Dil Nimetinden İmtihandayız
Allahu Zülcelâl bir ayeti kerimede şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Bir topluluk bir toplulukla alay etmesin; belki de onlar kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kadınlar da kadınlarla (alay etmesin.) Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinize kötü lakaplar takarak atışmayın. İmandan sonra fasıklık, ne kötü bir addır. Kim tövbe etmezse onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Hucurat; 11)
İnsanı üstün kılan nimetlerin başında dil nimeti gelir. Fakat her nimet gibi dil nimeti de bir imtihan kaynağıdır. Dil, görünüş itibarı ile bir et parçasıdır. Fakat vücuttaki bütün azalar aslında dilin tasarrufu altındadır. Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadisi şerifte şöyle buyurmuştur:
“Kulun imanı, kalbi istikamet bulmayıncaya kadar doğru olmaz. Dili dosdoğru olmayıncaya kadar da kalbi istikamet bulamaz.” (İbn Ebi'd-Dünya)
Başka bir hadisi şerifte ise şöyle buyurmuştur: “Hayır, için konuşmanın dışında dilini tut. Çünkü şeytanı (ancak) bununla yenebilirsin.” (Buhari)
Allahu Zülcelâl dili serbest olarak yaratmıştır. Onu hayır ve şer olmak üzere, iki yöne de kullanmak mümkündür. Hayır olan yön, Allahu Zülcelal’in rızasına doğru bir rehber gibi yol göstermesidir. Şer yönü ise bu yolda yürümek isteyen kimselere sürekli engel olmasıdır.
Dilin birçok afeti vardır. Başkaları ile alay etmek de dilin afetlerindendir. Alay etmek, bir kişinin ayıplarını ortaya çıkarmak, gülünç duruma düşürmek suretiyle o kişiyi aşağılamaktır. Alay etmek, sözlerle olduğu gibi taklid etmek kasdı ile işaret ve ima yoluyla da olabilir. İnsanlarla alay etmek, büyük günahlardandır.
Hz. Peygamber (s.a.v.) de bir hadisi şerifte şöyle buyurmuştur:
“İnsanlarla alay edenlerin her birine cennetten bir kapı açılır ve ‘Buyrun, buyurun!’ Denilir. Üzüntü ve sıkıntı ile gelir. Geldiğinde kapı hemen yüzüne kapanır. Bu durum devam edip durur. Nihayet ümidi kesildiği için gelmez.” (Ahmed bin Hanbel)
Malik bin Dinar şöyle demiştir: “Zebur’da şöyle okudum: “Günahkârların yoluna girmeyenlere, alay edenlerin alayına katılmayanlara, müjdeler olsun.”
İnsanlarla alay etmek münakaşaya, münakaşa ise buğza yol açar. Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurmuştur ki: “Kardeşinle münakaşa etme. Onu alaya alma. Yerine getiremeyeceğin bir vaatte bulunma.” (Tirmizi)
Bir kişiyle kötü konuşup onu rencide etmek onun da mukabele etmesine yol açar. Böylece kişi kendi kendisini ayıplamış ve ta’n etmiş olur. Ayeti kerimede “Kendi kendinizi ayıplamayın,” buyrulmasının sırrı bu olsa gerektir.
Hz. Peygamber (s.a.v) bu tehlikeye şöyle işaret etmiştir:
“Anne ve babasına söven melundur.”
Bunu işiten Ashabı Kiram:
“Ya Resulallah! İnsan, anne ve babasına nasıl söver?” diye sordular. Hz. Peygamber (s.a.v) buyurdu ki: “Kişi, başkasının babasına söver; o da kalkar onun babasına söver.” (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi)
Bununla birlikte şunu unutmamak lazımdır ki, bir kişi başka birisine çirkin bir söz söylese de aynı şekilde karşılık vermemek gerekir. Böyle davranan muhatabıyla aynı seviyeye düşmüş olur.
Hem böyle davranmak münakaşaların uzayıp gitmesine ve düşmanlıkların kökleşmesine yol açar. Kim kötü davranışları affeder, iyilikle mukabele ederse kötülüğün kökünü kurutmuş olur. Böyle davrananın mükâfatı çok büyüktür.
Rivayet edilmiştir ki bir adam, Hz. Peygamber (s.a.v)’ in yanına gelerek:
“Ya Resulallah! Bana öğüt ver.” Dedi.
Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki:
“Allah’a takvaya sarıl. Birisi sende olduğunu bildiği bir şeyle seni ayıplarsa sen onda olduğunu bildiğin bir kusurla onu ayıplama ki vebali ona, sevabı da sana olsun. Hiçbir şeye de sövme.” (Taberani, Ahmed bin Hanbel)
Bu sebeple, insan başkalarıyla alay etmek yerine, onlarla güzel geçinmeli, hata ve kusurlarından dolayı da alay etmemelidir. Bir kimse kendi kusurları ile meşgul olursa başkalarının kusurlarını görmeyeceği gibi onlara karşı şefkatli ve tevazu sahibi olur. Çünkü denilmiştir ki: “Allah bir kimsenin hayırını dilerse onu kendi kusurları ile meşgul eder.”
Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.v) başkalarının kusurlarını araştıran ve sırlarını yayan kimseleri şöyle ikaz buyurmuştur: “Müslümanların kusurlarını araştırıp durmayın. Kuşkusuz Allah, Müslümanların kusurlarını araştıranları kıyamet gününde şahitler huzurunda rezil eder.” (Ebu Davud)
Müslümana yakışan insanların kusurlarını ifşa etmek değil, bilakis örtmektir. Peygamber (s.a.v) başka bir hadisi şerifte şöyle buyurmuştur: “Kim bir müslümanın kusurunu örterse Allah da onun, hem dünyada hem de ahirette kusurunu örter.” (Ahmed bin Hanbel)
İnsanların yüzüne karşı kötü konuşmak günah olduğu gibi gizlice aleyhlerinde bulunmak da büyük günahtır. İnsanların çoğu bunun günahından gafildir.
Allahu Zülcelâl bir ayeti kerimede şöyle buyuruyor:
“Onların fısıldaşmalarının birçoğunda fayda yoktur. Ancak bir sadaka veya bir iyilik veyahut insanların arasını düzeltmeye çalışanlarınki müstesna. Kim Allah'ın rızasını elde etmek için bunu yaparsa biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.” (Nisa; 114)
Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadisi şerifte şöyle buyurmuştur:
“İlmi ile amel eden, malının fazlasını (hayra) harcayan, fazla ve boş sözden de kendini tutan kişiye ne mutlu!” (Beyhakî, Şu’abu’l-İmân)
Maalesef günümüzde bu durum tam tersine dönmüştür. İnsanlar mallarını ellerinde tutuyorlar, hiç yorulmadan gereksiz yere konuşuyorlar. Çünkü insanların çoğu dillerinden sadır olan günahlar hususunda gaflettedir.
Halbuki Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadisi şerifte şöyle buyurmuştur: “Gerçekten bir adam, Allahu Zülcelal’in razı olacağı bir kelime konuşur. O kelimenin Allah’ın rızasına ulaşacağını düşünmez. Allahu Zülcelâl ise onun sebebiyle kıyamete kadar o adam için rızasını yazar. Bir adam da Allahu Zülcelal’in gazap edeceği bir kelime konuşur. O kelimenin Allahu Zülcelal’in gazabına ulaşacağını düşünmez. Allahu Zülcelal de onun sebebiyle kıyamete kadar o adam için gazabını yazar.” (Ahmed bin Hanbel, İbn Mace, Tirmizi)
Alkame (r.a.), bu hadisi şerif hakkında: “Bu hadis, çoğu kelimeleri konuşmaktan beni alıkoydu.” Demiştir.
Muhammed bin Sirin rahmetullahi aleyh şöyle anlatmıştır:
“Ensar’dan bir sahabe, insanların toplandığı bir meclisin yanından geçiyordu. Onların batıl şeyler konuştuklarını işitince şöyle dedi: ‘Kalkın abdestinizi yenileyin. Çünkü söylediğiniz bazı sözler, bedenden çıkan pislikten daha kötüdür.”
Günümüzde ise durum çok daha beterdir. Bugün insanlar sanki denizin içine girmiş gibi günahların içindedirler. Bu da Allahu Zülcelal'in emir ve nehiylerini bilmedikleri ve şeytanın ve nefsin oyunlarına mağlup oldukları içindir.
Dil nimetinin şükrü; bu mü’min kardeşlerimizin, içinde bulundukları gaflet ve günah denizinden kurtulup tövbe etmesine vesile olmaktır. Bunun için Allahu Zülcelal'in yoluna dönmelerini hatırlatacak sohbet ve nasihat etmektir. Eğer o kimseler, bu günahları terkederek tövbe ederlerse Allahu Zülcelâl hem onları hem de bizi affedebilir.
Nitekim Hasan-ı Basri rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “Ben bir gün, bir mecliste sohbet ediyordum. Sohbetin sonunda: ‘Ya Rabbi! İçimizde günahı en çok olanı, gözleri en kuru ve kalbi en katı olanı affet!’ Diye dua ettim. Bir genç ayağa kalktı ve:
- Ya Şeyh! İçinizde gözleri en kuru, kalbi en katı ve günahı en çok olan benim. Bu duayı bir daha yap! Dedi. Ben de bir daha dua ettim. O gece rüyamda bana şöyle ilham olundu:
- Ya Hasan! Sen benimle bir kulumun arasını düzelttin. Onun için o genci, o mecliste bulunanları ve seni affettim. İşte, insanların günahlardan uzaklaşıp Allahu Zülcelal'e dönmeleri böyle kıymetlidir.
Günahı konuşmakta ısrarcı olanlara gelince, onların bulundukları yeri terk etmemiz daha iyidir. Dili faydasız sözlerle meşgul etmektense sükut etmek daha iyidir. Sükut dilin iffetidir. İnsanlara nasihat fayda vermiyorsa Cenab ı Hakka sığınmak, ona yönelip, yardımını istemek gerekir.
Muaz bin Cebel (r.a.) şöyle demiştir: “İnsanlarla az konuş, Rabbinle ise çok konuş. O zaman belki kalbin Allahu Zülcelal'i görür hale gelir.”
Seyda Muhammed Konyevi.