* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Kendimizle Ne Zaman Buluşacağız  (Okunma sayısı 81 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 7241
Kendimizle Ne Zaman Buluşacağız
« : Haziran 03, 2022, 08:12:27 ÖÖ »
Kendimizle Ne Zaman Buluşacağız

Son yaşadıklarımız, aydın geçinenlerin dinsizliklerini, ahlaksızlıklarını, namus, iffet ve hâyâ düşmanlıklarını basın, medya, gazete dedikleri paçavralarında paylaşmaları insanı çileden çıkarıyor. Ayrıca bağrımıza basmamız, tebrik-taltif ve teşvik etmemiz gereken hafız olan talebelerin merasimlerine tahammülsüzlükleri, sahildeki fuhşun aleniyete dökülme rezilliklerine, müdahaleyi özgürlüklerine müdahale olarak görmeleri insanı insan yapan değerlerden ne kadar uzak olduklarını gösteriyor. Biz şikâyet edeceğimize, Kemalistler, ateistler bizden şikayet ediyorlar. Ellerinden gelse, kendi ülkemizde, biz Müslümanlara hayat hakkı bile tanımayacaklarından şüpheniz olmasın. Bizim için hayat olan, hayat tarzı olan, dünya görüşü olan, İslâm hayattan çıkarıldı. Kendi hayat tarzımız ve dünya görüşümüz bizi terk ettikçe, kalan boşluğu, batı hayat tarzı, batı dünya görüşü doldurdu.

Egoizm, kapitalizm, kendi idealimizin yerini almaya çalışıyor. Nasıl tasavvufta nefs muhasebesi ve murakabesi, ilerlemenin ve gerilemenin temel şartı ise, toplum hayatında da ideali olan kişilerin, sürekli olarak otokritik (özeleştiri) yapmaları, sık sık durum değerlendirmelerinde bulunmaları hayat ve memat önemini taşımaktadır. İslam; toplumun hayat tarzıdır, sistemidir. Kendisine layık toplumlarda yalnız onun hükmü geçerlidir.

Konuşmak, tartışmak, felsefe haline getirmek, hayatın dışına çekmek, vb. hastalığı devam ettirir. Biz sadece Türkiye’deki Müslümanları değil, dünyanın en ücra köşesindeki Müslümanları da düşünmek zorundayız. Hiç kimsenin İslam’ın yüksek değerlerine halel getirmeyi amaçlayan stratejiler eşliğinde, huzur ve güven ortamını temelden sarsmaya, asırlardır sürdürülen barış içinde bir arada yaşama tecrübesine gölge düşürmeye hak ve salahiyeti olamaz. Bizim ortak inancımıza ortak değerlerimize göre bir insanı öldürmek, bütün insanlığı öldürmek gibi ağır bir günah ve vebal olup dinî, kültürel ya da etnik tabiiyetleri ne olursa olsun masum insanları hedef alan saldırılar hangi sözde kutsal değerler adına olursa olsun, hangi amaçla işlenirse işlensin, dine ve insanlığın bu coğrafyada birlikte geliştirmeye çalıştığı ortak değerlere en açık ihanettir.

En zor şartlarda dahi mabetlerin, din adamlarının, kadın, yaşlı ve çocukların korunması, Peygamberimizin biz Müslümanlara bıraktığı bir emanettir. Temel görevimiz, İslâm’ın çağrısıyla 21. yüzyıl insanını buluşturmak için var gücümüzle çalışmaktır. Dinimiz, medeniyetimiz, değerlerimizin ortak paydası, buluşma merkezimiz İslâm’dır. Kişinin varlığını anlamlandıran, hayata ve ölüme dair ideal ve gaye haritası sunan en doğru ve en yetkin kılavuzdur. Dinimiz, doğumdan ölüme kadar insan hayatının her evresinde vardır. Dinin insana iç huzuru ve yaşama sevinci vermesi ancak bilgiye dayanan ahlâk eksenli bir dinî aydınlanma ve yüksek insani erdemleri kazanmakla mümkün olabilir. Yoksa menfaatperestlik, lüks düşkünlüğü, kazanç hırsı, merhametsizlik olarak yansır. İnsanı içgüdülerinin (nefsinin, arzu ve isteklerinin)  kuklası olmaktan kurtaran yüksek ahlaktır. Bu ahlakın adına siz ‘ideal’ de diyebilirsiniz.

Toplumun biriktire geldiği güzelliklerin ruhumuza yansıyan parıltısı. Ahlaktır ki bize fiziki hayatımızın ötesinde bir ideal sunar ve onunla daha üstün manalar içinde yaşayabileceğimizi hissettirir. Bu, hayvandan ayrıldığımız noktadır ve nefsimizin arsız taşkınlıklarının hududu işte burada başlar. Nasıl idealsiz millet olamazsa, ahlaksız da toplum olmaz. Millet idealini kaybettikçe millet olmaktan çıkar; toplum da ahlakını kaybettikçe toplum özelliğini yitirir, sürü olur.

Çevrenize bakınız; her bir azası diğerinden haberdar ve duyarlı bir millet miyiz, yoksa kalabalıklar halinde ama yalnız yaşayan insanların oluşturduğu bir toplum muyuz? Yaşanılan ahlak facialarına, sosyal medyanın tahribatına, internet ağıyla kuşatılmışlığımıza bakarsanız; bu ülkenin insanının sistemli olarak sekülerleştirildiğini, bu ülkenin medeniyet ruhunun, iddialarının, ideallerinin, dinamiklerinin dinamitlendiğini görürsünüz. Bu size, bir uçurumun kenarında olduğunuz korkusunu, bir yıkılışın hezimet duygusunu vermiyor mu? Ahlâkî buhranların baskısı vicdanınıza dokunmuyor mu? Toplumun sosyal bağlarının çözülüşünü görürken bir eziklik hissetmiyor musunuz? Kişisel çıkarları toplum menfaatine tercih etmek vicdanınızda yara açmıyor mu? Dinî, millî ve insanî ideallerin çözülüşünü görüp hayıflanmıyor musunuz? Hudutsuz kazanç ve zevk hırsından rahatsız olmuyor musunuz? Lüks, konfor ve dünyevileşmenin hayat tarzı haline getirildiğini, kimlik-kişilik-şahsiyet kaybımızın farkında mıyız? Hassasiyetlerimizi mi kaybettik? Milli davalara karşı tasasızlığımız daha da artar hale mi geldi? Sömürgecilerin uygulayabileceği yabancılaştırıcı, bu toplumun devletini-saadetini-huzurunu-dünyasını yerle bir edici metamorfoz yemiş bir dünyanın sömürgeleştirilemeyen tek ülkesi olduğumuz halde kendi eğitim sistemimizin marifetiyle mi, kendi kendimizi bu hale getirdik? Ve daha bir yığın sorular. Sorular...

Şahsiyetimizi (kimliğimizi/kişiliğimizi) temizlemek, ruhumuzu gündelik hayatın bütün kirli tesirlerinden yıkamak (onlara da gusül abdesti aldırmak) kirlerini gideresiye kadar bir ruh banyosu yapmak. Mesele bu! Yaşadığımız kirli zeminin dışında kendi medeniyetimizin bir ruh coğrafyasına kavuşmaya da ihtiyacımız var. Yaşadığımız anın farkına varmamızı mümkün kılacak, bunca koşturmaca arasında şöyle durup derin bir nefes almamızı sağlayacak ve gözlerimizi içimize çevirmemize sebep olacak bir silkinişle günün kirlerinden yıkanabileceğimiz bir iç yolculuğa da. Gönül dünyamızla buluşmaya da. Şahsiyetimizin kirliliğinin temizlenmesinin ideal alışkanlıkları kazandıran örneklere (yaşanmaya) ihtiyacı var. İşe mektepten değil, aileden başlamalı.

Dijital işgalden kurtulup ellerimizi şakaklarınıza, dirseklerimizi dizlerimize dayayıp şöyle soralım kendinize: ‘Ben nasıl bir insanım? Kimim, gayem ne, dünyaya niçin gönderildim, özgür müyüm esir miyim?’ Bu ve benzeri soruları kendimizden nefret veya şahsımıza hayranlık için değil, bütün samimiyetimizle ve kendimizi anlama ihtiyacı ile yapalım. Peşin fikirlerden, yersiz methiyelerden, ucuz mazeretlerden uzaklaşarak, sanki kendimizi karşınıza alarak, bir hasta muayene eder gibi yapalım. 

Kendimize soralım: ‘Ben nasıl bir insanım! Yaşadığım hayatın ölçüsü dengesi var mı? Sekülerizme, paganizme Kemalizm’e, sahte kutsallara nasıl alıştırıldım? Kendi aidiyetimle değerlerimle ne zaman nasıl nerede buluşacağım?’ Ancak bu muhasebenin ardından kendimizle buluşup, kendimizi keşfetmeye başlayabiliriz?

Yaşar Değirmenci.