* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Müslümanların Görevi  (Okunma sayısı 111 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 7241
Müslümanların Görevi
« : Ağustos 21, 2022, 08:13:07 ÖÖ »
Müslümanların Görevi

Resulüllah şöyle buyurmuşlar: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden sorumlusunuz. İmam (devlet başkanı) çobandır ve sürüsünden (yönettiği halkından) sorumludur. Kadın kocasının evinin ve çocuklarının çobanıdır ve sürüsünden (ailenin diğer fertlerinden) sorumludur. Hizmetçiler ve köleler de efendilerinin mallarının çobanıdır ve sürüsünden (idaresine verilen şeylerden) sorumludur. Hepiniz çobansınız, hepiniz sürünüzden (idareniz altındakilerden mesulsünüz).” İslâm nazarında iyi olanı gerçekleştirmek, kötü olanı asgari seviyeye indirmek, Müslümanlığın icaplarından ve en önemli hususlarından biridir. Her Müslüman bilgisi ve kapasitesi nispetinde bu vazifeyi üslenmesi gerekmektedir. Müslümanlar bu görevi yüklenmekle sadece kendilerinden değil, kendi dışındakilerden de mesul olduğunu göstermektedir. Takva sahibi olmak da, Allah’a karşı sorumluluk bilincidir. Allah’a daha yakın olmaktır. Allah’a yakınlığı ancak Allah bilir ve Allah ölçer. Kılık kıyafetiyle, zikri ve tarikatıyla, camiye gidiş sıklığı ile kendini “daha muttaki” kabul etmek vebaldir. Naklettiğimiz hadis-i şerif de Peygamberimiz, mesuliyetin herkesçe paylaşılmasının ve her kesime yaygınlaştırılmasının esas olduğunu beyan buyurmuşlardır. Sorumluluğun en büyüğünün devlet başkanlarına (yöneticilerine) daha sonra sırasıyla toplumun çekirdeğini oluşturan aile reislerine ve aile içindeki bütün fertlere şamil olduğunu bizlere göstermişlerdir. Allah’a daha yakın olan, Allah’a muhatap olmanın sorumluluğuyla daha çok titrer. Sapma tehlikesini daha yakınlarında bilerek daha çok duyarlılık yüklenir, daha çok tevbe etme ihtiyacı duyar. “Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi saptırma ve bize katından bir rahmet bahşet. Çünkü yalnızca Sensin hiç karşılıksız sınırsızca lütfeden.” (3 Âli İmran 8) Bu âyet bizi hep dikkate, teyakkuz halinde tutmaya çalışmıyor mu? Peygamberimizin de “Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım! Kalbimi dinin üzerine sabit ve dâim kıl” duaları bizler içinde birer ikaz ve muhtemel ‘kalp kaymaları’na karşı hassas olmamıza dikkat çekmiyor mu? Başkalarından önce kendimize çekidüzen vermemiz, kendi hatalarımızı düşünerek başkalarının hata ve kusurlarını sayıp dökmeye fırsat bulmamalıyız. Bir talibin, ‘Benim kusurumu söyleyin ben de düzelteyim’ talebine Hasan Harkani Hazretlerinin ‘Evladım, buradakiler kendi kusur ve günahlarını düşünmekten başkalarının kusur ve günahını göremezler’ hitabı ne kadar güzeldir? Günaha kendisinin de sapabileceğini hatırlar, günahtan korkar, günahkâra dua eder. Bu durumda kendisinin sorumluluğu olup olmadığının da muhasebesini yapar. Günahkârın günahına bakıp kendisini temize çıkarmaya kalkmaz. Kendini günahtan uzak tuttuğu için gururlanmak yerine sadece Rabbine şükreder. Sorumluluğu idrak babında; Kur’ân insana “sadece iman ettik demekle Cennet’e girivereceğinizi mi sandınız?” diye sorar.

“Emr-i bi’l maruf, nehy-i ani’l münker” doğru bildiğimizi başkalarına emretmek, yanlış bildiğimizi başkalarına yasaklamak değildir. Bildiğimiz doğru ve yanlışlar önce kendi yakamıza yapışmamızı gerektirir. “Ben ne kadar doğruyu yaşıyorum?” diye kendimizi sorgulatır. Başkalarına doğruyu “emretme”nin en doğru, en sahici ve en etkili yolu, kendine doğruyu emretmek, kendi nefsinde doğruyu yaşamaktır. “Emr-i bi’l maruf, nehy-i ani’l münker” başkalarının polisi, hafiyesi yapmaz bizi. Başkalarını uyarırken, kendi kıyafetine, kendi anlayışına, kendi grubuna, kendinden yana olmaya çağırmaz insanı, Rabbine çağırır. Çok iyi bilmeliyiz ki Rabbi ücret istemeyenlere tâbi olmaya çağırır insanları. Peşinden gidilecek insanlarda bilhassa iki hususu öne çıkarır: Kendisi doğru yolda (hidayet üzere) olma ve yaptığı hizmeti menfaat için yapmama. Nitekim Kuran-ı Kerim’de “Sizden bir ücret istemeyen, sizden hiç menfaat beklemeyen, dosdoğru yolda yürüyen bu kimselere uyun! (Onlara tâbi olun)” (36 Yâsin 21) buyurulmaktadır. Peygamberimiz bile “Sana hakkıyla şükredemedik…” diyerek Hakkın hakkını veremediğini belirtir. Öyleyse, kendini doğuştan “Müslüman” bilen bizlerin Müslümanlığımızı başkalarına üstünlük taslama hakkımız var mı, olabilir mi?  “Allah indinde din İslam’dır” mealindeki âyete “Allah indinde ben ne kadar Müslümanım?” diye kendimizi hesaba çekecek bir sorumluluk idrakine sahip olamaz mıyız?

Müslüman; doğru ve güzel olana taraftar olma duyarlılığıdır. Çirkin ve batıl sözü, kim söylerse söylesin, kimden gelirse gelsin karşısındayız, münkerimizdir, bize ait değildir. Dindarlığın, ‘Dinde olanı yaşamak’ olduğunu unutmayalım. Günümüz dindarlığı; içinde bulunduğumuz şartlarda azalarak geçmişe göre fark oluşmuştur. Ancak bu farklı hal (niyet ve gayretle değerlendirildiğinde, kınayanların kınamasından korkulmadığında) mükâfat sebebi olmuştur. Peygamber Efendimiz, iki hususa önem vererek işaret etmiştir: Birinci husus, her hal ve şarta rağmen İslâm’ı yaşamaya çalışmak. İkinci husus, şartların baskısı altında eksilerek de olsa devam eden dindarlığın değerinin uygun şartlarda olandan daha değerli olduğu gerçeği. İnsanların çoğunun ‘üsveyi hasene’ güzel örnek tablosu ile ilgilerini kestikleri bir zamanda onu örnek alarak yaşamaya çalışanlara “Allah’ın yüz şehit ecri vereceği” müjdesi; zor zamanda dinimizi yaşamanın mükâfatının ne kadar büyük olacağını da ortaya koymuştur. Olumsuz şartlar içinde kusurlu da olsa dindarlığın değeri konusunda Peygamberimiz, “Şimdi siz öyle bir zamanda yaşıyorsunuz ki, bu zamanda emirlerin onda birini terk eden helak olur, sonra öyle bir zaman gelecek ki, emirlerin onda birini yerine getiren kurtulacak.” buyurur. Ashaptan Ebu Sa’lebe anlatıyor: Hz. Peygamber’den şu ayeti açıklamasını istedim: “Ey iman edenler, siz kendinize bakın; doğru yolda iseniz sapıtanlar size zarar veremez...” (5/105). Şöyle buyurdular: “İyi olanı emretmeye, kötü olanı yasaklamaya devam edin, bir gün gelip insanlara cimriliğin ve nefsani arzuların hâkim olduğunu, dünyanın tercih edildiğini, herkesin kendi görüşünü beğendiğini gördüğünüzde başkalarına aldırmadan kendinize dönüp bakın! Çünkü sizden sonra sabır günleri gelecek ve o günlerde olup bitenlere sabretmek (kötüye uymamak için direnmek) insanın avucunda ateş tutması gibi zor olacaktır. O zaman dindar olan (dini, hayatına uygulayan) kimse, sizden onun gibi amel eden elli kişinin ecrini alacaktır...” Hadislerin ışığında değerlendirildiğinde dindarlığın azaldığı, ahlâki değerlerin aşındığı, toplumun dünyevîleştiği, eğitim çevresinin bozulduğu zamanlarda ‘dindar olma’ gayret, azim, sebat ve istikameti üzere olmak bizi, Rabbimizin yanında daha değerli kılıyor. Yine böyle bir devirde ibadetler, dindarca davranışlar az dahi olsa, çoğun yerini tutuyor. Yeter ki ibadetlerimiz ahlaki davranışlarımıza yansıtarak örneklik sergileyelim.

Yaşar Değirmenci.

RADYO DİNEME LİNKİMİZ.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap