Kayıt Ol
Giriş Yap
Menu
Ana Sayfa
Forum
Yardım
Ara
Giriş Yap
Kayıt Ol
www.FaniDunya.Net |HUZURUN, DOSTLUGUN, KARDEŞLİGİN EN GENİŞ PAYLAŞIMIN TARAFSIZ, KALİTELİ, DEVAMLI HİZMETİN ADRESİ
FANİDUNYA NET GENEL
KUR'ANI KERİM
YENİ - Kur'an Günlüğü
Kur’ân Günlüğü 8 Cüz
FANİ DUNYA FORUM HABERLER
« önceki
sonraki »
Yazdır
Sayfa: [
1
]
Aşağı git
Gönderen
Konu: Kur’ân Günlüğü 8 Cüz (Okunma sayısı 372 defa)
0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
fanidunya NET
Administrator
İleti: 8063
Kur’ân Günlüğü 8 Cüz
«
:
Mart 08, 2025, 08:36:43 ÖÖ »
Kur’ân Günlüğü 8 Cüz
Dinlerini parçalayıp fırkalara ayrılanlar gibi olmayın!
“Dinlerini parçalayıp bölük pörçük gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir alâkan yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir” (En’âm 6/159).
Kur’ân’ın tarihsel ve metinsel bağlamı dikkate alındığında ilk akla gelen, bu âyet-i kerîmede bahsedilen kimselerin, Yahudiler ile Hristiyanlar veya müşrikler olduğudur. Ancak Kur’ân’ın asıl muhatabı müminler olduğuna göre, Kur’ân’da Ehl-i Kitab’a ve müşriklere yöneltilen eleştiriler ve uyarılardan müminlerin de kendilerine uygun şekilde ders almaları gerekir. Bu âyet-i kerimede Müslümanlara şöyle zımnî bir uyarı yapıldığı söylenebilir: “Yahudi ve Hristiyanlar gibi evvelki peygamberlere inananlar, zamanla dinlerinde derin ihtilaflara düştüler. Birbirini reddeden çok farklı inanç ve görüşlere sahip mezhep ve tarikatlara ayrıldılar; böylece fırkalaştılar. Siz sakın onların düştükleri bu hataya düşmeyin. Dinî meselelerde derin anlaşmazlıklara düşüp birbiriyle uğraşan ve yekdiğerini reddeden fırkalara bölünmeyin; mezhep ve tarikatlarınızı fırkalaştırmayın.”
Dünya geneline yayılmış büyük dinlerin içinden zamanla farklı mezheplerin, değişik anlayışların ortaya çıkması gayet doğaldır. Bu durum, insanların fıtratlarının farklılığı ve değişik kültürlerin din ile etkileşimleri sebebiyle yeni anlayış ve yorumların ortaya çıkmasının kaçınılmaz bir sonucudur. İslâm tarihi içindeki doğal akışta da pek çok mezhep, tarikat ve cemaat ortaya çıkmıştır. Bunların kimi, kendisini ana gövdenin ayrılmaz bir parçası olarak görürken kimisi de diğer grupların İslâm dairesi içinde olmadığını, İslâm’ın yegâne veya hakikî takipçilerinin ve temsilcilerinin kendileri olduğunu düşünebilmektedirler. Hâlbuki Müslüman, kendisini büyük ümmet ailesinin bir ferdi veya o büyük gövdenin küçük bir parçası olarak görmeli, kendisini ona ait hissetmelidir. Gönül bağı olduğu veya bir şekilde ilgisinin olduğu bir cemaat, tarikat, vakıf ve STK olabilir; hatta olmalıdır. Ancak bunlar, ikincil aidiyetler olmalı ve kişinin ümmet şuuruna zarar vermemelidir. Dinî gruplar, inananları birleştirmek için kurulmalıdır; ayrıştırmak için değil. Kendi grubuma adam toplayayım derken, Müslümanları bölmekten; bir kısım insanı kendi grubuma ısındırayım derken, insanların büyük bir bölümünü dinden soğutacak söz ve davranışlardan uzak durulmalıdır. Ez cümle, ümmet ve vahdet şuuru olmayan her Müslüman grup, İslâm’a ve Müslümanlara zarar verir.
Allah, insanı yalnızca kendisine verdiklerinden imtihana çeker.
“Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur. Şüphesiz Rabbin, cezaları çok hızlı verir. O’nun bağışlaması ve rahmeti ise pek boldur.” (En’âm 6/165).
Hikmetli Kitap, iki yerde Yüce Allah’ın her bir insanı, yalnızca ona verdiği nimetlerden sorumlu tutacağını bildirmiştir. Biri bu âyet, diğeri de Mâide Suresi’nin 48. âyetidir. Hak Teâlâ, yarattığı her bir insanı farklı özelliklerle yaratmıştır. Her bir insanın mizacı, aklî, kalbî ve bedenî kabiliyetleri, maddî manevî imkânları, ruh ve beden sağlığı, ailesinin ve yetiştiği sosyo-kültürel ortamın özellikleri birbirinden farklıdır. Her insan, biriciktir. Şu hâlde, her bir insanın imtihanı da biriciktir; ona özeldir. Herkes kendisine verilen nimetlerden sorumludur. Birine günah olan bir şey, başkası için günah olmayabilir. Biri için çok sevap olan bir şey, başkası için pek sevap kazandırmayabilir. Mesela ana-babası teheccüt namazını kaçırmayan bir kişi, teheccüt namazını kılmadığı için mesul olabilir; ama ailesinde alnı secdeye giden kimse olmayan birinin kıldığı bir bayram namazı, onun ebedî hayatını kurtarabilir.
“İsraf etmeyin!” ne demektir?
“Ey Âdemoğulları! Her namaz kılacağınızda güzelce giyinin, yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez” (A’râf 7/31).
“Yiyin için fakat israf etmeyin!” ifadesi, genellikle “Aşırı yiyip içmeyin!” şeklinde anlaşılır. Ancak âyetin sebeb-i nüzulüne bakıldığında tam tersi bir anlam ihtiva ettiği görülür. Şöyle ki, Kureyş başta olmak üzere asil kabul edilen birkaç kabile dışında müşrikler, Kabe’yi çıplak tavaf eder; Kabe’yi ziyaret dönemlerinde et, yağ ve süt gibi değerli gıdaları hiç yemez; diğer gıdalardan da çok az yerler ve bunu dinî bir vecibe olarak görürlerdi.
Âyet-i kerîme, onların bu uygulamalarının doğru olmadığını ima ederek, ibadet esnasında güzel elbiselerin giyilmesini, bu dönemde bazı gıdaları haram kılıp çok az yiyip içmenin bir dayanağının olmadığını söyleyerek Allah’ın nimetlerinden yiyip içilmesini tavsiye etmekte ve insanlardan hadlerini aşmamalarını istemektedir.
Burada kelime anlamı “haddi aşmak” olan “israf”tan maksat, hakkında ilâhî bir hüküm olmadığı hâlde, hac ve umre ziyaretlerinde bazı yiyecekleri kendine haram kılmak ve çok az yiyip içmektir. Demek ki, aşırılığın her türlüsü zararlıdır. Bir şeyi haddinden fazla yapmak ne kadar yanlışsa, gerektiğinden az yapmak da yanlıştır.
Helalleri haram kılmak haddi aşmaktır
Yukarıda zikrettiğimiz israf ile ilgili âyetten hemen sonra şu mealdeki âyetler yer alır: “De ki: ‘Allah’ın kulları için yarattığı süsü, temiz ve iyi rızıkları kim haram kılabilir?’ De ki: ‘Onlar dünya hayatında müminlere yaraşır; kıyamet gününde ise yalnız onlara mahsus olacaktır.’ İşte anlayan bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz.
De ki: ‘Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi Allah’a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.’” (A’râf 7/32-33).
Bu âyet-i kerîmeler, Cenâb-ı Hakk’ın insanların istifadesi için yaratmış olduğu nimetlerden helal yollarla faydalanmakta hiçbir mahzurun olmadığını, O’nun haram kılmadığı bir şeyi haram kılmanın aslında kendisinin büyük bir haram ve vebal olduğunu vurgulamaktadır. Maalesef bazen ham sofuluk yapıp sanki Yüce Allah, yarattığı nimetlerden insanların helal yollarla faydalanmasını istemiyormuş gibi mübahları mekruh ya da haram kılanlar çıkabilmektedir. Bu, büyük bir vebaldir, haddi aşmaktır. Yalnız burada şu iki hususu birbirinden ayırmak gerekir: Mübah olan bazı şeyleri, herkes için mekruh veya haram göstermek ile mübah olan bazı şeyleri kişinin kendi nefsini terbiye etmek için kendi kendine belirli sınırlamalar getirmesi arasında fark vardır. Birincisi, dinde herkes için geçerli olan bir kural koyma teşebbüsüdür. İkincisi ise, sadece kendisine veya özel bir manevî eğitimden geçmek isteyenlere yönelik hususi bir uygulamadır. Bu tür ferdi ve hususi uygulamalar -aşırıya kaçmamak kaydıyla- caizdir. Nitekim Efendimiz (sav), sahâbîlere visal orucunu (iftar etmeden iki üç gün aralıksız tutulan oruç) yasakladığı hâlde kendileri tutmuşlardır.
Mahmut Ay.
İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.
RADYO FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol
veya
Giriş Yap
Kayıtlı
Yazdır
Sayfa: [
1
]
Yukarı git
« önceki
sonraki »
www.FaniDunya.Net |HUZURUN, DOSTLUGUN, KARDEŞLİGİN EN GENİŞ PAYLAŞIMIN TARAFSIZ, KALİTELİ, DEVAMLI HİZMETİN ADRESİ
FANİDUNYA NET GENEL
KUR'ANI KERİM
YENİ - Kur'an Günlüğü
Kur’ân Günlüğü 8 Cüz