* FANİ DUNYA FORUM HABERLER

Gönderen Konu: Kur’ân Günlüğü 10 Cüz  (Okunma sayısı 121 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 8042
Kur’ân Günlüğü 10 Cüz
« : Dün, 09:23:09 ÖÖ »


Kur’ân Günlüğü 10  Cüz

Önce ahlâk sonra hukuk

“Allah’a ve iki topluluğun karşılaştığı, hak ile bâtılın iyice açığa çıktığı o (Bedir) gününde kulumuza indirdiğimize iman etmişseniz biliniz ki ganimet olarak ele geçirdiğiniz her şeyin beşte biri Allah’a, peygambere, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. Allah her şeye kadirdir.” (Enfâl 8/41).

Bedir Savaşı, çok açık bir galibiyetle Müslümanların lehine sonuçlanmıştı. Savaş sonunda ciddi bir ganimet elde edilmişti. Bu durum, Müslümanların ilk defa tecrübe ettikleri bir şeydi. Bu ganimetlerin nasıl paylaştırılacağı konusu gündeme gelmişti. Hatta sahâbe arasında bu konuda birtakım ihtilaflar baş göstermişti.

Nihayet meseleyi Efendimiz’e (sav) sordular. Bunun üzerine Efendimiz ve ashab henüz Medine’ye varmadan şu meâldeki âyet nazil oldu: “Sana ganimetler (in nasıl paylaştırılacağını) soruyorlar. De ki: ‘Ganimetler, Allah’a ve Resulü’ne aittir! O hâlde siz gerçek müminler iseniz Allah’a karşı saygısızlıktan sakının, aranızı düzeltin, Allah ve Resulü’ne itaat edin” (Enfâl 8/1).

Sonrasında inen âyetler de Bedir Savaşı’nda, öncesinde ve sonrasında cereyan eden hadiseleri anlatmakta ve tahlil etmektedir. Enfâl Suresi’nin başındaki bu âyetin mesajı şudur: Ganimetlerin nasıl taksim edileceği hususunda “hukukî bir hüküm” ortaya konulmadan evvel bu konuda imanınızın gereği olarak “ahlâkî ilke”yi tespit etmek gerekir. O da şudur: Mülk Allah’ındır. Zafer de Allah’tandır. Dolayısıyla Allah’ın nasip ettiği zafer sonucunda elde ettiğiniz ganimetler de Allah’a aittir. “Biz savaştık, biz kazandık; dolayısıyla biz hak ettik.” diyerek kibirlenmeyesiniz. Öncelikle şunu bilmelisiniz ki, bu dağıtılacak ganimetler, Allah’ın size ikramı ve lütfudur. Bu sebeple Allah’a saygısızlık etmekten sakının ve aranızda ihtilafa düşmeyin. Eğer “Hz. Muhammed’e (sav) iman ettim.” diyorsanız onun vereceği hükme razı olun. Devamındaki âyetlerde de hakiki müminlerin vasıfları zikredilerek mümin şahsiyetinin iman ve ahlâk üzerine inşa edildiği/edilmesi gerektiği vurgulanmıştır.

Böylece ganimetlerin nasıl taksim edileceği hususunda Bedir’den Medine’ye dönene kadar Cenâb-ı Hak tarafından herhangi bir hukukî hüküm konulmamış, öncelikle gönüllerde bu hususta imanî ve ahlâkî bir olgunluğun yerleşmesi murad olunmuştur. Aradan belirli bir müddet geçtikten ve bu konuya bir müminin nasıl bakması gerektiği hususunda ahlâkî zemin hazırlandıktan sonra, konu hakkındaki hukukî hüküm yukarıda meâlini verdiğimiz 41. âyet-i kerîme ile vazedilmiştir.

Hikmetli Kitab’ı dikkatlice incelediğimizde şunu çok açık bir şekilde görüyoruz: Bir mesele ile alâkalı önce imanî zemin hazırlanıp o konuda ahlâkî ilke(ler) tespit edilmekte ve ondan sonra o konuya dair hukukî bir düzenleme getirilmektedir. Zira ahlâkî ilkelerin özümsenip yerleşmediği bir toplumda adaletin, huzurun ve güvenin tesisi hususunda hukukî hükümler yetersiz kalır. Burada çıkarılması gereken iki önemli ders vardır: 1. Toplumsal adaleti, huzuru, barışı ve güveni tesis edecek hükümler, hukuk metinlerinde yer almadan önce, vicdanlarda ahlâkî ilke olarak yerleşmelidir. 2. İslâm, hem gayr-i müslimlere tebliğ edilirken hem de müminlere talim edilirken daima iman hakikatlerinin ve ahlâkî ilkelerin özümsenmesine öncelik verilmelidir. Hukukî hükümler, onun üzerine bina edilmelidir. Daha açık bir dille ifade edecek olursak, ahlâkî ilkelerin eğitimi, fıkhî kuralların öğretiminden çok daha öncelikli olmalıdır.

Kader, ağlarını umulmadık bir şekilde örer

“Hani (Bedir Savaşı’nın meydana geldiği gün) iki birlik karşılaştığı sırada siz vadinin (Medine’ye) daha yakın yamacında idiniz, onlar ise daha uzak olan yamaçta idiler. Kervan da sizden daha aşağıda (deniz sahilinde) bulunuyordu. Eğer siz karşılaşma yeri ve zamanı hususunda sözleşmiş olsaydınız bile sözleştiğiniz vakitte öyle buluşamazdınız. Fakat Allah, takdir ettiği şeyi gerçekleştirmek için sizi böyle buluşturdu. Ta ki helak olan bir delil üzere helak olsun; hayatta kalan da bir delil üzere hayatta kalsın. Şüphesiz Allah her şeyi işitir ve her şeyi bilir.” (Enfâl 8/42).

Âyet-i kerîmede, Bedir Savaşı’nın yerinin ve zamanının, ilm-i ilâhîde daha önceden takdir edildiği şekilde gerçekleştiği ve bu sayede Müslümanların zafer elde ettiği vurgulanmaktadır. Görünüşte, savaşın yeri ve zamanı tesadüfen belli olmuştur. Lâkin aslında Hak Teâlâ’nın yazdığı kader çerçevesinde yeri ve zamanı o kadar hassas belirlenmiştir ki, Müslümanlar çok inceleyip hassas stratejiler ve kurnaz taktikler geliştirerek bir karara varmış olsalardı bile bu kadar başarılı bir şekilde belirlenemezdi. “Eğer siz karşılaşma yeri ve zamanı hususunda sözleşmiş olsaydınız bile sözleştiğiniz vakitte öyle buluşamazdınız” şeklinde çevirdiğimiz bölüm, şu şekilde de çevrilebilir:

“Eğer siz karşılaşma yeri ve zamanı hususunda sözleşmiş olsaydınız bile (onlarla savaş meydanında karşılaşmaya cesaret edemez) sözünüzden dönerdiniz.” Zira müşrikler hem sayı hem de teçhizat bakımından Müslümanlardan çok daha üstündüler. Ancak Allah şartları öyle ayarlamıştır ki Müslümanlar, onlardan korkmamışlardır. Ayrıca savaş meydanında mevzilendikleri konum, görünüşte Müslümanların aleyhine gibi olsa da yağmurun yağması gibi sebeplerle savaşın Müslümanlar lehine cereyan etmesine yardımcı olmuştur.

Buradan bizim çıkaracağımız mesaj ve ders şudur: Hak Teâlâ, hadiseleri ve şahısları öyle yönlendirir ki bazen tesadüf gibi gördüğünüz bir şey, hayatınızın yönünü değiştirir. Mesela hiç umulmadık bir anda ve hiç umulmadık bir yerde biriyle karşılaşırsınız ve o karşılaşma hayatınızda yeni bir sayfa açmanıza vesile olur. O karşılaştığınız kişi, ondan sonraki hayatınızda eşiniz, dava arkadaşınız, dert ortağınız veya iş ortağınız gibi en önemli kişi olur. Bazen bir yatırım yaparsınız; hiç umulmadık bir şey olur ve yıllarca çalışıp da elde edemeyeceğiniz çok büyük kazanımlar elde edersiniz veya çok emek verip elinizden geleni yaptığınız hâlde büyük kayıplar yaşarsınız. Bazen de hayat maceranızda kendinizi bir mücadelenin içinde bulursunuz, kazanma ihtimaliniz çok düşük görünür; ama öyle şeyler olur ki bir anda durum değişiverir ve umulmadık bir şekilde o mücadeleyi kazanırsınız; korktuğunuz başınıza gelmez ve başarırsınız. Bütün bunlar aslında önceden planlanmış ve ilm-i ezelîde sanki yaşanmış ve olmuş-bitmiş (âyetteki ifadeyle mefûl) şeylerdir. Fakat Allah’ın ezelî ilminde mevcut ve malum olan o şeylerin, kendisine cüz’î irade verilmiş olan insan tarafından dünya hayatında da yaşanması gerekir ki o yaşananlar üzerinden ona ebedî hayatta karşılıkları verilebilsin.

Nitekim “Ta ki helak olan bir delil üzere helak olsun; hayatta kalan da bir delil üzere hayatta kalsın.” şeklinde çevirdiğimiz ifade, bazı kelâm âlimleri tarafından bu manada yorumlanmıştır.

Mahmut Ay.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap