Bir Ayrılma Bireyselleşme Hikayesi
Süleyman bey 30 yaşında bir senelik evli olan danışanımdı. Kendisine bir sene önce depresyon teşhisi konmuş, ilaç tedavisi başlanmıştı. İlaçlar kendisinde uyuşukluk yaptığı için az bir süre kullanmış, daha sonra birden ilaçları bırakmıştı. İlk görüşmemizde hayattan keyif alamama, hayatına son verme düşünceleri, mutsuzluk, aşırı alınganlık, kolay ağlama, eşini mutlu edemediğini düşünerek kendini yetersiz bir eş gibi hissetme, kararsızlık şikayetlerini anlattı. Üniversite mezunu olduğu ve bir işi olduğu halde, kendini başarısız yetersiz biri olarak görüyordu. Ergenlik döneminde ailevi sorunları yüzünden yeterince ders çalışmadığı için lise ikinci sınıfta kaldığını, iş hayatına bir sene daha geç başlayabildiğini üzülerek aktardı.
Süleyman beyin eşi ve kendi ailesi, akrabaları dışında çok samimi olduğu dostları yoktu. Bu yüzden eşinden çok fazla beklentisi vardı. Her zaman eşiyle paylaşım içinde olmak, her etkinliği beraber yapmak istiyordu. Süleyman bey iki kardeşti ve kendisi ilk çocuktu. Kız kardeşiyle aralarında üç yaş fak vardı. Kendisinden annesini tanımlamasını istediğimde annesini; “Kaygılı, karamsar, içe dönük, kendisine çok düşkün, eşiyle anlaşamayan biri” olarak tanımladı. Annesinin eşiyle olan sorunlarında, tartışmalarında hep kendisine sığındığını, babasını kötülediğini, kendinden destek bulduğunu aktardı. Bu durum da babasına karşı nefret duymasına neden oluyordu.
Babasının nasıl biri olduğunu sorduğumda da; babasını “bencil, kendini daha çok düşünen, öfkesini kontrol edemeyen, aşırı öfkelendiğinde karısına ve kendisine şiddet uygulayan biri” olarak tarif etti. Aile ortamında kendisi çocukken yeterince sevilmediğini, okul başarılarının ve olumlu davranışlarının pek görülmediğini övülmediğini, olumsuz davranışlarında odaya kapatma cezası verildiğini, duygularını ifade etmesine izin verilmediğini ses tonu titreyerek anlattı. Sanki geçmişle ilgili bu acı verici anıları, olayları anlatırken halen bunları yaşıyormuş gibi hissediyordu.
Süleyman beye 12 seanslık bir terapi programı uygulandı. Psikoterapilerde Duygu odaklı terapi, Dinamik Psikoterapi ve Hipnoterapi ekollerinden yararlanıldı.
Örnek vakada görülen, ayrılma bireyselleşme konusunu değerli Psikolog Mahler çok güzel açıklamıştır. Mahler ve arkadaşları iki buçuk aydan otuz birinci aylara gelene kadar belli bir grup çocuk ile yaptığı doğrudan gözlemleme çalışmaları neticesinde, çocukluktaki gelişimsel 4 evreyi izlediklerini belirtmişlerdir.(Mahler ve ark.2003)
Bu 4 evreyi özetleyecek olursak:
Otistik evre (0-2 ay )bu evrede bebek kendi iç uyaranlarına dönük olarak yaşayan tamamen içgüdüsel bir sisteme sahiptir. Bu dönemde annenin bakım ve ilgisi, bebeği iç ve dış uyaranların seli altında kalmaktan korur. Yetersiz bakım ve ilgi, yaşamın daha sonraki dönemlerinde bütün organizmayı saran tedirginlik durumları oluşturabilir.(Pulat ve Sarıkaya 2019)
Sembiyotik ortak yaşamsal evre: (3-18 aylar) Bebek anneyi fark eder. Yani bebek, doyum ve haz verici yaşantının beden dışından geldiğinin fark etmeye başlamıştır. Ancak henüz ikili birlik hali söz konusudur ve bebek ben ile ben olmayanı henüz ayıramamaktadır.
Ayrılma Bireyleşme evresi: (18-36 aylar) Mahler’e göre yeterli düzeydeki bir sembiyoz bireyleşme adımlarının atılması ve dengeli bir kimlik duygusunun kazanılması için son derece önemlidir.
Bu evre bebeğin egosunun geliştiği evredir. Bu evrenin 3 alt evresi vardır. Bunları bir metafor ile ifade edebiliriz;
İlk alt evre olan farklılaşma evresi, bir civcivin yumurtasını çatlatarak çıkması gibidir. Birey kapalı kaldığı ve sembiyotik etkileşim içinde olduğu alandan ilk defa uzaklaşarak, adeta yumurtasını kırar ve özgürlüğe ilk adımını atar.
İkinci alt evre olan uygulama evresinde civciv yavaş yavaş yürümeye, yumurtadan uzaklaşmaya başlar.
Üçüncü alt evre olan yeniden yakınlaşma evresinde civciv kümesinden çıkar, ormana gider, ardından tekrar kümesine dönmek ister.
Bu evreleri sağlıklı bir şekilde atlatan bireyler, ayrılma bireyleşmesini gerçekleştirerek bireyliğin pekişmesi ve coşkusal nesne sürekliliğine doğru evrilmeye başlar.
Çocukluk dönemindeki akıl hastalıklarının belirgin özelliği, bireyselleşmenin, örnek olarak bireysel kimlik duygusunun kazanılamamasıdır.(Mahler, 1975)
Psikolojik yardım almaya gelen bireylerde bazen görürüz, birey bir meslek sahibidir, toplumda bir yeri vardır, kendi ailesini kurmuştur. Ancak bir yandan ebeveynlerinden birine halen bağımlıdır.
Önemli bir karar alacağında tek başına karar veremez, ebeveynlerine danışma gereği duyar.
Ebeveynlerinin sorunlarını duygularını kendisine ait gibi görür. Onlardan bağımsız bir kişi olarak bireyselleşmiştir, ama ayrışamamıştır.
Süleyman bey için de erken dönem bakım veren kişi olarak annesinin eşiyle sorunları vardı ve bunları çözebilecek kapasiteye sahip değildi.
Eşiyle karşılaması gereken duygusal ihtiyaçlarını, onu dışarıda bırakarak oğluyla karşılıyordu. Yani Mahler’in dediği gibi danışanım annesiyle iç içe geçmiş (sembiyotik) bir ilişki içindeydi ve annesi için fazlaca sorumluluk alıyordu. Danışanımın iç içe geçme düşleminin yansımaları, eşiyle olan ilişkisinde de göze çarpmaktaydı. Eşi tarafından da özel ve biricik olduğunu hissetmek ve eşinin ona muhtaç olduğunu görmek istiyordu. Eşi ne zaman kendisi için, özerkliğini destekleyecek bir şey yapsa, danışanım ona çok öfkeleniyordu. Bu da ilişkilerinin bozulmasına yol açıyordu.
Sağlıklı bireyselleştiğimiz günler duasıyla Allah (c.c )’a emanet olunuz.
KIVANÇ TIĞLI BULUT PSİKOTERAPİST DANIŞMAN.
Kaynak: Mahler. M. (2003) İnsan yavrusunun psikolojik doğumu. İstanbul Metis yayınları