Bedenimiz Dünyada, Aklımız Ahirette Olsun
Allah-u Zülcelâl kendi rızası ile kullarının nefsini birbirlerine karşı olarak yaratmıştır. Allah-u Zülcelâl kullarını yaratmış, kendi rızasını bir tarafa, onun nefsinin isteklerini bir tarafa koymuş. “Bakalım kullarım hangisini seçecek?” diye imtihan ediyor.
Allah azze ve celle, ayeti- kerimede buyuruyor; “İnsanlar arasında öyle kimseler vardır ki, Allah rızasını arzu ederek, onun karşılığında kendi nefislerini satarlar. Allah kullarına karşı rauftur, pek şefkatlidir.” (Bakara; 207)
O kişiler, nefsinin arzularını Allah'ın rızasını kazanmak için satmışlardır. İşte Allah bu kullarına karşı çok şefkatlidir.
Demek ki o kişilerin önüne nefsin istekleri geliyor, bir de Allah'ın rızasını kazandıracak ameller geliyor. Onlar daima Allah'ın rızasını seçiyor, kendi nefsinin isteklerini bir kenara atıyor. Böyle olduğu zaman demek ki o kişi, Allah-u Zülcelâl’in rızasını tercih etmekle, kendi nefsini Allah-u Zülcelâl’den satın alıyor.
Ebubekir es-Sıddîk radıyallahu anhu şöyle buyuruyor:
“Kim kendi nefsini Allah'ın Zat’ı için kahrederse, Allah onu gazabından emin kılar.”
Yani onun önüne nefsin kötü istekleri gelince, zaten hepsi kötüdür, görüyorsunuz içki içiyor, uyuşturucu kullanıyor, fuhuş yapıyor, nefsin isteğidir hepsi ve hepsi de kötüdür. İşte nefsin istekleri önüne çıktığı zaman onu kahredersen; nasıl büyük bir düşmanın karşısında duruyorsun, onun isteklerini yapmıyorsun, onunla mücadele edip zıddına gidiyorsun; işte nefsine karşı da böyle yaparsan, o zaman Allah'ın emniyetinde olursun.
Kişi bir iş önüne gelince durup, “Bunda Allah'ın rızası var ise yaparım, Allah'ın rızası yoksa nefsimin isteğine baskı yaparım, nefsime karşı gelirim, isteğini yapmam,” derse, işte o zaman o kişi emniyettedir. Çünkü o kişi kıyamet gününde Allah'ın gazabından emin olacak. Böyle nefsinin isteğinden vazgeçtiği için Allah-u Zülcelâl ondan razı olacak, inşaallah.
Bayezid –i Bistamî rahmetullahi aleyhi’ye sormuşlar;
“Ne zaman insan Allah'ın katında adam olur, kıymetli bir kul olur?”
Şöyle cevap vermiş;
“Ne zaman kendi kusurlarıyla meşgul olursa, onları düzeltmek için çalışırsa o zaman Allah'ın katında adam olur, onun değerli bir kulu olur.”
Fakat maalesef bizler başkalarını kınıyoruz, onların kusurlarıyla meşgul oluyoruz. Kendi kusurlarımızı arkaya atıyoruz, arka taraftaki torbaya koyuyoruz, mümin kardeşlerimizin kusurlarını gözümüzün önünde tutuyoruz, onlarla uğraşıyoruz.
Hâlbuki kabirde, kıyamet gününde, haşir meydanında Allah bize demeyecek ki, “O adam neden kabahat işledi?” Diyecek ki “Sen niye bu günahları, bu kusurları işledin?”
Niye kendimizle meşgul olmayacağız da, onunkiyle meşgul olacağız?
Evliyalar demişler ki;
“Kim nefsini ayıplarsa onu temizler. Kim nefsini severse onu mahvetmiş olur.”
Kişi nefsinin ayıplarını görür, “Bu senin kusurundur, bu senin kusurundur,” diye sayar ve onlarla meşgul olur, onları düzeltmeye çalışırsa onu temizlemiş olur. Ama eğer nefsini sever, onun kusurlarını görmezden gelirse onu kıyamet günü çok büyük bir perişanlık içine atmış olur. Çünkü o gün nefsi ona birçok günahlar işletmiş olarak Allah'ın huzuruna gelecek.
Kalp Ölürse Hüzün Duymaz
Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede buyuruyor ki,
“Elbette nefsini temizleyen kurtuluşa erişmiştir. Kim de onu, nefsini tezkiye etmemiş ise hüsrana uğramıştır.” (Şems, 9-10)
Bir kişi nefsinin isteklerini yapıyor, Allah'ın emirlerini yapmıyor ama sanki hiçbir şey değilmiş gibi mahzun da olmuyorsa, bunun sebebi kalbin ölmesidir. Kalp sağlam ise, diri ise, Allah'a karşı ölmemiş ise o zaman bütün günahlardan kendini muhafaza eder, daima hayırlarda bulunur.
Peki, onun alameti nedir? Kalbin hay olmasının, diri, hayatta olmasının alameti nedir? Daima Allah'ın zikriyle meşgul olmak, onun ibadetine istek duymak, onun razı olmayacağı şeyleri sevmemektir.
Peki, onun ölmesinin alameti nedir? İbadetleri terk etmeye ve günahları yapmaya karşı kalpte bir hüznün, üzüntü ve endişenin olmamasıdır.
Bakıyorum bazen, ilk önce sofidir, namaz kılıyor, zikir yapıyor, fakat bir taraftan da kötü kişilerle oturuyor kalkıyor. Şeytan da onların yanına götürüyor onu; çünkü bir kişi tevbe ettiği ve Allah ile kendisi arasındaki durumu düzelttiği zaman, şeytan bir figan ediyor, öyle kahroluyor ki, askerlerinin hepsi etrafında toplanıyorlar, “Ne oldu?” diyorlar.
Lâin Şeytan diyor ki, “Görmüyor musunuz? Ne kadar emek verdik, uğraştık günah işletmek için ama o tevbe etti. Allah da onun günahlarını affetti, kötülüklerini iyiliğe çevirdi.”
Askerleri soruyorlar: “Ne yapacağız şimdi?”
Şeytan diyor ki: “Tevbesinden döndüreceğiz, tekrar günah işleteceğiz, ibadetleri terk ettireceğiz.”
Askerleri: “Bunu nasıl yapacağız?”
“Onun hiç tevbe etmemiş, günah işleyen, gafil arkadaşları, komşuları, akrabaları yok mu? İşte onlar vasıtasıyla onu tekrar günaha ve gaflete döndüreceğiz! Gidin onları dürtükleyin ki, onu alsınlar yine günahlara götürsünler, ibadetleri terk ettirsinler. Onu tevbesinden böyle çevireceğiz…”
İşte şeytan böyle yol gösteriyor. Bazı gençler diyor ki, “Beni eski çevremden bırakmıyorlar, çağırıyorlar, onların yanına gidince günah işliyorum, gaflete düşüyorum. Kalbimde ibadet, tat, zikir sevgisi kalmıyor, artık tat almıyorum.”
İşte bu şeytanın hilesidir. Şeytan insanları tevbeden döndürmek için böyle kendi askerleri olan ins ve cine vesvese veriyor. Kişi onların yanına gidip geldikçe kalbi ölüyor. Artık günah işlemekten, ibadetleri terk etmekten hüzün duymuyor, endişe etmiyor. İşte bu hal, bu bahsettiğimiz haldir.
Bir kalpte hüzün olmadığı zaman, “Allah benden razı mı? Kıyamet gününde bana rahmet edecek mi? Yoksa bana gazab ediyor, beni ince ince hesaba çekecek ve bana kabahatlerim sebebiyle azaba uğratacak mı?” diye bir endişe olmadığı zaman, demek ki o kişinin kalbi Allah’a karşı ölmüştür, Neuzubillah.
Hani diyoruz ya, nasıl ki bir evde kimse olmadığı zaman, o eve bakan, temizleyen, tamir eden bir kişi içinde yaşamadığı zaman bozuluyor, yıkılıyor virane oluyor ise işte bunun gibi, insanın kalbinde bir hüzün, bir dert, bir pişmanlık olmadığı zaman, o kalp viran oluyor, ölüyor.
Mümin Günahına Pişman Olur
Artık kalp böyle ölmüşse, viran olmuşsa o kişi hiç sonunu düşünmez, endişe etmez, ta ki ölüp de kabre girinceye kadar… O zaman bakacak ki, kendisine hesap soruluyor, işte o anda aklı başına gelir ama ne fayda… Artık bir şey yapma imkânı kalmamıştır.
İşte bu halin başımıza gelmemesi için, kalbimizi diri tutmak için, onu mamur etmek için kalbimizde daima bir hüzün, bir endişe, “Allah'ı razı edeyim,” diye bir çaba olması lazım. Böyle bir çaba olursa insan ibadet yapınca ferahlanan, günah, hata, kusur ve gaflet sebebiyle endişe eden bir kişi olur.
Ashab-ı kiram, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sordu; “Mü'min kimdir?” Buyurdu ki; “Bir kişi ibadet yaptığı zaman sevinir, ferahlanırsa, günahlarıyla da mahzun olursa mü'mindir.”
Kendimizi hesaba çekelim, eğer birkaç saatimizi, elimizden geldiği kadar, salih bir amelle geçirdiğimiz zaman ferahlanıyorsak, günah, gaflet, malayaniyle geçirdiğimiz zaman mahzun oluyorsak müminiz. Demek ki bunlar müminin iki sıfatıdır, bunlar bizde olmazsa mü'min değiliz, manasına geliyor! Öyleyse biraz dikkat edelim.
Allah Azze ve celle ayet-i kerimede buyuruyor: “Allah, müminlerin velisidir (sahibidir, koruyucusudur.)” (Âli İmrân; 68)
Bir şeyin sahibi, mesela ev sahibi, o evin halkına nasıl sahip çıkıyor, onlara bakıyor, onların emniyetini sağlıyorsa, Allah-u Zülcelâl de müminlerin sahibidir ve müminleri öyle korur. Ama bu iki sıfat bizden gittiği zaman müminlikten çıkmış oluyoruz.
Demek ki kendimizden bu sıfat giderse çok endişe etmemiz lazım... Eğer endişe edersek o zaman bu hal, bu gaflet bizden gidecek, yeniden günaha ve gaflete üzülen sevap işleyince sevinen bir kişi olacağız. Çünkü o hüzün bizi çevirecek, yine Allah'ın rızasını kazanma gayreti gelecektir kalbimize…
Allah'ın rızasına rağbetli olmak, Onun muhabbetini hak etmeye talip olmak Allah yanında çok makbuldür.
Her zaman diyorum ya, bir adam caminin kapısında böyle gidip geliyor, hani bir kişinin başına bir hal gelir, “Ben bu işi nasıl halledeceğim? Bu sıkıntıdan nasıl kurtulacağım?” diye çaba içinde sanki çırpınıyorsa o da böyle “Ben Allah'ı nasıl razı edeceğim? Ne yaparsam Allah-u Zülcelâl benden razı olur?” diye çare arıyor.
Allah-u Zülcelâl o zamanın Peygamberine vahy ediyor: “O kuluma söyle, Ben onu sıddıklardan yazdım.”
Allah-u Zülcelâl onun kabine bakıyor, kalbindeki o rağbetten, o samimi arzunun ve talebin hararetinden dolayı onu sıddıklar arasına yazıyor.
Hz. Âişe annemiz, Peygamber aleyhissalatu vesselamın şöyle dua ettiğini rivayet ediyor:
“Allahım! Beni ibadet işleyince sevinen, kabahat işleyince istiğfar eden kişilerden eyle!”
Öyleyse ibadet edince, salih bir amel işleyince sevineceğiz, ferahlayacağız, “Allah bunu bize nasip etti,” diye; günah işlediğimiz zaman da ümitsizliğe düşmeyeceğiz, hemen istiğfar edeceğiz, “Ya Rabbi bu günahımı affet, bir daha yapmayacağım, bana hayırlı amel yapmayı nasip et” diye Allah'a sığınacağız.
Ahireti Daima Gözümüzün Önüne Getirelim
Demek ki sözün kısası, biz bedenimiz dünyada iken kalbimiz ahirette olmamız lazım. Ahireti görüyor gibi hep gözümüzün önüne ahiret manzaralarını getirerek amel işlememiz lazım. Bu şekilde olursa ahiretimiz bambaşka olacak inşaallah.
Eğer gözümüzün önüne ahiret manzarasını getirirsek, amel defterimiz gelmiş, bakıyoruz “Eyvah, içinde çok az salih amel var, çok günahlar ve kusurlar var,” o zaman bize hemen gayret gelecek, ibadet ve salih amel yapacağız inşaallah.
Ama ne yazık ki bizim vücudumuz da dünyada kalbimiz de dünyada olduğu için ahiretten gafil kalıyoruz. İşte bizi bu mahvediyor.
Bir adam, tıpkı dilenciler gibi, hani dünyevi bir şey isteyen dilenciler var ya, onun gibi kapı kapı dolaşıyor:
“Bana merhamet edin! Ben sermayemi kaybettim bana merhamet edin!” diyor. Ona soruyorlar:
“Senin sermayen neydi? Ne kaybettin?”
“Benim bir kalbim vardı onu kaybettim!”
Tıpkı malını mülkünü kaybetmiş bir kişi gibi insanlardan dua istiyor. Diyor ki, “Benim bir kalbim vardı, onunla Allah'a muhabbetle ibadet ediyordum, onun gazabından korkuyordum, böyle diri bir kalbim vardı. İşte o benim sermayemdi, ahireti onunla kazanacaktım. Şimdi onu kaybettim, kalbime bir katılık geldi. Bana dua edin de kalbim yeniden ihya olsun, yine kalbim Allah'ın rızasını kazanmak için gayretli olsun.”
Demek ki bu kişi önceden vecd sahibi, vird sahibi, bir sofi idi, sonra o halini kaybetmiş onun için böyle yalvarıyor. Allah'ın kalbinde gördüğü o samimi hali kaybettiği için üzülüyor, insanlardan para dilenir gibi dua istiyor. “Dua edin, Allah bana kalbimi, yani önceki güzel halimi, Allah'a karşı rağbetli olduğum hali bana versin,” demek istiyor.
İşte biz de öyle yapalım, kardeşlerimizden dua isteyelim. “Ahiretimizi kazandıracak sermayemizi, kalbimizin diriliğini, Allah'a karşı samimiyetini bize versin,” diye birbirimize dua edelim, verecektir inşaallah.
Eğer insan böyle isterse Allah insan gibi değil, onun hazineleri çoktur, bize “Dua edin icabet edeyim,” buyuruyor, bize verecektir inşallah.
Bunu istemenin en güzel vesilesi de Allah'a tevbe etmektir. Günahlarımıza, ibadetlerimizdeki kusurlarımıza tevbe edelim, Allah'a yönelelim.
İnsanlara Allah'ın Mağfiretini Anlatalım
İnsanlara da tevbeyi anlatalım, onları tevbeye çağıralım. Bugün buraya yeni gelenler de döndükleri zaman insanları tevbeye çağırsınlar.
Eğer dilimiz, kalbimiz, niyetimiz daima Allah'ın rızasını talep eder, ona davet ederse Allah ona bunu nasip edecek demektir. Çünkü Allah insana sevap vermeyi dilerse ona, o emri maruf yapmayı nasip eder, o gayreti, o samimi niyeti verir.
Bir cemaatle oturduğumuz zaman, hiç Allah'tan bahsetmediğimiz, hiç Peygamber’den, evliyalardan bahsetmediği zaman, hâşâ cemaatten, sanki onlar bir leşin üzerinden dağılır gibi, ağzında bir parça kokmuş leş ile ayrılıp gider gibi pis kokuyla ayrılmış olurlar. Peygamber efendimiz öyle buyuruyor;
“Oturdukları meclisten orada Allah’ı zikretmeden kalkan bir topluluk, hayvan leşi üzerinden kalkmış gibidir. Bu, onlar için pişman olacakları bir kayıptır.” (Ebu Dâvud; 4; 264)
İşte böyledir, ancak Allah'ın rızasını anlattığın zaman, Allah'ın rahmetini anlattığın zaman pis kokudan kurtulmuş oluyorsun. Eğer Allah'a tevbe etmeye davet edersen, o zaman o cemaatin üzerine Allah'ın rahmeti gelecek, mağfireti gelecek, nurlar gelecek, herkes o nurlarla dağılacak, inşaallah.
İnsanlara en menfaatli şeyi yapmak istersen, Allah'ın cennetine ve rızasına giden yola davet et onları. Böyle yaparsan onların kazandığı sevaptan sana da verilecek inşaallah.
Eğer sen insanların tevbe edip Allah ile arasını düzeltmesine vesile olursan Allah-u Zülcelâl senden razı olacak, sana da, ona da, dünyada ve ahirette hayırlar verecek, dualarınızı kabul edecek. Bunun için kadınlar kadın arkadaşlarını, erkekler erkek arkadaşlarını, gençler genç arkadaşlarını tevbeye davet etsinler. İnsanlara emr-i maruf nehy-i münker yapmak, en hayırlı hizmettir.
Allah hepimizi hayırlarda kullansın, şeytanın ve nefsin eline bırakmasın.
Amin.
Seyda Muhammed Konyevi