ÖLDÜKTEN SONRA DA YAŞAMAK
Öldükten sonra yaşanır mı? Bu, yaşamaktan ne anladığınıza bağlıdır. Mevzuya şöyle girelim. Hayat aslında ölümle son bulmaz. Ölüm ile son bulan dünya hayatıdır. Hayat, ölümle format değiştirir adeta. Birilerinin zannettiği gibi ölümle her şey son bulmaz. Bunu söyleyenler öldükten sonra dirilmeyi, ahreti inkar edenlerdir.Bu düşüncede olanlar her şeyin ayan beyan ortaya çıkacağı büyük duruşma gününde “keşke ölüm her şeyi bitirmiş olsaydı” (Hâkka 69/27) diyecekler.
Ancak bir Müslüman için ölüm bir nevi adres değiştirmektir. Bir mü’min için ölümden sonrası çok önemlidir. Bu manada müslümanın hayatını âhirete dair inancı şekillendirir. Bu inanç net değilse, bulanık ise dünyada İslâmî manada yaşantısı da bulanık olacaktır. İşte âhiret derdi olan Müslüman öldükten sonra da yaşamaya gayret eder. Bu yaşama bildiğimiz şekliyle değil amelleriyle, bıraktığı eserlerle olacaktır.
Nitekim Allah Rasûlü(as) bu hususta şöyle der:
İnsan ölünce 3 ameli dışında bütün amellerinin sevabı kesilir.
1-Sadaka-i cariye,
2-Kendisinden faydalanılan ilim,
3-Arkasından dua eden hayırlı evlat. (Müslim,Vasiyyet 14,R.salihîn H.No:951).
Sadaka-i cariye; cârî olan, devamlı akıp giden sadaka demektir. Bu tür hayırsever mümin kişinin öldükten sonra dahi amel defterine iyilikleri akmaya devam eder. Ölen kişi bıraktığı eserlerle iz bırakır, adeta ölümsüzleşir. Devamlı hayırla yâd edilir. Diğer taraftan da amel defteri dediğimiz sicil defterinin iyilik tarafına iyilikler yazılmaya devam eder. Kendisi ölmüş, yer ile yeksân olmuş fakat eserleriyle, amelleriyle yaşamaya devam eden adam… “Şüphesiz biz, ölüleri mutlaka diriltiriz. Onların yaptıklarını ve bıraktıkları eserlerini yazarız….” (Yasin36/12) âyetini de bu bağlamda değerlendirmek lazım. Bu mevzunun daha net anlaşılması için sadaka-i cariye olabilecek amellere birkaç misal verelim: Cami, okul, hastane, yol, köprü vs. toplumun menfaatine olan eserler yapmak veya yapılmasına yardımcı olmak.
İnsanların istifade ettiği faydalı ilim de sadaka-i cariye gibidir. Toplumu manen inşâ eden hocalarımız, onların yetiştirdikleri talebeleri ve yazdıkları kitapları bu kabildendir. Bu sebeple toplumda iz bırakan âlimlerimiz, bilim insanları fikirleriyle, bıraktıkları talebeler ve eserlerle her zaman hayırla yâd edilirler. “Hayra vesile olan onu yapan gibidir” (Tirmizi,ilim,14) hadisi de burada zikredilebilir. Zira âlimlerimiz de gerek yaşarken gerekse vefatından sonra bıraktıkları eserlerle toplumu müspet manada etkilemeye devam etmektedirler.
Hayırlı evlat mevzuuna gelince. Çocuklarımız da bizim eserlerimizdir. Zira bizden dünyaya gelen evlatlarımız bizim ellerimizde şekillenmektedir. Onların iyi veya kötü kişiler olması ebeveynlerin elindedir. Bu da aileden başlayan uzun bir eğitim süreci ile mümkün olacaktır. Yani doğuştan KÖTÜ insan yoktur. Doğuştan kötü olmak fikri Hıristiyan teolojisine aittir. İslâm’da ise her doğan kişi FITRAT üzere doğar. Tertemizdir. (Buhari,Tefsir 2)
Burada şu mesaj veriliyor: Siz ey anne-babalar, öyle bir evlat yetiştirin ki vefatınızdan sonra arkanızdan hayır dualar etsinler, bıraktığınız maldan tasadduk etmeye devam etsinler. Ama ne yazık ki öyle anne-babalar vardır ki besmele çekmesi bilmeyen evlat bırakıp da öyle göçerler bu dünyadan.
“İyi bilin ki mallarınız ve çocuklarınız sizin için birer imtihandır” (Enfal8/28,Tegabun 64/15) ilahi hitabından yola çıkarak şunu söyleyebiliriz: Çocuklarımız ya cennetimizdir ya da cehennemimiz.
Çocuklarının okuyup mühendis, doktor, öğretmen vs. olması için hiçbir masraftan ve zorluktan kaçınmayan anne-baba sıra Kur’an öğrenmesine gelince, sıra dini öğrenmesine gelince hiç oralı olmaz. Sonra da babasının cenazesinde millet cenaze namazını kılarken o hayırlı evlat! avlunun bir köşesinden doğru milleti seyreder. Ne hazin bir durum değil mi?
Recep Şahan.