Kayıt Ol
Giriş Yap
Menu
Ana Sayfa
Forum
Yardım
Ara
Giriş Yap
Kayıt Ol
www.FaniDunya.Net |HUZURUN, DOSTLUGUN, KARDEŞLİGİN EN GENİŞ PAYLAŞIMIN TARAFSIZ, KALİTELİ, DEVAMLI HİZMETİN ADRESİ
FANİDUNYA NET GENEL
KUR'ANI KERİM
YENİ - Kur'an Günlüğü
Kur'an Günlüğü 25
FANİ DUNYA FORUM HABERLER
« önceki
sonraki »
Yazdır
Sayfa: [
1
]
Aşağı git
Gönderen
Konu: Kur'an Günlüğü 25 (Okunma sayısı 67 defa)
0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
fanidunya NET
Administrator
İleti: 8231
Kur'an Günlüğü 25
«
:
Dün
, 07:47:45 ÖÖ »
Kur'an Günlüğü 25
Âfâkta ve enfüste gösterilecek âyetler nelerdir?
“Çevrelerinde ve kendilerinde bulunan delillerimizi onlara göstereceğiz. Ta ki onun hakikat olduğu kendileri için apaçık ortaya çıksın. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?” (Fussilet 41/53).
“Çevrelerinde” diye çevirdiğimiz “âfâk (ufuklar)”, “kendilerinde” diye çevirdiğimiz “enfüs (nefsler)” ve “delillerimiz” diye çevirdiğimiz “âyât (âyetler)” kelimeleri ile nelerin kastedilmiş olabileceği ve “hakikat (hak) olduğu ortaya çıkacak olan”ın ne olabileceğine dair çeşitli yorumlar yapılabilir. Bunları şöyle özetleyebiliriz:
1. “Âfâk”tan maksat Mekke’nin çevresidir; “enfüs”ten maksat ise Mekke’dir. Bu âyet ile Kur’ân, yakın bir gelecekte Müslümanların Mekke ve çevresini fethedeceklerini mucizevî bir şekilde haber vermiştir. “Hak olduğu ortaya çıkacak olan” şey de Kur’ân’ın Allah kelâmı ve Hz. Muhammed’in (sav) Allah elçisi olduğudur.
2. “Âfâk”tan maksat tümüyle insanın yaşadığı dünya ve onu çevreleyen evrendir; “enfüs”ten maksat ise insanın biyolojik ve psikolojik bünyesidir. Kur’ân bu âyette, gelecekte insanoğlunun hem dünyada hem de uzayda var olan bir takım bilimsel yasalara ilâveten kendi biyolojik ve psikolojik yapısının işleyişine dair de pek çok bilimsel yasayı keşfedeceğini bildirmektedir. Bu durumda “hak olduğu ortaya çıkacak olan” şey, insanı ve evreni bu muazzam yasalarla yaratmış olan akıl sahibi bir Yaratıcı’nın zorunlu olarak var olması gerçeğidir.
3. Tasavvuf düşüncesi çerçevesinde bu âyet şöyle anlaşılmış ve yorumlanmıştır: “Âfâk”tan maksat, insanın gözlemlediği dış âlemdir. “Enfüs”ten maksat ise insanın iç âlemidir. Âyet-i kerîme, Hak Teâlâ’nın, basiret/kalp gözü ile varlığa ve varoluşa bakabilme istidatı olan kullarına hem evrende esmâsının tecellileri yoluyla hem de kendi iç âlemlerinde keşfen tecrübe edecekleri şekilde yegâne “hakikî var olan”ın kendisi olduğunu göstereceğini bildirmektedir. Buna göre “hak olduğu ortaya çıkacak olan” şey, O’nun yegâne hakikî varlık (el-vücûdu’l-hak) olduğudur.
Âyete bu manaların tamamının verilmesinin uygun olduğu kanaatindeyiz. Yani âyetin, mezkur üç manayı kapsaması mümkündür. Şöyle ki, âyet indiğinde muhtemelen Mekkeliler bu âyet ile yakın bir gelecekte Mekke ve çevresinin Müslümanlar tarafından fethedileceğinin bildirildiğini anlamışlardır. Ancak Kur’ân-ı Hakîm’in her asırdaki muhatabına bir şeyler söylediğine nazaran, bize de “Allah, size varlığının delillerini ya bilimsel keşiflerle ya da manevî/mistik keşiflerle gösterecektir” şeklinde akıllarımızın ve kalplerimizin iman ve marifet ile fethedilebileceğine dair bir haber ve müjde verdiğini anlayabiliriz. Allahu a’lem.
Allah kavramı ancak tenzih ve teşbihin birlikte kullanılmasıyla anlaşılabilir
“O’nun benzeri gibi hiçbir şey yoktur. O her şeyi işiten, her şeyi görendir” (Şûrâ 42/11).
Bu âyet-i kerimedeki “leyse kemislihî şey’un” ifadesiyle, Hak Teâlâ’nın değil benzeri, O’nun benzerinin bir benzerinin bile olamayacağı belirtilerek Yaratıcı ile yaratılanlar arasında zat ve sıfatlar yönünden en ufak bir benzerliğin tasavvur edilemeyeceği bildirilmiştir. Âyetteki bu ifade, Allah’ın tenzîhî sıfatlarından biri olan “muhâlefetün li’l-havâdis (yaratılmışlara benzememek)” sıfatının Kur’ân’daki en açık ifadesi ve delilidir. Bu yönüyle âyet, âlimler tarafından genellikle “tenzih (Allah’ı yaratılmışlara benzetmemek)” bağlamında kullanılmıştır. Ancak Muhyiddin İbnu’l-Arabî bu âyete şöyle bir açılım getirmiştir: Âyette önce “O’nun benzeri gibi hiçbir şey yoktur.” denilmekle tenzih yapılmıştır. Ama hemen akabinde “O her şeyi işiten, her şeyi görendir.” denilerek teşbih yapılmıştır. Zira işitmek ve görmek yaratılmışlarda da olan özelliklerdendir.
Bunun sebebi Şeyh-i Ekber’e göre şudur: Biz Allah’ı yalnız tenzih eder ve “O, her türlü maddîlikten ve hâdislikten (sonradan var olmak) münezzehtir; O, hiçbir mahluka benzemez.” diyerek O’nun sıfatlarını kabul etmez (bunlara “Allah’ın sıfatlarını iptal edenler” anlamında “ta’tîl ehli” denilir) ve “O, şu olamaz, bu olamaz.” gibi olumsuzlayıcı cümleler kullanırsak zihnimizde O’nun ne olduğuna dair bir tasavvur oluşmaz. Yalnızca son derece soyut ve ne olduğu tam belli olmayan bir Tanrı anlayışı ortaya çıkar. Nitekim filozofların Tanrı anlayışı bu şekildedir. Buradan da deist bir Tanrı inancı doğar.
Zira mutlak tenzih, Tanrı’yı salt bir soyut ilke olarak gören deizme götürebilir. Öte yandan Tanrı’yı yalnızca teşbihî sıfatlarla anlamak ve anlatmak da mahluklara benzeyen bir Tanrı anlayışına götürür. (Bunlara “Allah’ı mahluklara benzetenler” anlamında “teşbih ve tecsim ehli” denilir). İbnu’l-Arabî meâlen şunu der: “İnsan, Allah’ı iki yolla kavrayabilir: Akıl ve hayal. Akıl, tenzih etmek; hayal ise teşbih etmek ister. İnsan, bu iki yetiyi birlikte kullandığında daha doğru bir Allah tasavvuruna ulaşır. Biz Allah’ı ne yalnız tenzih ne de yalnız teşbihle bilebiliriz. Biz, O’nu tenzih ve teşbihi birlikte kullanarak bilebilir; O’na dair doğru bir tasavvuru ancak bu ikisini birlikte kullandığımızda elde edebiliriz.” (Detaylı bilgi için Füsûsu’l-Hikem’in Nuh Fass’ına bakılabilir). Şeyh-i Ekber’in bu yorumu, gayet isabetli görünüyor. Zira Hikmetli Kitap’ta hem O’nu yaratılmışlara benzemekten tenzih eden ifadeler hem de O’nun için “eli olmak, yüzü olmak, hükümranlık tahtı olmak, gelmek, sevmek ve öfkelenmek” gibi yaratılmışların sıfatlarına benzer sıfatlar kullanılmıştır. Böylece O’nu, tenzihi esas almakla birlikte mecburen bazı yönlerden yaratılmışların sıfatlarına (bunların kemâl derecesini kastederek) teşbih ederek bilebileceğimiz gösterilmiştir. Allahu a’lem.
Müminlere söyle kâfirleri bağışlasınlar!
“İman edenlere, Allah’ın günlerine inanmayanları bağışlamalarını söyle. Zira sonunda, her bir topluluğa, hak ettikleri cezayı Allah bizzat verecektir” (Câsiye 45/14).
Sebeb-i nüzul rivayetlerinden anlaşıldığına göre Hz. Peygamber’i (sav) inkâr edenler, ona ve ashâbına eziyet edici söz ve fiillere yeltendiklerinde Hz. Ömer gibi bazı sahâbîler onlara mukabelede bulunmak istemiştir. O hadiseler üzerine bu âyet nazil olmuştur. Âyette geçen “Allah’ın günleri”nden maksat, ya Allah’ın dünyada inkârcıları cezalandıracağı günlerdir ya da Hesap Günü’dür.
Âyette hem ilk muhataplarına hem de kıyamete kadar gelecek tüm muhataplara verilen mesaj şudur: Siz, kâfirleri bireysel olarak cezalandırmaya çalışmayın. Elinizden geldiğince hak ve hakikati anlatın; insanları hak dine ve insanca bir hayat tarzına çağırın. Bu konuda size hadsizlik yapanlar çıktığında onları cezalandırmayın, affedin. Zira bağışlamak büyük bir erdemdir. Neticede Allah onlara hak ettikleri cezalarını bir gün elbet verecektir. Siz, mümkün mertebe affetmeyi ve bağışlamayı tercih edin. Güzel bir yöntemle, nezaketle tebliğinizi yapın. Bazı müfessirler, bu âyetin savaşmayı emreden âyetlerle nesh edildiğini söylemişlerdir. Ancak bu, isabetli bir yorum değildir. Râzî ve Elmalılı Hamdi Efendi’nin de belirttikleri gibi bu âyette lüzumu hâlinde savaşmak yasaklanmamış; savaş ortamının olmadığı zamanlarda kişisel tartışmalar ve kavgalardan uzak durulması tavsiye edilmiştir.
Dolayısıyla bu âyetle savaşı emreden âyetler arasında bir çelişki yoktur ve bunun o âyetler tarafından nesh edildiği düşünülmemelidir. Allah a’lem.
Mahmut Ay.
İNTERNET RADYOMUZ 24 SAAT YAYINDADIR.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol
veya
Giriş Yap
Kayıtlı
Yazdır
Sayfa: [
1
]
Yukarı git
« önceki
sonraki »
www.FaniDunya.Net |HUZURUN, DOSTLUGUN, KARDEŞLİGİN EN GENİŞ PAYLAŞIMIN TARAFSIZ, KALİTELİ, DEVAMLI HİZMETİN ADRESİ
FANİDUNYA NET GENEL
KUR'ANI KERİM
YENİ - Kur'an Günlüğü
Kur'an Günlüğü 25