* FANİ DUNYA FORUM HABERLER

Gönderen Konu: Kur’ân Günlüğü 3 Cüz  (Okunma sayısı 97 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 8063
Kur’ân Günlüğü 3 Cüz
« : Mart 03, 2025, 09:11:21 ÖÖ »


Kur’ân Günlüğü  3  Cüz

Şefaate inanmak şirk midir?

3. cüzün ilk sayfasında, Resûl-i Ekrem’in (sav) “Allah’ın Kitabı’ndaki en büyük âyet” olarak nitelediği “âyetü’l-kürsî” yer alır. Bu âyette, Cenâb-ı Hakk’ın Hayy ve Kayyûm isimleri zikredilip evrendeki her şeyin hakiki manada yegâne mâlikinin O olduğu bildirildikten sonra şefaat konusuna geçilir ve şöyle buyurulur:

“O’nun izni olmadan, O’nun katında kimin şefaat yetkisi olabilir ki!” (Bakara 2/255). Bu âyetten ve şefaat hakkındaki başka bazı âyetlerden hareketle, modern dönemde bazı kimseler, Kur’ân’a göre şefaatin şirk olduğunu iddia ederler. Bu meseleyi, çok özet bir şekilde ele almaya çalışalım. Öncelikle şunu ifade edelim ki; Hz. Muhammed’in (sav) şefaat edeceğine inanmanın şirk olduğunu iddia etmek, tamamen modern dönemde ortaya çıkmıştır. Önceki dönemlerdeki âlimlerden Efendimiz’in (sav) şefaatini inkâr eden kimse olmamıştır. Bu, Hıristiyanlığın protestanlaşmasına benzer bir şekilde İslâm’ın protestanlaştırılması sürecinin doğurduğu bir sonuçtur. Nitekim Ortodoks ve Katolik mezheplerinde Hz. Meryem başta olmak üzere azizlerin şefaat yetkisine inanılırken, Hz. İsa dışındaki kişilerin şefaati, İsa’nın tek ve mutlak şefaatçi olduğu inancına aykırı düşmesi sebebiyle Protestan mezhebinde kabul edilmez. Kur’ân’da şefaati olumsuzlayan bazı âyetlere istinaden Hz. Muhammed’in (sav) şefaatini inkâr etmenin, “Yalnızca Kutsal Kitap! (Sola Scriptura!)” sloganıyla ortaya çıkan Protestanlığa benzer şekilde “Yalnızca Kur’ân!” mottosuyla ortaya çıkan Kur’âncılık akımının doğuşundan sonra dillendirilmeye başlaması tesadüf olamaz. Bu görüşte olanlar özetle şöyle derler: “Kur’ân’da şefaat inancı reddedilmiş ve şefaatin tamamen Allah’a ait olduğu bildirilmiştir. Hz. Muhammed’e (sav) ya da başka herhangi bir insana şefaat yetkisi verildiğine delâlet eden bir âyet yoktur. Şu hâlde, şefaatin her türlüsü Kur’ân tarafından reddedilmiştir ve şirktir.”

Kur’ân’da “şefaat” kavramı, müşriklerin inanç sistemini ve zihin dünyalarını tenkit bağlamında ele alınmıştır. Bir başka ifadeyle, bir putperest inancı olarak tevhid inancına açık bir şekilde aykırı olan ve bu sebeple reddedilen “şefaat” anlayışı söz konusudur. Meakkeli putperestler “Bunlar, bizim Allah katındaki şefaatçilerimizdir.” (Yunus 10/18) ve “Biz, bu putlara bizi Allah’a yakınlaştırsınlar diye tapıyoruz.” (Zümer 39/44) diyorlardı.

Kur’ân ise onların, putları şefaatçi olarak görmelerinin asılsız ve bâtıl bir inanç olduğunu şöyle ifade etmiştir:

“Onların şirk koştukları putların şefaat yetkisi yoktur.” (Rum 30/13).

Hikmetli Kitap, putperestlerin şefaat inancını reddederken, şu iki hususu vurgulamıştır: 1. Şefaat yetkisi, tamamen Allah’a aittir. (Bk. Zümer 39/44, En’âm 6/51 ve 70). 2.

Allah, sadece kendisine ait olan şefaat yetkisini, dilediği kullarına verebilir. Şu meâldeki âyetler, buna örnek gösterilebilir: “O gün, Rahman’ın izin verip sözünden razı olduğu kimselerin dışındakilerin şefaati fayda vermeyecektir.” (Tâhâ 20/109)

“Allah’ın huzurunda, O’nun izin verdiği kimselerin dışındakilerin şefaati fayda etmez.” (Sebe 34/23)

“Müşriklerin, Allah’ın yerine taptıkları putların şefaat yetkileri yoktur. Ancak bilerek hakikate şahitlik edenlerin böyle bir yetkisi olabilir.” (Zuhruf 43/86).

Açıkça görüldüğü üzere bu ve benzeri âyetlerde, putların şefaat yetkisi olmadığı, ancak Cenâb-ı Hakk’ın izni ve rızasıyla, hakikate şahitlik etmiş kimselerin şefaat edebileceği ifade edilmiştir. Nitekim “Şefaatçilerin şefaati bunlara fayda vermeyecektir.” (Müddessir 74/48) meâlindeki âyetten anlaşıldığına göre “şefaatçiler” vardır; ancak onların şefaati önceki âyetlerde özellikleri sayılan kimselere nasip olmayacaktır.

Kur’ân’ı sağlıklı bir şekilde anlayabilmek için parçacı değil bütüncül bir okuma yapmak gerekir. Aksi takdirde, parçacı bir okumayla herkes Kur’ân’dan istediği manayı çıkarmaya çalışabilir. Kur’ân-ı Hakîm’deki her bir âyetin metinsel bir bağlamı vardır. İlgili bağlama umumî bir söz uygun düşerse umumî; hususî bir söz uygun düşerse hususî bir söz söylenmiştir. Özel hüküm/mana barındıran âyet, genel hüküm/mana barındıran âyeti tefsir eder/açıklar. Mesela “De ki: Şefaat yetkisi, tamamıyla yalnızca Allah’a aittir.” (Zümer 29/40) meâlindeki âyette şefaatin yalnızca Allah’a ait olduğu söylenmiştir. Ancak yukarıda zikrettiğimiz üzere, Cenâb- Hakk’ın yalnızca kendisine ait olan bu hakkı, bazı kullarına kullandırabileceğini bildiren âyetler, bu âyetin manasını detaylandırıcı mahiyettedir. Benzer şekilde “De ki: İzzet, tamamıyla sadece Allah’a aittir.” (Fâtır 35/10) buyurulur. Bir başka âyette ise “İzzet; Allah’a, Resûlü’ne ve müminlere aittir.” (Münâfikûn 63/8) buyurularak önceki âyetin manası detaylandırılmıştır.

Önceki âyete bakarak “‘Allah’tan başka bir kimse de izzetli olabilir.’ diyen kişi şirke düşer.” denilemez.

“O gün, ne bir alışveriş, ne bir dostluk ne de şefaat olacaktır.” (Bakara 2/254) meâlindeki âyete göre, kıyamet gününde dostluk da şefaat de mümkün olmayacaktır. Ancak bir başka âyette de “Dostlar, o gün birbirlerinin düşmanıdırlar. Ancak müttakiler hariç.” (Zuhruf 43/67) buyurularak müttakiler arasında dostluk olacağı bildirilmiştir. Şu hâlde nasıl ki yalnızca birinci âyete bakarak “Kıyamet gününde, insanlar arasında asla bir dostluk olmayacaktır. Buna inanan müşrik olur.”

Denilemeyeceği gibi “Âyette kıyamet günü şefaat olmayacağı söyleniyor. O hâlde şefaate inanmak Kur’ân’a aykırıdır ve şirktir.” de denilemez.

Şefaat, şayet Cenâb-ı Hak’tan bağımsız olarak enbiya ve evliyanın tasarrufundaymış gibi inanılıyorsa; böyle bir inancın, Kur’an’a aykırı ve şirk olduğu açıktır. Ancak Cenâb-ı Hakk’ın, kendi tasarrufunda olan bu yetkiyi başta Efendimiz Muhammed Mustafa (sav) olmak üzere peygamberlerine ve salih kullarına kullandırması şeklinde anlaşıldığı takdirde, tevhid inancına halel getirecek bir durum söz konusu değildir.

Fahreddin Râzî’nin de zımnen ifade ettiği gibi; şefaat, ödülü hak eden kimseye ödülünü takdim etme yetkisini bir başkasına vermeye benzer. Tıpkı günümüzdeki ödül takdim törenleri gibi. Ödül takdim edilirken, onu takdim etme şerefi, kendisini onurlandırmak için saygın ve itibarlı birine verilir. Ahiretteki ödül takdimlerini de böyle düşünebiliriz. Şu hâlde, Rahmeten lilâlemîn olan Muhammed Mustafa’nın (sav) şefaati demek, Erhamurrâhimîn olan Yüce Allah’ın rahmeti demektir.

Şefaat, O’nun rahmetinin önce Muhammed Mustafa (sav) üzerinde, sonra da onun (sav) eliyle ve aracılığıyla müminler üzerinde tecelli etmesinden ibarettir.

Biz, katıksız bir tevhide inanan günahkâr müminler olarak, Rabbimizin rahmetine, Efendimiz’in (sav) şefaati vasıtasıyla nail olmayı niyaz eder; ebedî hayattaki ödülümüzü Efendimiz’in (sav) mübarek elinden almayı ümit eder ve bu bilinçle cân-ı gönülden “Şefaat yâ Resûlallâh!” deriz.

Mahmut Ay.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.