www.FaniDunya.Net |HUZURUN, DOSTLUGUN, KARDEŞLİGİN EN GENİŞ PAYLAŞIMIN TARAFSIZ, KALİTELİ, DEVAMLI HİZMETİN ADRESİ
FANİDUNYA NET GENEL => KUR'ANI KERİM => YENİ - Kur'an Günlüğü => Konuyu başlatan: fanidunya NET - Mart 04, 2025, 08:31:45 ÖÖ
-
(http://www.fanidunya.net/resimler/besmele.png)
Kur’ân Günlüğü 4. - Cüz
İyi/erdemli insan kimdir?
4. cüzün ilk âyeti, iyi/erdemli insanın önemli özelliklerinden birini (diğerleri için bk. Bakara 2/177 ve 189) zikretmektedir: Sevdiklerinden infak etmek. Âyetin meâli şöyledir: “Sevdiklerinizden infak etmedikçe ‘iyilik’ makamına ulaşamazsınız.” (Âl-i İmrân 3/92). Buna göre, iyi insan sevdiği malından, mülkünden ve herhangi bir dünyalığından vazgeçip onu Allah rızası için infak edendir. Erdemli insana yakışan, en sevdiğinin rızasını kazanmak için dünyevî sevgilerden vazgeçmektir.
Malımızla yapabileceğimiz en değerli yatırım, onu infak etmek suretiyle ebedî bir manevî gelire dönüştürmektir. Âyet-i kerîme, infak kültürü hakkında çok önemli bir noktayı vurgulamaktadır: Makbul infak, kıymetli olan bir şeyi vermektir. Değerli olmayan, eskimiş, kıyıda köşede kalmış bir şeyi elden çıkarmak amacıyla vermek, makbul bir infak ve erdemlilik değildir. İnfak edilen şey, ne kadar değerliyse, infak da o kadar değerli ve sevaptır.
Bu âyetin tefsiri bağlamında, Kur’ân’ın sahâbe-i güzîn efendilerimiz tarafından nasıl anlaşıldığını gösteren çok mühim iki rivayet zikredilir kaynaklarda. Enes b. Mâlik’in (ra) üvey babası ve ensârın zenginlerinden olan Ebû Talha (ra), bu âyeti duyar duymaz Resûl-i Ekrem’e (sav) koşar ve “Ya Resûlallah! Duydum ki Allah sevdiklerimizden infak etmemizi istiyormuş. Benim en kıymetli malım Beyruhâ bahçesidir; onu Allah yolunda infak etmek istiyorum.” der. Efendimiz (sav), onun bu davranışını över; aslında kişiye kazandıran malın böyle bir mal olduğunu belirtir ve evlatlarını başkalarına muhtaç bırakmaması için bu bahçeyi varisleri arasında taksim etmesini tavsiye eder. (Buhârî). Benzer şekilde Hz. Ömer (ra) de en değerli mülkünün, Hayber’deki bağı olduğunu söyleyerek onu Allah yolunda infak etmek istediğini Cenâb-ı Peygamber’e (sav) söyler; o da:
“Aslını tut; meyvesini infak et.” buyurur. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra), geliri gerekli yerlere infak edilmek üzere o bağı vakfeder (Buhârî). Sahâbe-i kirâmın âyetleri tefsir etmeleri, tatbik etmek şeklinde olmuştur. Onlar, bir âyet duyduklarında, sanki onun ilk muhatabı ve ondaki hükümlerden ilk sorumlu olan kişi kendileriymiş gibi hareket etmişlerdir. Biz de mümkün mertebe böyle okumalıyız Hikmetli Kitab’ı. Onu en iyi anlamanın yolunun, onu en uygun bir şekilde hayatımıza tatbik etmek olduğunu, Kur’ân’ın yaşandıkça anlaşılacak bir kitap olduğunu unutmamalıyız. Mesela bu âyeti hayatımıza tatbik etmek için şu soruyu soralım: “Benim en kıymetli malım hangisi?” Sonra da nefsimizi infaka alıştırmak için kendimizi Resûlullah’ın (sav) bir sahâbîsi gibi hayal edip, tıpkı Hz. Ömer ve Ebu Talha gibi “Ya Resûlallah! Benim en değerli malım budur. Buyurun, bunu Allah yolunda infak ediyorum.” demeyi hayal edelim. Bunu zaman zaman yaptığımızda, gönlümüz infaka ısınacak; yapacağımız infaklar sayesinde de kalbimizi mal mülk sevgisinden azat etmenin ona ne kadar iyi geldiğini ve bizi Rabbimize nasıl yaklaştırdığını göreceğiz.
Devran daima döner: Hayatta yenmek de var yenilmek de
Âl-i İmran Suresi’nin 121-122. âyetleri Uhud harbinden; hemen akabindeki 123-128. âyetleri ise Bedir harbinden söz eder. 140-141. âyetlerde Bedir ve Uhud savaşlarının mukayesesi yapılır. 152-155 ve 165-175. âyetler de yine doğrudan Uhud harbi sürecinde yaşananları anlatır.
Aralardaki âyetler ve 175. âyetten sonraki âyetlerin de Uhud harbi sonrasında indiği anlaşılmaktadır ve bu âyetlerde Müslümanların neden yenildikleri, yenilgiden nasıl dersler çıkarmaları gerektiği üzerinde durulur. Bu âyetlerde verilen mesaj özetle şudur: Bedir’deki zafer, Allah’ın yardımıyla olmuştur. Zira müminler, Hz. Peygamber’in (sav) talimatlarına harfiyen uymuşlardır. Bu da onların ilâhî yardımı hak etmelerine vesile olmuştur. Uhud’da ise, dışı mümin içi kâfir pek çok münafığın çıkardığı fitneler, uyandırdıkları şüpheler ve savaş esnasında Ayneyn Tepesi’ndeki okçuların ganimet peşine düşerek Resûlullah’ın (sav) o tepeyi asla boşaltmamaları gerektiği şeklindeki talimatına uymamaları sebebiyle bozgun yaşanmıştır. Demek ki; sebepler âleminin kurallarına uyulmaz ve Cenâb-ı Hakk’ın yardımını celbedecek tavırlardan uzaklaşılırsa, Allah’ın son elçisi Muhammed Mustafa’nın (sav) komutanlık ettiği ordu bile yenilebilir. Hayat çizgisi, sürekli yükselerek ya da alçalarak devam etmeyebilir; bazen zafer bazen hezimet yaşanabilir. Başarıyı Allah’tan bilip şımarmamak, yenilgiden ise ders çıkarıp umutsuzluğa kapılmadan ve heyecanı yitirmeden mücadeleye yeniden başlamak gerekir. Hayat sergüzeştinde Bedir de vardır Uhud da; zafer de vardır hezimet de. Devran daima döner.
Uhud’daki yenilgi ve faiz arasında nasıl bir ilişki vardır?
Uhud yenilgisinin tahlilinin yapıldığı âyetlerin ortasında ilginç bir şekilde faiz ile alâkalı şu meâlde bir âyet-i kerîme yer alır:
“Ey iman edenler! Sakın ola, kat kat faiz yemeyin! Allah’tan sakının ki kurtuluşa eresiniz.” (Âl-i İmrân 3/130). Uhud yenilgisi ile faiz arasında şöyle bir ilişki kurulabilir:
Uhud’da, ilk başta savaşın seyri Müslümanların lehinde iken, Ayneyn Tepesi’ndeki Müslümanların Hz. Peygamber’in (sav) talimatına uymayıp ganimet peşine düşmeleri nedeniyle savaş, bozgun ile sonuçlanmıştı. Yani; mal sevgisi Uhud meydanındaki savaşı kaybettirmişti. Faiz ve tefecilik de aşırı mal sevgisinden, mal biriktirme sevdasından kaynaklanan bir açgözlülüktür. Şayet “hayat meydanı”nda nefsimize karşı verdiğimiz mücadelede, Hikmetli Kitab’ın ve Kutlu Nebi’nin “Mal biriktirme telaşına düşerek faiz yemeyin!” talimatına uymazsak, manen hezimete uğrar, hayatımızdaki bereketi ve huzuru kaybederiz.
Akıllı insan kimdir?
Âl-i İmrân Suresi’nin 190. âyetinde meâlen şöyle buyurulur: “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün farklı oluşunda öz akıl/akl-ı selim sahipleri için ibretler vardır.” Sonraki âyette de bu “öz akıl veya kalb-i selim” sahipleri diye çevirdiğimiz “ulu’l-elbâb”ın özellikleri verilir:
“Onlar ayakta dururken, otururken ve yatarken her daim Allah’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler.” “Lüb” kelimesi “bir şeyin özü” demektir. Bu manada, nefsânî kirlerle bozulmamış, saflığını muhafaza edebilmiş “öz akıl”a “lüb” denir. Kur’ân’a göre bu “akıllı” insan kimdir? diye sorduğumuzda bir sonraki âyet, bunu şöyle cevaplar:
Allah’ı zikreden; varoluş ve evren hakkında tefekkür eden insandır. Yani; salt rasyoyu, mantığı kullanma işi değildir Kur’ân’daki akletmek. Yaratan’ı unutmadan yaratılanı düşünmektir; Halik’i zikretmek ile mahluku fikretmeyi birleştirebilmektir. Hikmetli Kitab’ın bizden isteği; akıl ile kalbi ya da modern tabirle beynin düşünme ve duygu merkezlerini birlikte kullanmaktır.
Mahmut Ay.
İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.
RADYO FANİDUNYA FM
www.fanidunya.net