Dünya Tarlasına Hayır Tohumları Ekelim
Allah-u c.c kullarına, dünyada nasıl amel ederlerse razı olacağını, nasıl iş yaparlarsa gazap edeceğini, nasıl yaşarlarsa kıyamet gününde güzel bir hayatlarının olacağını, Peygamberleri vasıtasıyla beyan etmiştir. Allah azze ve celle buyuruyor:
“Erkek olsun, kadın olsun, mümin olarak kim amel-i salih işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.”(Nahl, 97)
Bakın, dikkat edin, Allah buyuruyor ki: “hayaten tayyıbeten” yani “güzel bir hayat vereceğiz.” Şimdi bir insan “Bu şey büyüktür, bu şey güzeldir” dediği zaman, o insanın büyüklüğüne göre, değerine göre sözüne kıymet verilir. Yani büyük bir insan bir şeye büyük dediği zaman onun büyük olduğuna, güzel dediği zaman güzel olduğuna inanılır.
Allah-u Zülcelal’in azametini, büyüklüğünün sonsuzluğunu, hiçbir insan tarif edemez. İşte O Azimüşşan diyor, “Ben güzel bir hayat yaşatacağım onlara” diye…
O hayat nasıl bir hayattır, ancak yine Allah azze ve celle bilir. Cennet-i âlâda Allah'ın nimetleri insanlara verildiği zaman, insan saysa, “Allah bunu verecek, bunu verecek,” diye, ne kadar sayarsa saysın, Allah ondan daha fazlasını verecek. Ta ki insanın kalbinin üzerine hatara olarak gelmeyeceği şeyleri verinceye kadar. Yani ne kadar hatırlatırsan kendine, “Allah şunu verecek, bunu verecek” ne kadar sayarsa say, yine senin kalbine düşünce olarak gelmeyeceği şeyleri verecek. O kadar Allah azze ve cellenin hazineleri doludur, kullarına o kadar nimetler verecek…
İşte böyle, “Kim iman ile salih amel yaparsa ona güzel bir hayat vereceğim” diyor Allah-u Zülcelâl. Demek ki Allah azze ve celle bizden iman istiyor, imandan sonra amel-i salih… Ondan sonra kendi rızasını ve baki olarak ahirette güzel bir hayat vereceğini vaat ediyor bize. Bu kısa hayatımızı değerlendirelim, oradaki nimetler bakidir, ebed’ül-ebeddir, hiç bitmeyecektir.
Elhamdülillah Allah bize bu tevbeyi, bu istiğfarı nasip etmiş, onun değerini bilelim. Sade bize nasip oldu diye durmayalım, bütün mümin kardeşlerimize de anlatalım.
İbrahim bin Edhem rahmetullahi aleyh diyor ki:
“Allah azap edeceği hiçbir kula istiğfar ilham etmemiştir.”
İyice anlayalım, Allah bir kişinin kalbine tevbe istiğfar ilham ettiyse o kişiye azap etmeyi istemiyor demektir. Bu yüzden o kişiye istiğfar etme niyeti ilham etmiştir. “Eğer azap edecek olsaydı ona bu tevbeyi ilham etmezdi,” diyor İbrahim bin Edhem.
Geldiğiniz şehirlerden Allah sizi seçtiği, tevbe etmeyi sizin kalbinize ilham ettiği, istiğfar etmeyi size nasip ettiği için, O’nun bu nimetine karşı borçluyuz, onun kıymetini bilelim. Biz de elimizden geldiği kadar hayatımızı O’na feda edelim inşaallah.
Çünkü az bir şey değildir, eğer derin olarak düşünürsek, bakı, ebedül ebed bir hayattır bu.
Bazı evliyalar diyorlar ki,
“Bir kişi zerre kadar, yani zerre nedir; güneşin ışığında görünen ufak ufak toz tanecikleri var ya o zerredir işte. Bir kul kalbini o zerre kadar Allah’a karşı çevirirse, kalbi gafil olmaktan azıcık bile kurtarır ve Allah’ı hatırlarsa, ona yönelirse, dünyada bütün maldan, mülkten, üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır onun için…”
Allah ile birlikte olmak o kadar kıymetlidir.
Öyleyse biz de Allah’a yönelmeye gayret edelim. Yani huzurlu olalım, mukarabe halinde olalım, Allah ile beraber olalım.
Hayır Yapmaya Niyetli Ol
Bazı evliyalara sorulmuş:
- Bize bir şey söyleyin devamlı olarak onu yapalım, onunla Allah'ın rızasını kazanalım. Şöyle demişler:
- Hayra niyet eyle, velev ki yapamasan da… Hayır, yapmaya niyetli ol, hayır yapmayı iste, imkan olmasa da, yapamasan da… Çünkü yapmaya fırsatın olmadığı, yapamadığın zaman bile yine senin için menfaatli olacak.
Kıyamet gününde Allah-u Zülcelal bazı kullarına amel-i salih için mükafat verirken o bakıyor ki, yapmadığı ameller için de mükafat verilmiş, soruyor:
- Ya Rabbi. Ben bu ameli yapmadım. Böyle bir amel yaptığımı hatırlamıyorum. Allah azze ve celle diyecek ki:
- Evet ya kulum, yapmadın. Ama yapmak için niyet ettin, herhangi bir nedenle yapamadın. Ben sanki yapmışsın gibi onun mükâfatını sana veriyorum.
Onun için biz müminler olarak kalbimizde şöyle bir niyet taşıyalım: “Eğer kıyamet gününe kadar yaşasam bile yine ben namaz kılacağım, oruç tutacağım, İslam hizmetini yapacağım, emr-i bil ma’ruf nehyi anil münker yapacağım, yani iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındıracağım.
Bu şekilde daima İslam hizmetinde fedakar olacağım, diye kalbimizde niyet taşıdığımız zaman, velev ki yapamasak da dahi, Allah onun mükafatını verir.
Bir zamanlar bir kıtlık olmuştu, insanlar açlık çekiyordu. Bu kıtlık zamanında bir mümin adam çok büyük bir dağın önünden geçerken gönlünden geçiriyor, diyor ki:
- Keşke şu dağın hepsi un olsaydı da, onun hepsini açlara dağıtsaydım.
Bu kadar. Sadece gönlünden geçiriyor. Hararetle, kuvvetli bir niyetle “keşke dağıtsaydım” diyor.
Allah azze ve celle o zamanın Peygamberine vahy ediyor ki,
- O kuluma söyle, sanki o dağın hepsi un olmuş, onun hepsini bu aç insanlara dağıtmış gibi Ben ondan kabul ettim. Kendisine bunun sevabını vereceğim.
İşte niyet böyledir, böyle Allah'ın yanından makbuldür. Allah bizim amelimize muhtaç değildir. Biz amel ediyoruz ki, yeter ki bizi görsün, biz onun taraftarıyız, şeytanın nefsin taraftarından değiliz. Daima bizi böyle görsün, bizim onu razı etmek için gayretli olduğumuzu… Bizim kalbimizde bu niyet bulunursa Allah-u Zülcelâl de istediğimizi verecek, İnşâ Allahu Teâlâ.
Ne Mutlu O Kişiye ki…
Allah-u Zülcelal’in önünde ölü gibi olmamız lazımdır. Kalbimizi bir et parçası gibi onun önüne koyalım,
“Ya Rabbi bu senin mahlûkundur, onu sen yaratmışsın. Bunu kendine karşı düzelt Ya Rabbi. Ona razı olacağın niyetleri koy ya Rabbi.”
Bu şekilde kalbimizi onun önüne açarsak, Allaha yalvarırsak, Allah- u Zülcelâl de bize istediğimizi verecektir.
Bak bu hadis-i kudsîyi dinleyelim iyice anlayalım.
Allah-u Zülcelâl buyuruyor:
“Ben Allah’ım Benden başka ilah yoktur. Ben hayrı halk etmiş, yaratmışım. Şerri de yaratmışım.”
Yani razı olacağı şeyleri de Allah yaratmıştır, razı olmayacağı şeyleri de yine Allah yaratmıştır. Allah devamla buyuruyor:
“Ne mutlu o kimseye ki, onu hayır için yaratmışım.”
Bu ne güzel bir şeydir. Eğer o bir kulunu hayır için yaratmış ise o kul daima hayır yapacak.
Bir mühendis, bir şeker fabrikasını, şeker imal etsin, diye yapıyor. O fabrika daima şeker yapar öyle değil mi?
Biz de Allah azze ve cellenin yaptığı fabrikasıyız. Bizi O yaratmıştır, bizi yarattığı zaman, “Bu kişiden daima hayır gelecek, ben bunu hayır fabrikası olarak yapıyorum” dediyse o zaman biz de hayır yaparız. “Ne mutlu ona” diyor Allah-u Zülcelâl. Ve devamında buyuruyor:
“…Ve daima onun elinin üzerinde hayır icra ederim.”
Yani Allah dilemesiyle o kulun elinden daima hayır gelir. Sonra diyor ki; Neuzubillah,
“Veyl olsun ona…” Veyl nedir biliyor musunuz? Veyl cehennemin bir vadisidir ki, cehennemin bile kendisini ondan muhafaza eder.
“Kahrolsun, yazıklar olsun o kişiye ki, ben onu şer için halk etmişim, ”
Neuzubillah, Allah bir kulu yaratmış ama şer fabrikası olarak, günah fabrikası olarak… Ondan daima günah meydana geliyor.
Hülâsa, bir kul “Acaba ben o birinci kul gibi Allah'ın yanında hayır fabrikası mıyım? Yoksa şer fabrikası mıyım?” diye endişe ediyorsa baksın, Allah'ın rızası onun yanımızda nasıl ise Allah da ona, buna göre muamele yapacaktır.
Eğer o kulun yanında Allah'ın bir şeyden zerre kadar razı olması, dünyalar kadar kıymetliyse, Allah'ın zerre rızasını dünyaya değiştirmiyorsa, Allah da ona göre muamele yapacaktır, yani onu hayır için yaratmış demektir, onun elinde hayırlar yaratacaktır. Eğer Allah'ın rızası, O’nun vereceği ecir ve sevapları o kulun yanında hiç ise, bütün gayreti hep nefsanî olan şeyler için ise, hep günah hep hata ediyorsa, o zaman Allah onu görüyor ve ona göre muamele edecektir.
Dünya Ahiretin Tarlasıdır
Peki, bizim çaremiz nedir?
Allah’a, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e ahiret gününe inanan herkes ister ki, Allah'ın rızasını kazansın, ahirette güzel bir hayatı olsun. Ama bunu istemek orada olmaz, oraya, ahirete kalırsa orada bunun için bir şey yapmak mümkün değildir.
Ne yapacaksak şu anda yapacağız. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor: “ed-dünya mezaat’ül-ahireti” yani “Dünya ahiret için tohum atılacak bir yerdir, tarladır.” (Aclûnî, Keşfu'l- Hafa, I, 412)
Dünyada hayır tohumu ekersek, yani Allah'ın razı olacağı amelin niyetini ekersek, o zaman ahirette Allah'ın rızasını biçeceğiz. Eğer Allah'ın gazabının, cehennem azabının tohumunu ekersek o zaman da onu biçeceğiz, Allah korusun.
Onun için elimizden geldiği kadar, kendimize çeki düzen vermemiz lazım, “Allah bizden razı mıdır?” diye endişe taşımamız lazım.
Genç bir Allah dostu Sırrî-i Sakatî’ye sormuş:
- Bir kişi Allah'ın onu kulu olarak kabul edip etmediğini bilir mi? Sırrî-i Sakatî:
- Bilemez, Allah bilir, Demiş. Genç:
- Bilir deyince, bu sefer o sormuş:
- Nasıl bilir? Genç:
- Kişi bakar, Allah'ın rızası onun yanında mühimdir, Allah'ın ibadetini, zikrini yapıyor, gazabından çekiniyor, günahları yapmıyor, o zaman bilir ki, Allah onu kulluğuna kabul etmiştir, demiş. Sırrî-i Sakatî de bu cevabı tasdik ediyor:
- Doğru, öyledir, diyor.
Allah kuluna bu ibadetleri, hayırları nasip ettiyse demek ki onu kulluğuna kabul etmiş ki onu yanına çağırıyor.
Saliha bir kadın, geceleyin kalkıp teheccüd ibadetini yaptıktan sonra, ellerini açıp dua etmiş:
- Ya Rabbi bana olan sevgin hürmetine beni affet.
Onu duyanlar demişler ki
- Bu nasıl dua? Allah'ın seni sevdiğini ne biliyorsun? Saliha kadın cevap vermiş:
- Biliyorum, çünkü bu kadar insan yatıyor, Allah beni kaldırdı, kendi huzuruna aldı, onunla münacat yaptım, yalvardım. Eğer sevmeseydi beni çağırmazdı. Sevdiği için beni huzuruna aldı.
Öyleyse Allah kuluna amel-i salih nasip etmişse demek ki, ona cennet-i alaya koymak için bunu nasip etmiştir.
Ne Kadar Kulluk Yapsak Azdır
Dünyada hiç kendimizi beğenmeyelim. Ne kadar amel yaparsak yapalım, kendimizi Allah-u Zülcelal’e karşı kulluk yaptık saymayalım. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor:
“Eğer Allah-u Zülcelâl bana ve Meryem oğlu İsa’ya azab edecek olsaydı bunda zulmetmiş olmazdı.”
Bu hadis, “Peygamberler o kadar kulluk yaptıkları halde, Allah'ın kulu üzerindeki hakkı çok büyük olduğu için, kimse O’nun hakkını tam manasıyla eda edemez,” manasına geliyor.
Onlar böyleyse biz ne kadar kulluk yaparsak yapalım “Allah'ın hakkını tam yerine getiremiyoruz” dememiz lazımdır.
Allah her şeyden daha büyüktür. Ne kadar ibadet yaparsan o daha güzeline, daha fazlasına layıktır. Bu yüzden Hz. Aişe annemize sormuşlar:
- Bir insan kendisinin iyilerden olduğunu nasıl bilir? Yani Allah'ın katında iyi kullardan mıyım; yoksa kötü kullardan mıyım? Nasıl bilir? Hz. Aişe Annemiz:
- Kendisinin kötülerden olduğunu bildiği zaman, diye cevap vermiş. Yani amelini az görüp “Ben Allah’n hakkını yerine getiremiyorum” dediği zaman demek ki iyi bir kuldur. Bunun üzerine aynı şahıs:
- Peki, kendisinin kötü insanlardan olduğunu nasıl bilir? diye sormuş. Hz. Aişe Annemiz bu kez de şöyle demiş:
- Kendini iyilerden gördüğü zaman. Yani “Benim gibi ibadet eden kim var!” dediği zaman anlasın ki o kötüdür.
Öyleyse amelimizle bize ucub gelmesin, kendimizi beğenmeyelim, ne yaparsak yapalım Allah’a karşı kulluk olarak azdır.
Eğer Allah’tan korkuyorsak ne Azrail’den, ne Münker Nekir’den ne cehennemden korkmayalım. Çünkü bunların hepsinin sahibi ve âmiri Allah’tır. Onlar memurdur, hepsinin âmiri O’dur.
Nemrut İbrahim aleyhisselamı ateşe attığı zaman, eğer o ateşin kendiliğinden yakma kudreti olsaydı o İbrahim Peygamberi yakacaktı. Ama o ateşin sahibi, âmiri vardı. Allah “Ey ateş İbrahim’e karşı serin ve selametli ol” dedi. (Enbiya, 69) Ateş İbrahim aleyhisselamı yakmadı.
Eğer biz Allah’ı razı edersek, O Azrail’e de emreder, Münker Nekir’e de emreder, her şey bize hizmetkâr olur, güzel muamele eder. Biz mecazi olandan korkuyoruz, hakiki âmir olan sahibinden korkmuyoruz.
Çünkü Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede buyuruyor:
“Melekler Allah'ın emirlerine isyan etmezler, o ne emrederse onu yaparlar.” (Tahrim, 6)
Allah-u Zülcelâl hepimize razı olacağı şekilde amel etmeyi nasip etsin.
Âmin.
Seyda Muhammed Konyevi