sarayı inşa ediliyordu. Mekke’de diriliş hamlesi gerçekleşmiş, mü’minin iç dünyasında sarsılmaz, muhkem bir hakikat sarayı inşa edilmişti. Menfaatleri, putları, çıkarcı ve putperest, zâlim ve haksız düzenleri sarsılma emareleri gösteren Mekkeli egemenler tarafından nebevî soluğu kesme zulümleri, işkenceleri artmıştı.
İşte Mekke’den Medine’ye hicret emri bunlardan, Taif’e davet edilmesine rağmen bir başka uğradığı zulüm ve ihanetlerden sonra geldi. İnsanın iç dünyasının vahiyle inşası; dış dünyaya da açılması, genişletilmesi bir gök kubbenin inşa edilmesini gerektiriyordu.
Hicret, dış dünyanın ele geçirilmesi değil, Allah’a ve Rasûlü’ne yönelerek dış dünyanın adamakıllı bir şekilde elden geçirilmesi, putlardan, şirkten, küfürden, zulümden, haksızlıklardan arındırılması yolculuğuydu.
Hicret, bir varoluş, yenileniş hamlesiydi: Mekke’de ekilen diriliş tohumlarının Medine’de meyveye durdurulması mücahedesi, mücadelesi ve çilesi.
Hicret, zorlu ve meşakkatli bir yolculuktu. Milat olacaktı. İnsanlığın ve varlığın kendiyle, yani fıtratıyla/hakikatle buluşma miladı, başlangıç noktası, doğum ânı.
Medine, Peygamberimizi, kendisini sadece Medine şehir (dünya) olarak değil, “ilmin Medine’si” (ilmin dünyası, kaynağı, rehberi) olarak da tarif etmiştir. O yüzden, hicret: Bir duyuş; his ve idrak inkılabının, bir düşünüş; zihin inkılabının, bir bakış duruş inkılabının, bir varoluş, kardeşlik inkılabının, bir var kılış, medeniyet inkılabının tecellisidir hicret! Bütün insanlara ve çağlara yapılan bir davetin adı ve miladıdır hicret! Yaşadığımız güncel, siyasi ve sosyal olaylar, hicret ufkuyla izaha muhtaç. “Mü’minler ancak kardeştirler.” İman kardeşliğinin, muhatapların boynuna yüklediği yükümlülükler vardır. Mü’minlerin kardeş olduğu hakikatini dile getiren âyet, bu yükümlülüğe de dikkat çeker: Mü’minler sadece kardeştirler. “Lâ tahzen innallâhe meanâ” (Üzülme! Allah bizimle beraberdir.) ayetlerini hayatımızdan çıkarmayıp anlayışımızın idrakidir hicret. Allah’ı hiç unutmayız. Allah bizim hep merkezimizdedir. Versen de Allahü ekber! Alsan da Allahü ekber! Sevindirsen de, düşsen de gülsen de, ağlasan da doğsan da ölsen yaşasan da hep Allahü ekber! Allah’tan bağımsız hayat yok! Nefsine esaretinden/kulluğundan Allah’ın kulluğuna/özgürlüğüne hicret. İnsanlığın kurtuluşu da bu hicrete bağlı. 1443 yılımızın hatırasına takvimimizin aylarını sayarak bitirelim. Muharrem, Safer, Rebiülevvel, Rebiülahir, Cemaziyelevvel, Cemaziyelahir, Recep, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade ve Zilhicce.
Yaşar Değirmenci