* FANİ DUNYA FORUM HABERLER

Gönderen Konu: Kur’ân Günlüğü 18 Cüz  (Okunma sayısı 132 defa)

0 Üye ve 5 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 8125
Kur’ân Günlüğü 18 Cüz
« : Bugün, 08:20:55 ÖÖ »

 
Kur’ân Günlüğü 18  Cüz

Kurtuluşa/huzura eren müminlerin vasıfları

“Şu Müminler kesinlikle kurtuluşa/huzura ermiştir:

Onlar, namazlarında derin bir huşu/saygı içindedirler. Anlamsız, yararsız söz ve davranışlardan uzak dururlar. Zekâtı verirler. İffetlerini korurlar.

Sadece eşleriyle veya ellerinin altında olanlarla (câriyelerle) yetinirler, bundan dolayı da kınanacak değillerdir. Ama her kim bunun ötesine geçmek isterse işte haddi aşanlar onlardır. Emanetlerine ve verdikleri sözlere sadakat gösterirler. Namazlarını (vaktinde ve) düzenli kılmaya özen gösterirler. İşte onlardır Firdevs cennetinin vârisleri ve orada onlar sonsuza dek kalacaklardır.” (Müminûn 23/1-11)

Bu âyetlerde hem dünyada hem de ahirette huzur bulan/kurtuluşa eren müminlerin özellikleri zikredilmiştir. İlk olarak, onların namazlarını derin bir saygı ve Yaratıcısının karşısındaki bir kula yaraşır bir huşu/tevazu ile kıldıklarından söz edilmiştir. Dikkat çekici olan husus şudur ki, âyette namazın şekil şartları ve kurallarından bahsedilmemiş, nasıl bir manevî şuurla kılınması gerektiği üzerinde durulmuştur. Böylece namazda asıl olanın, ilâhî huzurda olmanın bilinciyle ibadet etmek olduğu vurgulanmıştır. Demek ki huzurlu olmanın/kurtuluşa ermenin ilk şartı, “huzur”da namaz kılabilmektir.

Burada vurgu, namazdan ziyade onun ve diğer ibadetlerin nasıl bir kulluk bilinci ve manevî haz ile eda edilmesi gerektiğinedir. Yani vurgu huşuyadır, saygıyadır, tevazuyadır.

Huzur namazından hemen sonra boş işlerden yüz çevirmek üzerinde durulmuştur. Zira “huzur”da olmanın tadına varan, boş işlere iltifat etmez; Yâr’in muhabbetini zevk eden, ağyâra meyletmez.

Akabinde ise, zekât vermekten bahsedilmiştir. Zira İslâm’ın öğrettiği dindarlık, sadece kişinin kendi içine kapanarak ibadetle meşgul olup insanların sorunlarıyla ilgilenmemesi değildir. Zekâtın hem nefsi terbiye edici boyutu hem de muhtaçlara yardım boyutu vardır. Dolayısıyla İslâm’ın öğretilerinde kendi başının çaresine bakmak, yalnız kendi ibadetiyle meşgul olmak anlamında “bireysel dindarlık” yoktur.

Müminlerin bir diğer özelliği iffetli olmalarıdır. Yüce Yaratıcı, insanı erkek ve dişi olarak yaratmıştır. Karşı cinse hem duygusal hem de biyolojik olarak muhtaç olan insan, bu ihtiyacını helal yollardan gidermeli, karşı cinsle yaşayacağı ilişkiyi evlilik akdi ile resmileştirmelidir. Böylece düzenli bir aile hayatı yaşamalı, İslâmî bir yuva kurmalı ve gelecek nesilleri iyi bir aile ortamında yetiştirmelidir.

Mümin, kendisine tevdi edilen emanete, verdiği söze ve yaptığı anlaşmaya azami ölçüde sadık kalmalıdır.

Aldatmak, bir mümin için asla düşünülemeyecek bir haslettir. İman hem Yaratan’a hem de yaratılanlara sadakat göstermeyi gerektirir. Bu âyetlerde son vasıf olarak, müminlerin namazlarını vaktinde ve düzenli olarak eda etme konusunda çok hassas oldukları ifade edilmiştir. Burada şu husus dikkat çekicidir:

Müminlerin ilk özelliği olarak namazlarını huşu/saygı/tevazu ile kılmaları zikredilmiş; son olarak da vaktinde ve düzenli kılmaya özen gösterdikleri ifade edilmiştir. Demek ki keyfiyet kemiyetten önemlidir ve namazı nasıl bir manevî zevk ve huzur içinde kıldığımız her şeyden önceliklidir. Öte yandan, müminlerin vasıfları sayılırken namazda huşu ile başlanmış, namazları düzenli kılmakla bitirilmiştir. Bu da mümin için namazın ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

İfk Hadisesi: İftiranın çirkin yüzü

“O iftirayı atanlar sizin içinizden bir gruptur. Bunun sizin için kötü olduğunu sanmayın, aksine bu hakkınızda hayırlıdır. Onların her biri işlediği günahı yüklenecektir. İçlerinden günahın büyüğünü üstlenen için ise büyük bir azap vardır. Bunu işittiğiniz zaman mümin erkekler ve kadınların birbirleri hakkında hüsnüzan beslemeleri ve “Bu apaçık bir iftiradır.” demeleri gerekmez miydi? Bu iddialarına dört şahit getirselerdi ya! Bu sayıda şahit getiremiyorlarsa onlar, Allah nezdinde yalancıların ta kendileridir.” (Nûr 24/11-13).

Meâlini zikrettiğimiz bu âyet-i kerîmeler, iffet abidesi Hz. Aişe (ra) annemize bazı münafıklar ve onlara inanan bazı Müslümanlar tarafından zina iftirası atılması üzerine nazil olmuştur. “İfk hadisesi” diye bilinen bu olay özetle şu şekildedir:

Hicretin 5. Yılında Efendimiz’in (sav) önderliğinde Müslümanlar Benî Mustalik Gazvesi’nden dönüyorlardı. Hz. Aişe annemiz de bu seferde Efendimiz’e (sav) eşlik ediyordu; deve üzerine kurulmuş çadır benzeri bir yerde (perdeli mahfe) yapıyordu yolculuğunu.

Geceleyin Medine’ye yakın bir yerde konakladıklarında Hz. Aişe ihtiyaç gidermek için insanlardan uzaklaştı. Dönerken değerli bir kolyesinin düştüğünü fark edip onu aramaya koyuldu. Epey bir süre aradıktan sonra onu bulup kafileye döndü. Ancak kendisini bırakıp gittiklerini gördü.

Zira insanlar onun devenin mahfesinde olduğunu zannediyorlardı. Hz. Aişe, kendisini geride bıraktıklarını anladıklarında gelip alırlar düşüncesiyle oturup beklemeye başladı. Uyku bastırınca uyuyakaldı. Ordunun arkasını emniyete almak ve toparlamakla görevli olan Safvan isimli sahâbî Hz. Aişe’yi görünce “innâ lillâh…” diyerek uyandırdı, kendisi uzaklaşınca Hz. Aişe deveye bindi ve Safvan yürüyerek Hz. Aişe de deve sırtında kafileye ulaştılar.

Bu hadise üzerine başta Abdullah b. Übey olmak üzere bazı münafıklar, “Kafilenin gerisinde kalarak Safvan ile gayrimeşru bir ilişki yaşadı.”

şeklinde Hz. Aişe annemize çirkin bir iftira attılar. Hz. Aişe, Medine’ye döndüğünde hastalanmıştı ve bu iftiradan habersizdi. Yaklaşık bir ay sonra iftiradan haberi olunca üzüntüsünden tekrar hastalandı, Efendimiz’den (sav) izin isteyerek ailesinin evine gitti. Günlerce üzüntüsünden ağladı.

Efendimiz (sav), meseleyi soruşturduktan sonra Hz. Aişe’nin masum olduğuna kanaat getirerek bu kanaatini mescitte insanlara duyurdu.

Yaklaşık bir ay bu konu hakkında vahiy gelmedi. Efendimiz (sav), Hz. Aişe’yi görmek üzere Hz. Ebubekir’in evine gitti. Onun evindeyken, Hz. Aişe’nin iffetini ve masumluğunu tasdik eden ve ona atılan iftiranın çirkinliğini ifşa eden bu âyetler nazil oldu.

Bu hadise hakkında inen âyet-i kerîmelerden alınacak dersler şunlardır:

1. Münafıkgiller familyasına mensup zavallılar, Hz. Peygamber (sav) devrinde bile var olmuşlar ve içlerindeki nifakı kusarak Müslümanların huzurunu kaçırmaya çalışmışlardır. Samimi Müslümanların, bu tür kişilerin her zaman ve her yerde olabileceğini düşünerek onlar hakkında her daim uyanık olmaları gerekir.

2. Münafıkların en mahir oldukları konulardan biri, iftira atmaktır. İftira, münafıklığın alâmetidir. Gerçek mümin, asla iftira atmaya yeltenemez. Bununla birlikte imanı tam olarak özümseyememiş, ahlâk hâline getirememiş Müslümanlar da iftira atabilirler. Bunların iftira atması, itikadî açıdan kişiyi münafık yapmasa bile amelde münafıklıktır.

3. Musa-Hızır kıssasına dair yazımızda da vurguladığımız gibi zahir yanıltıcı olabilir. Bir Müslümana dair olumsuz bir şey fark ettiğimizde, öncelikle bunun içyüzünü araştırmalı, bu hadisenin hangi niyet ve maksatla yapıldığını incelemeli, ondan sonra bir kanaate varmalıyız.

4. Allah’tan korkan, kullara kötülük yapmaktan sakınan bir Müslüman, başka bir Müslüman hatta gayrimüslim hakkında kötü bir şey duyduğunda, hemen inanmamalı; bu sözü söyleyenin ahlâkını, niyetini ve anlatılan olayı etraflıca araştırıp incelemelidir.

5. Bir Müslüman hakkında hüsnüzanda yanılmak, suizanda yanılmaktan yeğdir.

6. İftira, başlangıçta ona maruz kalan açısından şer gibi görünebilir; ama ifşa olduğunda, ona maruz kalan için hayra, onu atan kişi için şerre dönüşür.

7. Ağır bir iftiraya maruz kaldığımızda bunu çok yadırgamamalı, Efendimiz’e (sav), Hz. Aişe annemize ve Hz. Yusuf’a bile nice ağır iftiraların atıldığını düşünmeli ve “Peygamberlere dahi iftira atan alçak karakterli insanlar bana neden iftira atmasınlar ki!” diye düşünmeliyiz.

8. Hz. Aişe gibi iffetli bir peygamber hanımı, Hz. Yusuf gibi bir peygamber dahi çok ağır bir iftiraya maruz kalabilmiştir. Ancak kişi, masum olduğu takdirde er ya da geç onun masumiyeti ortaya çıkacaktır. Yeter ki kişinin gömleği önden değil arkadan yırtılsın.

9. Bir iftiraya maruz kaldığımızda içimizden şu üç düşünceyi geçirip teselli bulmalıyız:

1. Çok şükür ki ben iftira atan kişi değilim; atılan kişiyim. Ya bir de o zavallı(lar) gibi ben de müfteri olsaydım hâlim nice olurdu!

2. Ya bir de bu iftira doğru olsaydı da ben bunları yapmış olsaydım! O çok daha kötü olmaz mıydı!

3. İftira atan kişi, Hesap Günü’nde de iftira atamayacağına göre onunla ahirette hesaplaşacağım ve hakkımı alacağım!

Hak Teâlâ, cümlemizi iftira atmaktan da iftiraya uğramaktan da muhafaza buyursun. Ancak imtihan dünyasında olduğumuza göre zaman zaman iftiraya uğramakla da sınanacağız demektir. O tür durumlarda da yukarıda bahsettiğimiz düşüncelerle teselli bulup sabredebilmeyi lütfeylesin.

Amin.

Mahmut Ay.

İNTERNET RADYOMUZ 24 SAAT YAYINDADIR.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap