ALLAH’IN RIZASI HER ŞEYDEN DAHA KIYMETLİDİR
İman, insanları doğru yola götürmeye çok büyük bir sebeptir. İmanın derecesine göre insanlar dinine ya orta, ya çok veya az bağlı oluyor. Onun için elimizden geldiği kadar kalbimizin ıslah olması için gayret göstermemiz lazımdır. Bunun da çaresi şunu bilelim ki, kalbin, Allah'ın nazargahı olduğunu düşünmek, ona göre kalbimizi düzeltmektir.
Hz Peygamber aleyhisselatu vesselam bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor:
“Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Ama o sizin kalplerinize ve amellerinize bakar." (Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9)
Onun için kalp, düzgün oldu mu, sağlam oldu mu, bütün azaları Allah'ın rızasına doğru götürüyor. Kalp sağlam olmadığı zaman da, onun derecesine göre kötü yola götürüyor.
Onun için elimizden geldiği kadar daima kalbimizin üzerinde duralım. Allah-u Zülcelâl kalbimize baktığı zaman razı olacağı şeyleri kalbimizde bulunduralım. Allah razı olacağı şeyleri görsün kalbimizde. Böyle olduğu zaman her şey kolay olacaktır.
Şimdi sizi buraya getiren de kalbinizdir. O kalbinizin içindeki iman, duygu, Allah'ın rızasının isteği sizi buraya getirdi. İşte böyledir kalp. Kalbimizde iman olmadığı zaman size bunlar nasip olmaz.
Bütün kâinatta göklerde, yerde, cennette nerede olursa olsun, Allah'ın rızasından daha kıymetli bir şey yoktur. Bakın, dünyada ne kadar kıymetli şeyler varsa insanlar onlara istekli oluyor. Dünyevi olarak en kıymetli şey nedir; altındır değil mi? Onun için onu pamukların içine sarıyorlar ki, birbirine değmesin, gramı azalmasın diyorlar, değil mi? Halbuki Allah'ın rızasının yanında, altınlar, elmaslar, hiçbir şey onun gibi kıymetli değildir. Onun için biz daima Allah'ın rızasını arayalım.
Onu elde ettiğin zaman bütün kâinat senindir. Çünkü dünya ve ahiret Allah'ın elindedir. Sen Allah'ı razı ettiğin zaman istediğini verir sana…
Cennette ne istersen, ne kadar istersen… Verir Allah sana… Kabir sana ikramda bulunur, sırat köprüsünün üzerinden şimşek gibi geçersin… Her şey sana musahhar olur, hizmet eder. Onun için, ilk önce kendime diyorum, Allah'ın rızası bizim yanımızda çok kıymetli olsun. Ve onu çok arayalım. Aramadığımız zaman mahzun olalım.
Selim Kalp İçin…
Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“O gün ne mal fayda verir, ne de evlât. Ancak Allâh’a kalb-i selîm (tertemiz bir kalp) ile gelenler müstesnâ.” (Şuarâ, 88-89)
Kıyamet günü işte öyle bir gündür ki, o gün ne mal, ne çocuk fayda vermez, ancak selim bir kalple Allah'ın huzuruna geldiğin zaman o menfaat verecektir.
İsterse bütün dünya senin akraban olsun, herkes senin adamın olsun. Bunların hiçbiri fayda vermeyecektir. Ancak selim bir kalp ile gelen müstesna, diyor Allah-u Zülcelâl.
Selim kalp nedir? İhlaslı bir kalp; Allah-u Zülcelâl’e karşı daima hayırlı duygularla dolu olan kalptir. Allah-u Zülcelâl o kalbe baktığı zaman hiç istemediği şeyler görmeyecek, hep razı olacağı şeyleri görecektir. Allah Azimüşşan ona baktığı zaman hep razı olduğu şeyler vardır içinde.
İşte biz, zahiri azalarımızla günah yaptığımız zaman nasıl tevbe ediyorsak, kalbimizde Allah'ın razı olmadığı şeyler olduğu zaman ondan da tevbe edelim.
Allah'a karşı böyle ihlaslı olduğu zaman, yediği zaman Allah için yiyecek, içtiği zaman Allah için içecek, verdiği zaman Allah için verecek, uyuduğu zaman Allah için uyuyacak…
Peki nasıl bunlar Allah için olacak? Niyetini Allah'a çevirdiği zaman, uyuduğu zaman, “Ben biraz uyuyup istirahat edeceğim ki, uyandığım zaman Allah'ı zikredip, namaz kılıp ibadet etmeye gücüm olsun,” diyecek.
Yemek yediği zaman “Ben yiyeceğim ki Allah'a ibadet etmek için kuvvet kazanayım,” niyetiyle yiyecek. İçtiği zaman da öyle, hep niyeti Allah'ın rızasını kazanmak için olacak. İşte, bütün ömründe olan şeylerin hepsini Allah'ın ibadetine çevirebilirsin o zaman.
Hulasa, elimizden geldiği kadar, riya yapmadan, ihlaslı olarak, sırf Allah'ın rızasını kazanma isteği kalbimizin içinde olsun.
Ölü kalp ise, o da Allah'ın sevmediği razı olmayacağı şeylerin olduğu kalp de ölü kalptir. Eğer kalbimiz böyle olduğu zaman hiçbir şey değilmiş gibi, rahat olmayalım. Hemen “Ya Rabbi, benim bu kalbimi ıslah et,” diye yalvaralım.
Virdimizi çekmediğimiz zaman da öyle… Virdimizi çekmediğimiz zaman sanki hiçbir şey değilmiş gibi, olmayalım, mahzun olalım. “Ya Rabbi, özür dilerim, böyle bir kalbi, böyle bir ruhu istemiyorum, beni bu halden kurtar,” diye dua edelim. O zaman Allah-u Zülcelâl de bize sahip çıkacak inşallah.
Şunu bilelim ki, bizi Allah'tan uzaklaştıran şeyler bizim düşmanımızdır. Mal olsun, evlat olsun, keyf-u sefa olsun, ne olursa olsun, onu düşman olarak bilelim.
Senin dünya arkadaşın da aynen öyledir. Eğer sana ahireti hatırlamakta yardımcı oluyorsa, “Gel kardeşim tevbe edelim, namaz kılalım, zikir çekelim, İslam hizmetinde bulunalım, hakiki bir iman sahibi olalım,” diyorsa o kişilerle arkadaşlık yap.
Eğer sana “Gel kahveye gidelim, şunu içelim, böyle yapalım,” diyorsa, öyle arkadaşları fazla sevme, “Git arkadaşım, benden uzak ol, sen hem benim düşmanımsın, hem Allah'ın düşmanısın,” diye düşün.
Böylelikle, bizi Allah'ın ibadetinden, zikrinden alıkoyan bütün şeyler, Allah'ın düşmanıdır. Onun için elimizden geldiği kadar Allah'ın razı olacağı şeyleri yapalım.
Denilmiştir:
“Bir saat insan kalbini Allah'ın murakabesine karşı çevirir, gafletten kurtarırsa bu güneşin üzerine doğduğu her şeyden daha hayırlıdır.”
Bakın, güneş neyin üzerine doğuyor; bütün dünyanın üzerine öyle değil mi? Bir saat kalbini Allah'a çevirdiğin zaman, onların hepsinden daha hayırlıdır senin için. Bir saat hatta on beş dakika Allah'a çevirdiğin zaman, Allah'ı düşündüğün, Allah'tan hayırlı şeyler istediğin, hidayet istediğin, bu şekilde Allah ile huzurlu olduğun zaman bu dakikalar, güneş neyin üzerine doğuyorsa hepsinden daha hayırlıdır.
Ama anlamıyoruz maalesef. Allah bizi ıslah etsin. Hani o duayı yap dedik ya, Allah ıslah etsin diye dua edin. Çünkü Allah ıslah etmediği zaman, Allah kuvvet vermediği zaman biz istesek de yapamıyoruz.
Nefisle Allah'ı razı edemeyiz. Allah'ı ancak yine Allah'ın yardımıyla razı edebiliriz. Allah bizi ıslah ettiği zaman, tevfik verdiği zaman Allah'ı razı edebiliriz.
Allah'tan Gafil Olmayalım
İnsanın kalbi, ruhu çok mühimdir. Bazı evliyalar demiştir ki:
“İnsan kalbini Allah'a çevirip murakabeli olduğu zaman, Allah da insanın azalarını salih amellerle müzeyyen kılacaktır.”
Yani insan kalbini Allah'a çevirip, sanki hiçbir şey yokmuş, dünya yokmuş, sadece Allah varmış gibi tefekkür ettiği zaman Allah onun azalarını nurlandıracak, müzeyyen kılacaktır.
Zahiri azalar da o kalbe teslim olacaktır; kalp Allah'a yöneldiği zaman azalar da Allah'a yönelecektir. İşte onun için sadatlar kalbin ıslahı için zikir vermiştir. Kalp ıslah olduğu zaman bütün azalar ıslah oluyor, kalp fesada uğradığı zaman bütün azalar da fesada uğruyor.
Peygamber aleyhisselatu vesselam buyuruyor ki:
“Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur; bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalbdir.” (Buhârî, Îmân 39; Müslim, Müsâkât 107, 108)
Onun için sadece vird esnasında değil, diğer zamanlarda da kalbimize dikkat edelim, Allah'a karşı murakabeli olalım. Allah'tan gafil kalmayalım, Allah'ın razı olacağı şeyleri kalbimizde bulunduralım.
Böyle bilelim, biz hiçbir şeyin sahibi değiliz, hepsinin sahibi Allah’ tır, azze ve celle. Dikkat edersek, biz ne kendimize bir menfaat getirebiliriz, ne de zararı def edebiliriz.
Hasta oluyoruz, haydi hastalığı def et bakalım? Eğer Allah şifa vermezse kimse veremez. Ölüyorsun, ölümü def et bakalım?
Yani biz kuluz, kul, hür değiliz. Biz Allah'ın elinde olan köleyiz, Allah bizim üzerimizde tasarrufat yapıyor. Allah'tan isteyelim, bizim üzerimizde güzel bir şekilde tasarrufat yapsın, iyilik versin.
Bizi kendine halis bir kul olarak dünyada yaşatsın; öyle isteyelim Allah-u Zülcelâl’den… Öyle istediğimiz zaman Allah da razı olur böyle bir duadan.
Allah-u Zülcelâl bizden dua etmemizi istiyor, buyuruyor ki:
“Bana dua edin, duânıza icabet edeyim.” (Mümin, 60)
Hatta istemediğimiz zaman Allah-u Zülcelâl gazab ediyor, buyuruyor ki:
“Rabbiniz şöyle dedi: ‘Bana dua edin, duânıza cevap vereyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış bir hâlde cehenneme gireceklerdir.’ ”(Mümin, 60)
Demek ki Allah-u Zülcelâl bizim dua etmemizi istiyor. Çünkü dua etmek bir kulluk vazifesidir. Eğer dua edersek Allah da verecektir. Ama biz ya istemeyi bilmiyoruz, ya da samimi olarak istemiyoruz.
Bir dilenci dükkanın kapısına gelip bir şeyler istedikten sonra çekip giderse dükkancı onun arkasından gider mi? Ama dilenci kapıda duracak, “Bir şey vermedikçe gitmem,” diye ısrarla isteyecek, o zaman verir.
Bizim duamız da öyle olmasın. Böyle hafif olarak, süratli olarak istemek değil, tekrar tekrar dua edelim, Allah'tan ısrarla isteyelim. O zaman Allah-u Zülcelâl verecektir. Çünkü Allah-u Zülcelâl merhamet sahibidir.
Bakın, Allah-u Zülcelâl besmelede iki defa rahmet demiş; “er Rahman ve er Rahim.” Diyor. Sonra Fatiha suresinde tekrar, “er Rahman er Rahim,” diyor. Öyleyse biz de Allah'ın rahmetinden isteyelim.
Kendimizi Çok Muhtaç Görelim
Eğer insan kendini Allah-u Zülcelâl’in karşısında fakirlik ve acziyet içinde görürse o zaman Allah-u Zülcelâl bunu çok seviyor, kuluna istediğini veriyor.
Onun için ne kadar salih ameller yaparsak yapalım, Allah daha fazlasına layıktır. Ne kadar yaparsak da hiç amelimizi görmeyelim, ucba kapılmayalım; kendimizi Allah'ın affına ve rahmetine muhtaç görelim.
Şah-ı Nakşibend kaddesallahu sırrahu şöyle vasiyet etmiştir:
Benim cenazemi kabrime götürürken; arkamdan şöyle deyin:
“Ya Rabbi senin bir fakir kulunu sana misafirliğine getirdik.”
Bakın o Şah-ı Nakşibend ki, onun yolundan nice insanlar yetişmiştir, ve kıyamete kadar da nice insanlar yetişecektir; o işte kendisini Allah'ın karşısında böyle görüyordu.
İşte böyle olmak lazımdır. İnsan kendini beğenmemeli, mütevazı olmalıdır. Peygamber aleyhisselatu vesselam buyuruyor ki:
“Kim Allâh Teâlâ’nın rızâsı için (Allâh’ın kullarına karşı) bir derece tevâzu gösterirse, bu sebeple Allah onu bir derece yükseltir. Kim de Allâh’a karşı bir derece kibirde bulunursa, Allah da onu bu sebeple bir derece alçaltır; bu böyle devam ede ede nihayet onu esfel-i sâfilîne (aşağıların aşağısına) atar…” (İbn-i Mâce, Zühd, 16)
Kim nefsini Allah'a karşı zelil yaparsa Allah onun kadrini yükseltir. Kim de kendi nefsini aziz görürse, büyük görürse, “Ben çok iyi bir insanım,” zannederse, Allah onu insanların arasında zelil yapar.
Şayet nefsimize uyduk, hata yaptıysak o zaman insanın üzerine borçtur ki, Allah'a tevbe etsin; yoksa Allah-u Zülcelâl ona azab edecektir.
Niye tevbe etmeyelim ki? Bakın bir insan dünyadayken bir zehir içtiği zaman hemen kusuyor yahut panzehir içiyor, o zehirin etkisini yok etmek için, ona zarar vermemesi için, öyle değil mi? Nihayetinde ölecek, ama hemen çare arıyor. Günah ise zehirden daha fenadır. Çünkü insan günah ile Allah'ın gazabına müstehak oluyor, yani Allah'ın ona kızmasını, ceza vermesini hak etmiş oluyor. Onun için elimizden geldiği kadar hata yaptığımız zaman tevbe edelim.
Arkadaşlarınıza da anlatın böyle. Din yabancı olmuş bu ahir zamanda. Ölmeden önce tevbe etmeye bakalım, çünkü öldükten sonra pişman olmanın faydası olmayacak. Pişmanlıkla elini ciğerine atsan, onu çıkarıp parçalasan da fayda yok. Şu anda tevbe edersen onun faydası vardır.
Onun için, günahlardan temizlenmek için çare tevbedir, Allah'ın gazabına sebep olan günahlara tevbe etmek lazım, Allah-u Zülcelâl’e karşı özür dilemek lazımdır.
Zehir insana nasıl zarar verirse, günahlar da insanın ruhuna zarar veriyor; insan kıyamet gününde azaba müstehak oluyor. Onun için elimizden geldiği kadar nefsimize mağlup olduğumuz zaman tevbe edelim. Eğer tevbe edersek, Allah günahları silecek, tertemiz huzuruna gideceğiz, hatta Allah günahların yerine sevap verecek. Eğer arkadaşlarımız da tevbe alırsa, onların da sevabı bize gelecek. Onun için onlara da anlatalım.
Allah-u Zülcelâl kendi fazlı ve keremi ile bizlere muamele etsin ve hepimize razı olacağı şekilde salih amel nasip etsin...
Seyda Muhammed Konyevi.