Ahirette Hesaba Çekileceğiz
Allah-u Zülcelâl insanın dünyadaki bütün konuşmalarından, davranışlarından kıyamet gününde sorguya çekecektir. Bu konuda Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra, 36)
İnsan gözlerinden, kulaklarından hatta kalbinden dahi sorguya çekilecektir. Bunun için Allah-u Zülcelâl’in emir ve nehiylerine dikkat etmek suretiyle, bu azalarımızla nasıl amel yapmamızı emretmişse onları yerine getirelim, haram ettiği şeylerden de muhafaza edelim.
Eskiden bir insan Arapça öğrenmese ilim olarak bir şey bilmezdi. Bugün ise hemen hemen bütün ilimleri, fıkıh istersen fıkıh ilmini, tefsir istersen tefsir ilmini, ne istersen iste, tercüme etmişler, okuyabiliyorsun. Onun için şimdi bilmemek mazereti de kalmamıştır, insan okuyup öğrenmekten mesuldür. Bu hazırlanan eserleri okuyacak ve elinden geldiği kadar yerine getirmek suretiyle amel-i salih yapacak.
Bir kişi, çok çeşitli ilimlerle meşgul olmuş, birçok eserler okumuştur. Sonra düşündü, “Acaba Allah-u Zülcelâl neyle benden razı olacak?”
Bu kişi İmam Gazali hazretlerine istişare etmek suretiyle ne yapacağını sormuş. İmam Gazali rahmetullahi aleyhi ona demiş ki:
“Bu dünyada Allah'ın en gazap ettiği şey, kişinin malayani ile, yani kişiye lazım olmayan, ne dünyaya ne ahirete faydası olmayan şeylerle meşgul olmaktır.”
Onun için elimizden geldiği kadar dini eserleri okuyalım, Allah'ın razı olacağı şeyleri yapalım, sevmediği şeyleri de terk edelim.
Kırk yaşından sonra insan dünya çarşısından ayrılıp ahiret çarşısına girmiş oluyor. Bu böyledir. İnsan kırk yaşına kadar kuvvetleniyor, kırk yaşından sonra aşağıya iniyor. Bu sefer ahiret yoluna girmiş oluyor.
Onun için denilmiştir ki, “Kimin kırk yaşından sonraki işlediği hayırlar, kırk yaşına kadar işlemiş olduğu hayırlardan fazla değilse o cehenneme doğru gidiyor, demektir.”
Demek ki insanın kırk yaşına geldiği zaman işlediği hayrı, salih ameli, daha önce işlediğinden fazla olması lazım.
Faydasız İlimden Allah'a Sığınalım
Kıyamet gününde en şiddetli azaba uğrayacak olan kimse, alim olduğu halde kendi ilminden menfaat görmeyen şahıstır. Neuzubillah. Onun için okuyalım, ilim sahibi olalım, onunla amel yapalım, inşallah.
Örnek olarak bir kişinin elinde çeşitli silahlar vardır. Bir sahrada aslanlar ona hücum ettiler. Eğer o adam, elinde silah olduğu halde onları kullanmazsa bir menfaat görür mü? Eğer o silahı kullanıp kendini muhafaza etmezse o aslanlar onu parça parça yaparlar. Ama silahlarını kullandığı zaman kendini kurtarır.
İlim de aynı öyledir. Okuduğun kitapla amel yaptığın zaman, o ilmi, şeytan, nefs ve dünya canavarlarına karşı kullanmış oluyorsun. Eğer ilimle amel yaparak onlardan kendini muhafaza edersen, selamete kavuşmuş olursun. Ama kullanmazsan sana ne menfaati olacak?
Şeytan çok alimdi. Ama ilminin ona ne faydası oldu? Allah'ın emrine itaat etmeyince, asi oldu, ilminin ona bir faydası olmadı.
İşte o şeytan nefis yüzünden o hale geldi. Allah-u Zülcelâl onu imtihana çekti. “Hepiniz Adem’e secdeye gideceksiniz,” dedi. O ise dedi ki: “Ben ondan daha iyiyim, “dedi.
Onun için denilmiştir, “Allah-u Zülcelâl’in yanında en mebğud yani buğzedilen insan, nefsine uyandır.”
İnsanın Allah-u Zülcelâl’e teslim olması lazımdır.
Bunu bilelim, Allah-u Zülcelâl bize, annemizden, babamızdan, arkadaşlarımızdan çok daha şefkatlidir, merhametlidir ve hepsinden daha çok bizi seviyor.
Bizi daima Allah-u Zülcelâl muhafaza ediyor. Eğer bizi muhafaza etmeseydi, etrafımızda bizi helak edecek birçok şeyler vardır. Allah bizi onlardan muhafaza ediyor. Allah bize sahip çıkıyor. Onun için biz de Allah'ı sevelim, Allah'ın dediğini yapalım, inşallah.
Kalbimizi Allah-u Zülcelâl’e karşı ıslah edelim. Kalbimizde daima Allah'ın razı olacağı halleri bulunduralım. Kalbimiz ve sırrımız böyle ıslah olduğu zaman azalarımız da daima hayırla meşgul olacaktır.
Çünkü zahiri azalar, kalbin hareketiyle oluyor. Kalbimiz ne kadar hareketli olursa, Allah'ı severse, o kadar zahiri azalarımızı çalıştırıyor, hayra götürüyor.
Kalp bozulduğu zaman da bütün azalar onun arkasından gidiyor. Onun için elimizden geldiği kadar diyelim, “Ya Rabbi, bu senin mahlukundur, Sen onu yaratmışsın, bunu ıslah et Ya Rabbi!”
Böyle diyerek kalbimizi Allah'a teslim edelim, Allah her şeye kadirdir. Onu ıslah etmesi, Allah'ın yanında hiçbir şey değildir.
Allah-u Zülcelâl bir şeye ol dedi mi, oluverir. Onun için Allah'tan isteyelim. Allah'a yalvaralım ve hatta diyelim ki, “Ya Rabbi seni seviyorum, Sen’den başka hiçbir şey istemiyorum, ama elimden Sana tam kulluk etmek gelmiyor. Sen beni ıslah et Ya Rabbi!”
Böyle daima yalvaralım. Çünkü insanın sermayesi kalbidir ve ömrüdür. Kalp ve zaman… Zaman geçtiği zaman senin sermayen bitiyor, bir de kalp öldüğü, bir şey hissetmez hale geldiği zaman bu ikisi bitiyor.
Her zaman diyorum, bir kişi dilenciler gibi kapı kapı dolaşıyor: “Bana merhamet edin! Ben sermayemi kaybettim bana merhamet edin!” diyor. Ona soruyorlar: “Senin sermayen neydi? Ne kaybettin?” “Benim bir kalbim vardı, Allah içindi, içinde Allah sevgisi vardı onu kaybettim!” diyordu.
Ne kadar güzel düşünmüştü. İnsan dünyada iflas ederse kaybettiği malı gene geri gelebilir. Ama ahirette iflas ederse, bir daha amel yapma imkanı geri gelmez. Onun için ahirete düşkün olalım, ahiret için salih amel yapalım, Allah'a yalvaralım, Allah da bize verecektir inşallah.
Zikir Ağır Geliyorsa…
Büyük velilerden Ebu'l-Hasen Şazeli kaddesallahu sırrahu der ki: “Nifak alametlerinin birisi de zikrin kalbe ağır gelmesidir.”
Neuzubillah. O zaman tevbe edelim, Allah'a yalvaralım, Allah-u Zülcelâl de kendi zikrini bize hafif kılacaktır, inşallah. O vakit bize hafif gelecek, bize sevgili gelecek…
Kim kendi nefsinin isteklerine icabet ederse, o İslami bakımdan geri gidecektir. Şöyle bir düşünelim; biz istiyoruz ki, herkes bizim istediğimiz gibi yapsın, bize aksi gitmesin. Bir kişiye “Şöyle yap,” dediğimiz zaman istiyoruz ki, bizim dediğimizi yapsın. Aynı şekilde, ona söylersem, buna söylersem, şuna söylersem, herkes bizim istediğimiz gibi hareket etsin istiyoruz. Ama bizim nefsimize “Zikir yap, namaz kıl, sadaka ver, İslam hizmeti yap,” diyoruz, o dediğimizi yapmıyor.
Bizim imanımız var elhamdülillah. Ahirete hazırlık için bunları yapmamız gerekiyor, buna iman ediyoruz. Herkesin bize uymasını seviyoruz da niye nefsimiz Allah'ın emirlerine uymuyor. Ondan bunu istemeyelim mi?
İnsanlar bize aykırı gitmesin, bize uygun davransın istiyoruz ama nefsimize bir şey yaptıramıyorsak, o zaman nefsimize itab edelim:
“Ya nefsim, sen yanlış yoldasın. Allah'ın emrettiği şeyleri yapman lazımdır, belki ahirette rahata kavuşursun.” Diyelim.
Biz şimdi dünyayı böyle, sakin, hareketsiz, her şeyden habersiz gibi görüyoruz, halbuki öyle değildir. Dünyadaki bütün mahlukat, insanların işlediği günahları görüp ondan huzursuz olmaktadır. Çok zayıf bir böcek vardır, insanlar günah işlediği zaman Allah'a dua ediyor, “Ya Rabbi, bana kuvvet verseydin de, o günahı işleyen insana azab etseydim,” der.
Biz dünyanın zahirini böyle cansız gibi görürüz, halbuki maneviyat bakımından öyle değildir. İnsanoğlunun Allah'a asi gelmesi sebebiyle mahlukat böyle rahatsız olmaktadır, Allah'tan izin istemektedir ki, “Ya Rabbi kuvvet verseydin de ona eza etseydim,” diye istemektedir.
Allah, Allah azze ve celle… Allah'tan başka kim aziz ve üstün olmak istiyorsa o zelil olacak.
Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:
“…Allah, kimi alçaltırsa ona şeref kazandıracak hiçbir kimse yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.” (Hacc, 18)
Yani Allah-u Zülcelâl ancak kuluna ikram eder veya hor hakir yapar. Diyor ki, “Yalnız Ben insanı yükseltirim veya aşağı düşürürüm!” öyle diyor Allah azze ve celle…
Her şeyin melcei, sığınağı Allah-u Zülcelâl’dir. Kendimizi Allah'a dost yapalım, kendimizi Allah-u Zülcelâl’e bağlayalım, her şey O’nun elindedir. Dünya da, ahiret de, kabir de, mahşer de O’nundur.
Eğer Allah-u Zülcelâl’in yanında kıymetin yüksek olursa, Allah-u Zülcelâl sana kulluğunu nasip eder, seni hayırlarda kullanır. Eğer bize tevbe nasip olduysa, Allah'ın evine misafir olduysak bu sadece Allah'ın lutfudur. Bunu kendimizden bilmeyelim. Allah'a hamd edelim, şükredelim. Demek ki Allah-u Zülcelâl bizi iyi kişilerden seçmiştir. Allah-u Zülcelâl size ilham etmese siz gelemezdiniz buraya.
Ataullah İskenderi hazretleri şöyle demiştir:
“Allah katında değer ve kıymetini öğrenmek istiyorsan seni hangi işte çalıştırdığına, seni hangi halde bulundurduğuna bak.”
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de buyuruyor ki:
“Allah katındaki hissesini öğrenmek isteyen kimse, Allah'ın kendisinin yanındaki hissesine baksın.” (Suyuti, Camius Sağir 6/49, Hadîs No: 8386)
Eğer senin yanında Allah'ın sevapları kıymetli ise, ona rağbetin varsa, senin de Allah'ın katında kıymetin var demektir.
Allah-u Zülcelâl’in bize ibadetini nasip etmesi, bu camiye gelmeyi, bu tevbeyi nasip etmesi bize mükafat olarak yeter. Bakın, bunları size vermeyi, siz annenizin karnındayken takdir etmiştir. Senin rızkını, senin imanını, senin amelini, her şeyi o zaman takdir etmiştir. Öyleyse bunlara şükretmemiz gerekir.
Çünkü anne rahminde melaike geliyor, “Ya Rabbi, senin bu kulunu şaki mi, said mi, yani cehennemlik mi yoksa cennetlik mi yazayım ya Rabbi?” diye soruyor.
O sırada daha sen ne amel yapmışsın, ne dua etmişsin, ne bir şey… Yalnız Allah nasip etmiş bize bunu… Elhamdülillah, Allah'a şükrederiz ki, ta o zamandan beri Allah bizi mümin olarak yaratmış.
Nefsimize Nasihat Edelim
İbrahim et Teymi rahmetullahi aleyh, nefsini karşısına alıyordu:
“Ey nefsim, şimdi sen öldün. Ya cennete gideceksin, nimetler içindesin. Yahut cehenneme gideceksin, azablar içindesin. Eğer ölmüş olsaydın ne isteyecektin? Keşke dünyaya dönsem, daha çok salih amel işlesem, cennetteki derecem yükselse veya dünyaya dönsem de cehennemden kurtaracak ameller işlesem, diyecektin, öyle değil mi? İşte sana fırsat ey nefsim. Bak daha dünyadasın, amel yap, kendini kurtar.”
İbrahim et-Teymi böyle yapmaya muhtaç idi de biz muhtaç değil miyiz? Biz de muhtacız. Öyleyse biz de nefsimize böyle nasihat edelim.
Hatta o zaman gece namazına kalktıklarında, mum vardı o vakit, parmaklarını mumun alevine tutuyorlardı ve “Ey nefsim, bak sen mum alevinin sıcaklığına dayanabiliyorsan günah işle, amel yapma,” diyerek nefislerini imtihana çekiyorlardı. Tabi nefis dayanmıyordu, hemen elini çekiyordu mum alevinden. “Öyleyse günah yapmayacaksın, kulluğunu yaparak kendini kurtaracaksın,” diyerek nefislerini ıslah etmeye çalışıyorlardı.
Hülasa bizim çaremiz, Allah'ı razı etmektir, onun da yolu tevbe etmektir. Çünkü insan Peygamber değilse muhakkak hata işliyor. Ya büyük günahtır, ya orta günahlardır veya küçük günahtır. Ama herkesin hata ve kusurları vardır.
İnsan eğer samimi tevbe ederse, insanın günahlarını yazmakla vazifeli olan sol tarafımızdaki melaike var ya, Allah-u Zülcelâl ona dahi günahları unutturuyor, hatta ahirette ondan hesap da sormuyor. İşte hakiki tevbe böyle kıymetlidir.
Tevbe insanın kurtuluşudur. Onun için diyorum, anlatın tevbeyi insanlara… Din yabancı olmuş, insanlar tevbenin kıymetini unutmuşlar. Arkadaşlarınıza anlatın, Allah'ın rahmet kapısından mahrum kalmasınlar.
Bir zamanlar bir adam bazı günahlar işlemişti, artık herkes onun ne kadar kötü bir adam olduğunu söylüyordu. O adam bir gün hanımına dedi ki,
“Ben çok kötülük yaptım, artık bu dünyada kimse beni sevmiyor, kimse bana şefaat etmez. Öyleyse benim tek çarem, Allah'a kendimi affettirmektir.”
Bu adam kendini çöllere attı, ağladı, günahlarını itiraf etti, pişmanlık duyarak yalvardı. Allah'tan çok korkuyordu. Kendini perişan etti. Allah-u Zülcelâl o adama bir meleğini gönderdi. O melek geldi dedi ki:
“Allah seni affetti.”
Adam dedi ki, “Kim bana şefaat etti?”
Melek şöyle cevap verdi:
“Senin tevben, pişmanlığın ve korkun şefaat etti!”
Allah korkusu Allah'ın yanında çok makbuldür. Ashab-ı kiram bazen Allah korkusundan dünyayı terk etmek istiyorlardı. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem de onlara, “ Ben sizden daha fazla Allah'tan korkanınızım,” demişti. Onlar hiçbir günah işlemedikleri halde Allah-u Zülcelâl’den böyle korkuyorlardı.
Eski zamanda bir adam vardı, hiçbir hayır işlememişti. Ölümü yaklaştığı zaman evlatlarına dedi ki, “Benim vasiyetim şudur, ben ölünce cesedimi yakın, küllerimi dağlarda, denizlerde savurun. Çünkü Allah-u Zülcelâl bana hiçbir kuluna yapmadığı azabı yapacak!”
Çocukları onun vasiyetini yerine getirdiler. Allah-u Zülcelâl onu yine haşr edince ona sordu:
“Seni bunu yapmaya iten neydi?” diye sordu.
O da:
“Senden korktuğum için böyle yaptım ya Rabbi,” diye cevap verdi.
Allah-u Zülcelâl ona rahmetiyle muamele etti. (Buhari; 3478, Müslim 2756/25)
İnsan Allah-u Zülcelâl’den böyle korkarsa günah işlemez, bir hata işleyince de hemen tevbe eder. İşte bunun için Allah'tan korkmak çok mühimdir.
Allah-u Zülcelâl hepimize tevbeyi nasip eylesin, bizi rahmetiyle şefkatiyle muamele etsin, bizi nefisimize teslim etmesin. Amin
Seyda Muhammed Konyevi