* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Hidayetin Allah’ın Elinde Olduğuna İnanalım  (Okunma sayısı 333 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

anadolu

  • Ziyaretçi
Hidayetin Allah’ın Elinde Olduğuna İnanalım
« : Aralık 28, 2019, 07:29:15 ÖÖ »
Hidayetin Allah’ın Elinde Olduğuna İnanalım

Her şeyden önce bunu bilmemiz lazımdır, insanların hidayeti, dünyada ve ahirette işinin düzelmesinde Fail-i hakiki Allah-u Zülcelâl’dir. Allah azze ve celle bir şeyi düzelttiği zaman hiç kimse bozamaz. Allah-u Zülcelâl bir şeyi düzeltmeyi nasip etmediği zaman da onu düzeltebilecek kimse yoktur. Bu şekilde, hidayetin Allah-u Zülcelâl’in elinde olduğuna inanmamız lazımdır. Her şey Allah’ın elindedir. Yalnız kula düşen üzerine düşen tedbiri almaktır.

Peygamber aleyhisselatu vesselamın yanına bir kişi gelmiş, “Ya Rasulallah, devemi bağlayayım da mı tevekkül edeyim, yoksa bağlamadan mı tevekkül edeyim?” diye sormuştu. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem de ona, “Deveni bağla da öyle tevekkül et” buyurmuştur (Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyame, 60).

Fail-i hakikinin Allah-u Zülcelâl olduğunu bildikten sonra da sebeplere başvurmak lazımdır. Allah-u Zülcelâl’in nazargahı insanın kalbidir. Peygamber Efendimiz aleyhissalatü vesselam buyuruyor ki:

“Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Ama o sizin kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9; Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539)

O zaman elimizden geldiği kadar kalplerimizin içinde Allah’ın razı olduğu şeyleri bulunduralım. En mühim olan, insana en çok yarayan şey, iman ve Allah-u Zülcelâl’in aşkıdır. İmandan sonra en çok Allah-u Zülcelâl’in aşkı insanların dünyada hem ahirette selamete kavuşturmuş oluyor.

Dünya geçicidir, gözümüzü açıp kapayıncaya kadar bakıyorsun, bitiyor. O bittikten sonra yeni bir hayat başlayacak ama o geçici değil, hiç bitmeyecek olan ebedî hayattır. O hayatta eğer Allah-u Zülcelâl senden razı olursa, sana güzel mükafatlar verirse, o çok güzel bir hayattır.

Bu geçici olan dünya hayatında ise, ne kadar zengin olursan, ne kadar arzu ettiğin şeylere sahip olursan da, geçici olduğu için bir işe yaramıyor. Onun için, ilk önce bilelim, her şeyin Allah’ın elinde olduğunu ve bizim hidayetimize vesile olacak sebeplerin de yine Allah’ın takdirine bağlı olduğunu…

İlk önce kalbimizde, Allah-u Zülcelâl’in rızasını kazandıracak sebeplerin niyetini bulundurmamız lazım. Allah-u Zülcelâl kalbimize baktığı zaman görsün ki, “Benim kulum, benim rızamı istiyor, Benim rızamı her şeyden üstün tutuyor.” O zaman Allah-u Zülcelâl de bize nasip edecek inşallah.

İmandan tut, en ufak bir salih amele kadar her şeyi Allah-u Zülcelâl nasip ediyor. İşte onun için buraya gelmenizin şükrünü eda etmeniz lazım. Allah’a şükredin ki, Allah sizi buraya getirdi. Bazılarını da Allah kötü yerlere götürüyor. Çünkü onların niyetine göre muamele ediyor Allah-u Zülcelâl. Onlar onu istiyorlar, siz de bunu istediğiniz için bunu veriyor Allah celle celâluhû. Öyleyse Allah’tan isteyelim, bütün hayır hazinelerinin anahtarları Allah-u Zülcelâl’in elindedir.

Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede buyuruyor ki:

“O gün herkes, iyilik ve kötülük olarak ne yaptıysa onu karşısında bulur. Yaptığı kötülükle kendi arasında uzak bir mesafe bulunmasını ister. Allah, sizin kendisine karşı gelmekten sakınmanızı ister. Allah, kullarına karşı Çok Şefkatli’dir.” (Al-i İmran, 30)

Yani insan, iyi veya kötü ne yaparsa onu hazır olarak bulacak. Kim kötülük yapmışsa o kötülüğü görünce, “Keşke benimle bunun arasında çok uzak mesafe olsaydı, bunu görmeseydim,” diyecek. Onun için Allah’ın bize merhameti olan bu tevbe için çok şükredelim.

Samimi Tevbe Edelim

Eğer bir günah işlediysek onun için tevbe ettiğimiz zaman onu kıyamet gününde böyle karşımızda görmeyeceğiz inşallah. Onu yazan omzumuzdaki melekler var ya, Allah-u Zülcelâl tevbemizi kabul ettiği zaman onlara dahi günahımızı unutturacak. Sadece Allah-u Zülcelâl bilecek, Allah da kimseye göstermeyecek. Melekler yazdığı hâlde, Allah-u Zülcelâl unutturacaktır. İşte tevbe böyle sevaptır ve Allah’ın razı olduğu bir harekettir.

Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede buyuruyor; “Şüphe yok ki Allah, tövbe edenleri ve temizlenenleri sever.” (Bakara, 222)

Öyleyse hakiki tevbe edelim Allah-u Zülcelâl’e karşı. Tevbe ettiğimiz zaman, hakiki bir tevbe, samimi bir tevbe, aşk ve muhabbetle tevbe etmek lazımdır.

Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:

“İşte (o gün) kimin tartı(da iyilik)leri ağır gelirse, işte o, hoşnut olacağı bir hayat içinde olacak.”(Karia, 6,7)

Ne mutlu, kimin hayır terazisi ağır olursa, o kendisinden razı olacağı bir maişet içinde olacaktır. Yani ne isterse Allah verecektir. Tabi, sevaplar ağır olduğu zaman. O zaman günahlarımıza tevbe edelim, nefsimize mağlup olup bir günah işlediğimiz zaman tevbe edelim. Eğer günahlarımıza tevbe edersek onlar silinecek, o zaman iyilikler ağır gelecek tabiî. Onun için tevbe, tevbe…

Yani Allah-u Zülcelâl’in imandan sonra en büyük nimetidir. Onun için diyorum, sade kendiniz için değil, arkadaşlarınıza da anlatın, tevbeyi…

Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:

“Fakat kimin de tartı(da iyilik)leri hafif gelirse, onun yeri “Haviye”dir. 10, 11. Nedir o (Hâviye) bilir misin? O dağlayan, kızgın ateştir!”(Karia, 8,9)

Bak, Allah-u Zülcelâl buyuruyor, “çok hararetli ateş.” Bakın her hangi bir insan, bir melek demiyor, Allah-u Zülcelâl buyuruyor “çok hararetli,” diye. Neuzubillah, Allah o ateşten bütün müminleri muhafaza etsin.

Onun için, kendimize bu kısa zamanda düşünmemiz lazım, öldükten sonra bir pişmanlık ve keder içinde olmayalım. Tevbe edelim ki, tevbe o günahları siliyor. Tıpkı çocukların silgisi gibi, nasıl çocukların silgisi yanlış bir yazı olduğu zaman siliyor, yok ediyor, onun gibi günahları yok ediyor.

Peki bu teraziyi ağır eden şeyler nedir? Sevapları teraziye koyduğu zaman ağır gelmesi için lazım olan şey nedir?

Peygamber aleyhisselatu vesselam buyuruyor ki:

“İki kelime vardır ki lisanda hafif, mîzanda da ağırdırlar ve Allah Teâlâ’ya sevgilidirler. Bunlar:

‘Sübhanallahi ve bi hamdihi, sübhanallahil azim,’ kelimeleridir.

Manası: Allah’ı hamd ile tesbîh ederim, büyük Allah’ı tesbîh ederim.” (Buhârî, Deavât, 65)

Yolda giderken, otobüste, tesbihini eline alırsın, çekersin. Çok kolay, çok rahat şeyler var, bunları yaparak zamanımızı çok güzel değerlendirebiliyoruz, sevap kazanabiliyoruz. Ama bu dünya manzarasına dalmamız yüzünden gafletle vaktimiz geçiyor, bir şey yapamıyoruz.

Nefsimizi Hesaba Çekelim   

Allah-u Zülcelâl’in rızasını kazanmak isteyen bir şahıs, şöyle yapmalıdır; günde belli bir saati olacak onda kendi nefsiyle hesap görecek. Bahusus, ikindi namazından sonra… Sabah kalktık, ikindi namazına kadar Allah için ne amel yaptık diye, bir hesap görmemiz lazım.

Eğer salih amel yapmış isek, “Elhamdülillah ya Rabbi, Sen bana kuvvet verdin. Sen bana nasip ettin,” diye Allah’a hamd ile şükredelim.

Eğer salih bir amel yapmamışsak, boş yere zaman geçirmişsek ve hele de bir hata, kusur işlemişsek, “Ya Rabbi, pişmanım, bir daha böyle yapmayacağım,” diyerek tevbe edelim.

Bu şekilde hesabımızı gördüğümüz zaman kıyamet gününde hesabımız hafif olacak, inşallah. Çünkü hesabını gören bir şahsa kıyamet gününde Allah-u Zülcelâl de ona yardımcı olacak, hesabını hafif geçirecektir. Ama eğer hiç nefsini hesaba çekmeyip, önüne ne gelirse yaparsa o zaman kıyamet gününde hesabı şiddetli olacaktır.

Hulasa olarak böyle bilelim, eğer sen bilmek istersen, “Allah’ın yanında makamım nedir?” diye; ki mümin olarak düşünmemiz lazımdır, o zaman şuna bak, Allah seni nasıl kullanıyor? Ona bak…

Allah seni hangi işlerde vazifelendiriyor, kullanıyorsa Allah’ın yanındaki yerin de ona göredir.

Eğer sen devamlı olarak namazına dikkat ediyorsun, Allah’ın dininin kuvvetli olması için hizmet ediyorsun, o zaman Allah seni iyi işlerde kullanıyordur, senin Allah’ın katında bir yerin vardır.

Eğer neuzubillah, hep gafletle, vaktini yaramaz şeylerle geçiriyorsan, o zaman Allah seni kendi haline terk etmiş, senin halinden razı değil, demektir. Hepimiz kendi durumumuzun ne şekilde olduğunu anlayabiliriz.

Eğer baktın ki, sen Allah’ın ibadetini, Allah’ın hizmetini, Allah’ın istediği şekilde yapmıyorsan o zaman Allah’tan iste, Allah cömerttir, bütün hayır hazineleri onun elindedir, iste sana verecektir. Ben inanıyorum buna…

“Bana dua edin, icabet edeyim,” (Mümin, 60) buyuruyor Allah-u Zülcelâl. Böyle olduğu için isteyelim ondan. Bunu istemezsek neyi isteyeceğiz? Allah’ın rızasını istemezsek neyi isteyeceğiz? Çünkü dedim ya her şeyden daha üstündür. Her şeyden daha kıymetlidir. Bütün dünya senin olsa da, bir gün gözünü kapatacaksın ve seni toprağın altına koyacaklar. Hepsi kalacak dünyada…

Ama Allah’ın rızası seninle beraber olursa, dünya da senindir, ahiret de senindir, her şey senindir. Onun için Allah’ın rızasını isteyelim. Bizim isteğimiz Allah rızası olsun inşallah.

Böyle bilelim, Allah-u Zülcelâl’in muhalefeti, Allah-u Zülcelâl’e karşı günahlar, çok derin engellerdir. Allah yolunun üzerinde çok derin engellerdir. Onlardan geçmek mümkün değildir. Ama günahtan sonra tevbe, o engelleri ortadan kaldıracak olan sebeptir. Tevbe ettiğin zaman Allah yolundaki o engelleri kaldırmış oluyorsun.

 “Mümin, günahını her an üzerine düşmesinden korktuğu bir dağ gibi görür. Münafık ise günahını, burnuna konmuş -ufak bir hareketle uçacak- sinek gibi küçük ve basit görür.” (Buhari, Daavat, 3)

Mümin ile münafık birbirinden nasıl ayrıldı değil mi? Eğer günahını basit görüyorsa mümin sıfatı olmuyor.

Vakit Kılıç Gibidir

Vakit bir kılıç gibi daima sahibini kesiyor, yok ediyor. Eğer günahlarla geçirirse, vakti onun için azaptır. Eğer hayırla geçerse onun için rahmettir.

Allah-u Zülcelâl’in rahmet kapıları daima açıktır. Daima o rahmet kapılarından Allah’a doğru gidelim. Ama bazı insanlar, o rahmet kapılarına kilit vurup kendi önünde kapatıyor.

Neyle?

Günahlarla, gafletle, daima sanki Allah’a karşı isyan yapıyor, Allah’a karşı sanki bir düşmanlık yapıyor, daima günah içinde Allah’ın merhamet kapılarını kendi önünde kapatıyor, neuzubillah.

Ama Allah’ın rahmet kapılarının hepsi açıktır, her mümine açıktır. O kapılardan doğru Allah’ın rahmetine giderse, Allah ona rızasını verir.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem de demiş;

“Hiç kimse kendi ameliyle cennete girmez.”

“Sen de mi ya Resulallah!” dediklerinde de,

“Evet ben de; eğer Rabbim beni denize daldırır gibi rahmetine daldırmış olmasa ben de kendimi kurtaramam.”(Buharî, Rikak,18; Müslim, Münafikîn, 71-73).

Onun için, Allah’ın rahmetine kendimizi müstahak edelim. Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:

“Şüphesiz, Allah’ın rahmeti muhsinlere, (iyilik ve ihsan sahiplerine) çok yakındır.” (Araf, 56)

İşte biz de ihsan sahibi olursak, Allah’ın rahmetine kendimizi layık hâle getiririz. Benim tavsiyem size daima bu manzarayı çoğaltın. Camide, sohbet dinlemek için toplanın.

Dünya günah denizi gibi olmuş, denize gir de ıslanma bakalım. Ondan sonra tek kurtuluş çaremiz tevbedir.

Dedim ya, Allah kalplere bakıyor, kalpte hangi şeyin hırsı var?

Bir dünya hırsı vardır bir de Allah’ın muhabbetine hırs vardır. Allah-u Zülcelâl’in imanına, rızasına, muhabbetine hırsımız olsun. Kalbimizde dünya hırsı değil, keyf-ü sefa hırsı değil Allah’ın razı olacağı şeylerin hırsı olsun.

Bazı evliyalar, Allah’ın yolunda eğer bir ateş denizi olsa Allah’ın muhabbeti için o ateş denizine de dalardı.

Ayetlerin, en çok insanın hoşuna gidecek olanı şudur:

“Bu, Allah’ın, inananların Mevlası olmasından dolayıdır. Kâfirlere gelince, onların Mevlası yoktur.” (Muhammed, 11)

O zaman mümin sıfatını kazanalım, Allah bizim Mevlamız olacaktır. Bak, bir ailenin reisi ailesini, evlatlarını koruyor, besliyor, onlar için elinden geleni yapıyor. İşte biz mümin olursak, Allah bize sahip çıkacaktır, Mevlamız olacaktır. Bak ayet-i kerimenin devamında, “Kâfirlerin Mevlası yoktur,” diyor.

Hz. İsa aleyhisselama sormuşlar,

“Ey Allah’ın nebisi, insanların en üstünü kimdir?”

İki avucuna toprak alıp sormuş:

“Bunların hangisi efdaldir?”

“İkisi de aynıdır,” demişler.

“O zaman insanlardan da hiçbiri diğerinden üstün değildir, ancak kim Allah’a karşı takvalı ise o üstündür.”

Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:

“Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, Allah katında en değerliniz, O’na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Allah bilendir, haberdardır.”(Hucurat, 13)

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

“Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır.”(Beyhakî, Şuabü’l-İman)

Müminin niyeti daha hayırlıdır, çünkü ona riya girmez. Belki amele riya girebilir ama niyeti Allah’tan başka kimse bilmez.

Başta da söylediğimiz gibi, Allah-u Zülcelâl bu dünyayı isterse düzeltir, isterse düzeltmez. Bizim kalbimize bakıyor, Allah azze ve celle. Eğer biz Allah’ın rızasını istersek, Allah’ın isteklerini yerine getirirsek Allah-u Zülcelâl de bize ihtiyaçlarımızı verecek.

İbrahim Ethem rahmetullahi aleyh bir gün çölde bir çobana rastlamıştı. Ona sordu:

“Suyun var mıdır?”

“Var,” dedi ve bir kayanın yanına gidip asasını vurunca kayadan su fışkırdı. İbrahim Ethem şaşkınlıkla bakakaldı. Çoban dedi ki,

“Hiç öyle bakma. Eğer sen Allah için olursan Allah-u Zülcelâl de senin yardımına yetişir.”

Onun için elimizden geldiği kadar fail-i hakiki olarak Allah’ı bilelim. Ama sebepleri yapalım.

İnsan ne kadar Allah’a karşı kulluk zikir ve taatlerini yaparsa yine de Allah-u Zülcelâl’e layık bir kulluk yapamaz. Çünkü mutlaka gaflet giriyor amelimize. Onun için ne kadar amel yapsak da onu da hata bilelim. Bakın, sadatlar, ibadetlerin arkasından yirmi beş kere istiğfar çekin diyorlar. Manası nedir, “Ya Rabbi, bu amelim Senin Zatına layık değildir.”

Melekler de dahi Allah’a layık ibadet edemezler. Hiç yemiyorlar, içmiyorlar, uyumuyorlar, bir şey yapmıyorlar, devamlı ibadet ediyorlar. Ama gene diyorlar ki, “Ya Rabbi, Senin hakkını yerine getiremedik.” Bu kadar yaptıkları hâlde, senin hakkını yerine getiremedik, diyorlar.

Onun için elimizden geldiği kadar her amelimizde, her hatalarımızda kendimizi Allah-u Zülcelâl’e karşı mahcup olarak görelim. Yalvaralım, hiç kendimizi kimseden üstün görmeyelim. Bu şekilde daima Allah’a kulluk yapalım.

Allah-u Zülcelâl hepimize razı olacak şekilde amel-i salih nasip etsin. O bizi kendi nefsimize bırakmasın, nefsimizi hayırlarda kullansın, inşallah.

Seyda Muhammed Konyevî

 


* BENZER KONULAR

Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]


Ozanlardan Single Eserler - Karma 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:20:38 ÖS]


Esat Kabaklı - Oğul Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:07:15 ÖS]


Ehl-i Beyt ve Kerbelâ Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:49:31 ÖÖ]


Filistin’in Tarihçesi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:42:17 ÖÖ]


Cennetlik Kadınlar 3 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:10:52 ÖÖ]


Cennetlik Kadınşar 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:06:00 ÖÖ]