* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: FİRDEVS CENNETİNE GİRENLERDEN OLALIM  (Okunma sayısı 567 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
FİRDEVS CENNETİNE GİRENLERDEN OLALIM
« : Mart 17, 2019, 02:43:52 ÖS »
FİRDEVS CENNETİNE GİRENLERDEN OLALIM

Biz ne kadar Allah-u Zülcelâl den gafil kalırsak da Allah bizden gafil değildir; bize daima muttalidir, bizi daima görüyor, hem içimizi hem zahiri azalarımıza bakıyor.

Allah-u Zülcelâl şöyle buyuruyor:

“O (Allah azze ve celle) ki, gökleri ve yeri altı günde (altı evrede) yaratmış sonra Arş’a hakim olmuştur. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, oraya yükseleni bilir. Nerede olsanız, O sizinle beraberdir. Allah, bütün yaptıklarınızı hakkıyla görendir.” (Hadid, 4)

Böyle olduğu için Allah-u Zülcelâl’den bir şeyi gizleyemeyiz, o her şeyi görüyor. Biz bazı küçük bir çocuktan dahi utanıyoruz, bir kabahat işlediğimiz zaman ondan gizli yapmaya çalışıyoruz. Ama Allah-u Zülcelâl bizi bir sandığın içinde dahi olsak görüyor. Öyle olduğu için Allah bizi affetsin, inşallah.

İşte durum böyle olduğu halde, Allah-u Zülcelâl bizi her yerde gördüğü halde hatalar işliyoruz, onun için bizim işimiz Allah'ın rahmetine kalıyor. İnsan zahiri olarak ve manevi olarak, Allah'tan ne kadar gafil kalırsa o derecede zarar işliyor. Allah-u Zülcelâl bu şekilde bize ders veriyor, ondan gafil kalmayalım diye bize tenbihat veriyor.

Hakiki bir iman sahibi olmak için, Allah-u Zülcelâl bizi hakikate çağırıyor. Peygamber aleyhisselatu vesselam buyuruyor ya; “İhsan, Allah'ı görür gibi ibadet etmendir; çünkü sen O'nu görmesen de O seni görmektedir."(Buhârî, İman 1)

İşte o şekilde düşünerek Allah'a ibadet etmemiz lazımdır. Eğer kul bu keyfiyetle, bu şekilde Allah'a ibadet ederse, ibadetleri dışında da daima Allah'a murakabeli olursa o zaman o zulmani nefs eriyecektir, nurani bir nefs meydana çıkacaktır.

Eğer kul Allah-u Zülcelâl’in emir ve nehiylerini yerine getirip böylece rızasını kazanmak için, bir niyeti, bir kasdı, bir hırsı varsa, Allah-u Zülcelâl de onunla beraberdir. Onu muhafaza etmek için, ona bu yolda yardımcı olmak için, onu razı olacağı salih amellere muvaffak kılmak için kuluyla beraberdir. Demek ki Allah-u Zülcelâl bizim kalbimize baktığı zaman, görsün ki, biz Onu istiyoruz.

İnsan İstediği Şeyin Peşine Düşer

Nasıl ki, bir insan bir şeyi istediği zaman onun arkasından giderse, biz de Allah-u Zülcelâl’in rızasını istediğimiz zaman, onu kazandıracak salih amellerin peşine düştüğümüz zaman Allah onu görecek, “Bu kul Benim rızamı istiyor, benim katımdaki sevaplara taliptir, isteklidir,” diyecek ve ona nasip edecektir.

Eğer siz evinizdeyken sizin kalbinizde,

“Allah-u Zülcelâl benden razı olsun. Benim üzerimde günahlar vardır, bu günahlardan tevbe etmek istiyorum,” diye bir niyet olmasaydı Allah sizi buraya getirmezdi.

Bu niyet sizin kalbinize girdiği için Allah size buraya gelmeyi nasip etti. Onun için, insanın içinde taşıdığı niyet, bir arabanın motoruna ve direksiyonuna benziyor. Arabanın motoru ve direksiyonu sağlam olduğu zaman bütün kasayı istediğin yöne götürüyor.

İnsanın niyeti de, kalbi de, ruhu da sağlam olursa, Allah'ı isterse, bütün azaları da Allah'ın rızasını kazandıracak, Allah'a yaklaştıracak amellere doğru yöneliyor. Onun için kalbimizi Allah-u Zülcelâl’e çevirelim, daima Allah'ın razı olduğu şeyleri içine koyalım, Allah-u Zülcelâl kalbe bakıyor çünkü.

Dedik ya, Allah azze ve celle bazen bir kulunu imtihan ediyor. Biraz sofiliğinden, virdinden soğutuyor, bakıyor, “Acaba kulum benim rızama düşkünlük gösterecek mi? Diyecek mi, ‘Aman Ya Rabbi, ben eskiden ibadetimi yerine getiriyordum, virdimi çekiyordum, İslam hizmetini yapıyordum. Ben yapamayacak duruma geldim ya Rabbi. Aman Ya Rabbi! Senden yardım istiyorum!” diye yalvarırsa, Allah-u Zülcelâl ona geri eski halini veriyor. Eğer bakar ki, hiç umurunda değil, virdini yapmıyor, hizmetini terk ediyor, hatta namazını terk edecek hale geliyor ama hiç hüzün, endişe duymuyor. Allah o zaman kulunu o şekilde bırakıyor. Allah bizi böyle imtihan ediyor, onun için kendimizde biz soğukluk gördüğümüz zaman hemen Allah'a yalvaralım.

Biz Allah-u Zülcelâl’in kulluğundan çok gafiliz. Bazı insanlar, rızkının peşinde koşarken namazını, ibadetini terk ediyor. Hâlbuki Allah-u Zülcelâl sana bir rızık takdir ettiği zaman o sana muhakkak gelecektir. Abdullah bin Abbas radıyallahu anhuma diyor ki:

“Denizdeki bir balığın sırtında veya hurma tanesinin üzerinde yazıyor; ‘bu filan oğlu filan kişinin rızkıdır,’ diye ve onu takdir edilen kişiden başkası yiyemez.”

Amerika’daki bir kişi o balığı denizden çıkarmış olsa da o senin nasibin ise o sana gelecektir. Her ne kadar görünüşte senin çalışıp çabalaman ona sebep olmuş olsa da o senin nasibindir. Allah nasip etmeden gelemez, Allah nasip ettiği zaman da onu senden başka kimse yiyemez.
Bakın görüyorsunuz, hurmanın üzerine sizin adınız yazılmış; Suudi Arabistan’dan geliyor, siz burada yiyorsunuz. İşte böyledir Allah-u Zülcelâl’in işi…

Müminler Kardeştir

Elimizden geldiği kadar, mümin olarak birbirimize yardımcı olalım. Mümin kardeşimizin ferahlanacağı bir durum olursa biz de onunla beraber ferahlanalım, onun başına bir eziyet gelirse onunla beraber biz de ıstırap çekelim. Bu müminin ahlakıdır. Bu mümin sıfatını elimizden geldiği kadar kendimizde bulunduralım.

Musa aleyhisselam diyor ki,

“Ya Rabbi, senin yanında en sevgili amel nedir, keşke bilseydim, onu yapardım.”

Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki:

“Ya Musa, eğer mümin bir kardeşinin ayağına bir diken batsa ve sen de onunla beraber ıstırap çekersen, işte benim yanımda en sevgili kul odur.”

Bakın burada sadece bir örnek getirmiş, bunun içinde bütün haller vardır. Mümin kardeşin borç altına girmiş, mümin kardeşin hastalanmış, dertli olmuş, mümin kardeşinin hanımıyla arası bozulmuş, anlaşamıyorlar… Ne olursa olsun, sen de onunla ıstırap çekeceksin, “Keşke böyle olmasaydı, üzülüyorum,” diyeceksin. İşte böyle olmamız lazımdır.

Çünkü Allah-u Zülcelâl buyuruyor ki: “Mü’minler ancak kardeştirler.” (Hucurat, 10)

Nasıl ki iki kardeşten birisi üzüldüğünde diğeri de üzülüyorsa, müminlerin de öyle olması lazımdır. Velev ki Amerika’daki bir müminin başına sıkıntı gelse, bizim de burada onunla birlikte ıstırap çekmemiz lazımdır. Böyle olduğumuz zaman mümin sıfatını kazanmış oluruz.

Yani bunları düşünürsek Allah-u Zülcelâl’in emir ve nehiylerinden ne kadar uzak olduğumuzu meydana çıkarıyoruz. Ne kadar Allah-u Zülcelâl’in istediği şeylerden uzak olduğumuzu ortaya çıkarıyoruz.

Onun için, bir insan bir şey yaptığı zaman onunla kibirlenmesi, çok biçimsiz bir davranıştır. Bizim amelimiz nerede, Allah-u Zülcelâlin azameti, kudreti nerede… Birbirlerinden çok uzaktır. Onun için hiçbir zaman kendimizi beğenmememiz lazımdır. Yapacağız, elimizden geldiği kadar vazifemizi yapacağız, ama yaptıklarımıza güvenmeyeceğiz.

Daima; “Ya Rabbi, Senin rahmetin olmasa ne yaparım?! Benim umudum senin rahmetindedir. Benim hiçbir şeyim yoktur. Ne yaparsam Sana layık değildir. Zikir yapıyorsam gafildir, namaz kılıyorsam Senin Zatına layık kılamıyorum. Sadece senin rahmetine güveniyorum.” Dememiz lazımdır.

Kendimizi Beğenmeyelim!

Süleyman Darani rahmetullahi aleyhi ne güzel bir şey söylemiş:

“ Dünyadaki bütün insanlar bir araya gelip, “Sen şöyle iyisin, böyle iyisin,” diye beni methetseler, beni iyi bir kul olduğuma ikna edemezler. Çünkü ben Allah-u Zülcelâl ile aramdaki kullukta ne kadar zayıf olduğumu bildiğim için, bu sözler beni ikna etmez.”

İşte böyle olmak lazımdır. Daima “Ben Allah-u Zülcelâl’e karşı zayıfım, O’nun azametine layık amel yapamıyorum,” demek lazımdır.

Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki:

“Hiç kimse kendi ameliyle cennete girmez.”

Ashab-ı kiram hazeratı:

“Sen de mi ya Resulallah!” dediklerinde de, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem:

“Evet ben de. Eğer ki Rabbim beni, deniz gibi rahmetine daldırmış olmasaydı ben de.”(Buharî, Rikak,18; Müslim, Münafikîn, 71-73) buyurdu.

Gelmiş geçmiş bütün insanların en efdalı, en üstünü Peygamberimiz Hz. Muhammed aleyhisselatu vesselamdır. O Allah'ın Habibi’dir. O dahi böyle derken bizim gibi biri kendini beğenirse ne kadar yanlış olduğu ortaya çıkmış olur. Onun için ne yaparsak yapalım, asla bize kibir gelmemesi lazımdır. Daima Allah-u Zülcelâl’e karşı kendimizi zayıf ve mahcup görmemiz, “Allahım ancak senin rahmetini ümit ediyorum,” dememiz lazımdır.

Elbette amel-i salih yapalım, “Nasıl olsa Allah merhametlidir, affeder,” diye güvenip amel yapmamak da yanlıştır. Elimizden geleni yapacağız ama kendimizi görmeyeceğiz.

Bir kişi beş yüz sene ıssız bir adada Allah'a ibadet etmiştir. Ada, otuz metrekare, deniz ise dört bin zira… Bu adada parmak kalınlığında bir su akıyor, onu içiyor ve onunla abdestini alıyor. Bir de nar ağacı var, her mevsimde günde bir nar veriyor, onu da yiyor. Böylece başka hiçbir şeyle meşgul olmadan sadece ibadet yapıyor.

Bu adamın eceli gelince Allah-u Zülcelâl meleğini gönderiyor ve diyor ki:

“Ona sorun, ona ameliyle mi muamele edeyim, rahmetimle mi muamele edeyim?”

Adam düşünüyor;

“Ben burada beş yüz senedir ibadet ediyorum. Hiç günah işlemedim. İbadetten başka bir şeyle uğraşmadım. O halde bana amelimle muamele etsin,” diyor.

Allah-u Zülcelâl onu hesaba çekmeye başladı. Mizan terazisinin bir kefesine yalnız bir göz nimetini koydu, diğer kefesine amellerinin sevaplarını koydu. Ama sevaplar o göz nimetine bile denk gelmedi.

Melekler adamı tuttular, cehenneme götürmeye başladılar. Adam hatasını anladı, pişman oldu. “Ya Rabbi, bana rahmetinle muamele et,” diye yalvarmaya başladı.

Allah-u Zülcelâl dedi ki:

“Ya kulum, seni beş yüz senedir yaşattım. Denizin ortasındaki bu adanın içinde sana devamlı tatlı su verdim. Sana her mevsimde meyve veren bu nar ağacını verdim. Bunların hepsi benim rahmetimle olmadı mı?”

Sonunda Allah-u Zülcelâl adamı affetti, yine ona rahmetiyle muamele etti. İşte biz de Allah'ın bu rahmetine aşık olalım.

Allah'ın Azab Etmek İstemediği Kullar…

Bazı evliyalar diyor ki:

“Sabah ve akşam tevbe etmeyen kişi zalimlerdendir.”

Sabah kalkınca tevbe edeceksin, akşam yatmadan önce “Ya Rabbi, yaptığım hatalardan dolayı sana tevbe ediyorum,” diyeceksin.

İbrahim Ethem rahmetullahi aleyh diyor ki:

“Allah-u Zülcelâl kime tevbe etmeyi ilham ettiyse demek ki ona azab etmeyi istemiyor demektir.”

Yani kimin kalbine tevbe etme niyeti gelirse demek ki Allah-u Zülcelâl ona azap etmek istemediği için ona ilham etmiştir. Elhamdülillah Allah bize tevbe nasip ettiği için çok şükredelim. Ve bu şekilde mümin kardeşlerimize de anlatalım.

Bilmiyorlar, çok gaflettedirler. Dünya manzarasının zahirine baktıkları için sanki devamlı böyle dünyada kalacaklar gibi zannediyorlar. Halbuki bir anda bakarsın, sapasağlam bir adam bile ahirete göçüveriyor. Görüyoruz mümin kardeşlerimizi, bizden daha sağlam bir kişi için diyorlar ki, “Filan kişi vefat etti.” İşte bu dünya hayatı bu kadardır.

İşte onun için devamlı tevbe haletinde olalım. Allah-u Zülcelâlin bu büyük nimetinden kaçılmaması için tevbeye sarılalım ve mümin kardeşlerimize de anlatalım, inşallah.

Allah-u Zülcelâl çok merhamet sahibidir ki, bizim bildiğimiz gibi değil…

Yahya bin Muaz rahmetullahi aleyhi diyor ki:

“Rabbimin, Taha suresindeki,

"(Ey Musa) Haydi kardeşinle birlikte âyetlerimle gidiniz, sakın Beni anmakta gevşeklik göstermeyin! Firavun'a gidin, zira o iyice azdı. Ona yumuşak bir sözle hitab edin. Olur ki öğüt alır ve Allah'tan korkar." Ayetlerini okuyunca şöyle düşünürüm;

“Ya Rabbi, sen Firavun gibi bir kimseye öğüt veren Peygamberlerine dahi ‘yumuşak söz söyleyin,’ dedin. O firavun ki, ilahlık taslıyordu ve insanlara ‘Ben sizin en yüce Rabbinizim’ diyordu. Sen öyle merhametlisin ki, böyle diyen şahsa dahi yumuşak sözle nasihat etmeyi emrettin. Firavuna karşı bile böyle merhametliysen kim bilir, ‘Rabbim Allah’tır,’ diyen, sana iman eden mümin kullarına karşı merhametin nasıldır? Sen ki kâfirlere bile böyle şefkatle muamele edersin, öyleyse senin rahmetin bütün dünyayı kaplayacaktır, ya Rabbi. ”

Ka’b’ul Ahbar rahmetullahi aleyhi de diyor ki:

“Cennet’ul Firdevs; emr-i bil maruf nehy-i an’il münker yapanlara mahsustur.”

Cennet’ul Firdevs, cennetlerin en yüksek, en güzel yeridir. İşte o cennet, Allah'ın kullarına marufu yani Allah'ın razı olacağı şeyleri emreden, insanları ona davet eden ve kötülüklerden de sakındıran kişilere mahsustur. Allah-u Zülcelâl o cenneti yalnız onlara verir.

İşte bizim hizmetimiz de emr-i maruf, nehyi münkerdir. İnsanları Allah'ın razı olacağı, tevbeye, zikre, taate çağırmak ve günahlardan sakındırmaktır. Onun için diyorum, insanlara anlatın; ne zaman bir yerde oturursanız Allah'ın rahmetini anlatın. Eğer anlatırsak, o zaman o Firdevs cenneti bize nasip olacak.

En az ayda bir de olsa insanlara sebep olalım, onlar da tevbe alsınlar. Bir kişiyle yetinmeyelim, iki olsun, üç olsun, on olsun. Elimizden geldiği kadar onlara da anlatalım, gayret gösterelim.

Allah-u Zülcelâl bize rahmetiyle şefkatiyle muamele etsin, bizi nefisimize teslim etmesin, bizi hayırlarda kullansın, inşallah.

Seyda Muhammed Konyevi.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Ynt: Allah'ın Emir ve Nehiylerine Hürmetkâr Olalım
« Yanıtla #1 : Mart 17, 2019, 03:00:39 ÖS »
Allah'ın Emir ve Nehiylerine Hürmetkâr Olalım

Allah-u Zülcelâl hiçbir kulunun amelini zayi etmez. İnsan ne yaparsa Allah-u Zülcelâl kıyamet gününde onun mükafatını ona verecektir. Bu konuda Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:

“Muhakkak ki iman edip de güzel davranışlarda bulunanlar (bilsin ki) biz, güzel işler yapanların ecrini zâyi etmeyiz.” (Kehf, 30)

Allah-u Zülcelâl zerre kadar insanın amelini zayi etmez. Ne yaptıysa muhakkak önüne gelecektir. Öyleyse bize düşen, hem fiili olarak hem kavli olarak Allah-u Zülcelâl’in istediği şekilde davranmaktır.

İnsan kıyamet gününde neyle ferahlanırsa bu dünyada onu yapması lazımdır, neyle mahzun olacaksa onu da yapmaması lazımdır. Mümin olarak hepimize Allah-u Zülcelâl akıl vermiştir. O aklı kullanarak ferahlanacağımız şeyi yapmak lazımdır, bize zarar verecek, sıkıntı verecek şeyleri de yapmamız lazımdır.

Her şeyin bir özü, cevheri vardır. insanın cevheri de akıldır. O aklını kullandığı zaman kıyamet gününde karlı çıkacak, kullanmadığı zaman da zararlı çıkacaktır.

İnsanın cevheri akıldır, aklın cevheri nedir? Aklın cevheri de tevfiktir, yani Allah-u Zülcelâl’in o aklı kullanıp salih amel yapmayı nasip etmesidir. Çünkü insan aklını kullanmayıp kendine zarar veren şeyleri yaparsa o akıl hiçbir şeye yaramaz. Demek ki o aklın cevheri de o aklı kullanarak salih amel yapmaktır.

Elimizden geldiği kadar, insanlara güzel ahlakla davranalım. Güzel ahlak, sadece bize iyi davranan bazı insanlara iyi davranmak değildir, bize karşı iyi davranmayan kişileri de affetmektir. Eğer bizler Allah-u Zülcelâlin bizim hatalarımızı affetmesini istiyorsak bizim de mümin kardeşlerimizin hatalarını affetmemiz lazımdır.

Kim kalbini, içini Allah-u Zülcelâl ile daima beraber olması için ıslah ederse Allah-u Zülcelâl de onun bütün zahiri azalarını düzeltecektir.

Bakmayın, bir insan diyor ki, “Benim kalbim temizdir.” Hatta namaz kılmadığı halde kalbim temiz diyor. Tam aksinedir, eğer onun kalbini Allah ıslah ederse, o bütün azalarını Allah rızası için kullanacaktır.

Hiç kimse, benim kalbim temizdir, diye kendini kurtaramayacaktır. Bir insanın kalbi temiz ise, eli Allah'ın razı olduğu şekilde amel yapacaktır, gözleri Allah'ın istediği yere bakacak, ayakları Allah'ın istediği yerlere gidecektir, konuşmaları Allah'ın istediği gibi olacak, bütün azaları Allah'ın razı olacağı şekilde amel yapacaktır.

Öyleyse benim kalbim temizdir diyorsan ben senin azalarına bakacağım. Eğer azalarının yaptığı ameller doğru ise senin kalbin de tertemizdir. Eğer senin azaların Allah'ın emrettiği gibi amel yapmıyorsa, senin kalbin, zannettiğin gibi değildir. İşte elimizdeki mizan, yani ölçümüz budur.

İnsan ıslah olduğu zaman mutlaka başka insanlar da onun ıslahıyla ıslah olacaktır. Bir insan da fesada uğradığı zaman mutlaka başka insanlar da fesada uğrayacaktır. Eğer insanlar, bir kişiyle ıslah oluyorsa demek ki o kişi ıslah olmuştur. Eğer bir kişinin arkadaşları yanlış işler yapıyorsa, o da yanlış iş yapıyordur.

Nasihati Sevmek Lazım

Hz. Ömer radıyallahu anh diyor ki,

“Başka insanlara nasihat etmeyen kişide hayır yoktur…”

Demek ki biz mümin kardeşlerimize nasihat ediyorsak o zaman biz hayırlıyız. Devam ediyor:

“…Nasihati sevmeyen kişide de hayır yoktur.”

Nasihat edenleri sevmeyenleri sevmeyen kişide hayır yoktur diyor, yani ya mümin kardeşlerimize nasihat edeceğiz veya nasihat edenleri seveceğiz. Yoksa onlarda hayır yoktur, ondan uzak durun diyor.

Abdullah bin Abbas radıyallahu anhuma ne kadar güzel bir şey söylemiş:

“Bir müslüman, başka bir müslüman hakkında konuşacağı zaman düşünsün; başkalarının yanında, kendisi hakkında konuşulduğu takdirde hoşuna gidecek olan bir söz ise o sözü konuşsun. Benim hakkımda konuşulsaydı hoşuma gitmezdi, dediği şeyleri de konuşmasın.”

İşte bu söylediği gıybettir. Çünkü gıybet nedir, bir kişi hakkında hoşlanmayacağı şekilde konuşmaktır. Demek ki bizim hakkımızda konuşulsa hoşumuza gitmeyecek olan şeyi konuşmamamız lazımdır. Yani kendimizi karşımızdaki kişinin yerine koyalım, kendimiz için istemediğimiz bir şeyi mümin kardeşimiz için de istemeyelim, razı olmayalım. Terazimiz bu olsun.

Peygamber aleyhisselatu vesselam buyuruyor ki:

"Allah katındaki hissesini öğrenmek isteyen kimse, Allah'ın kendisinin yanındaki hissesine baksın." (Suyuti, Camius Sagir 6/49, Hadîs No: 8386)

Yani sen Allah-u Zülcelâl’in emir ve nehiylerine karşı hürmet gösterme, ona ibadet yapmak suretiyle onun o yüksek makamına itibar ediyorsan, demek ki o zaman Allah-u Zülcelâl de sana kıymet verecektir, sana mükafat yazacaktır. Ama neuzubillah bazıları Allah'ın hakkını hafife alıyorlar. Hatta onun emir ve nehiyleriyle alay ediyorlar. Halbuki bu küfürdür. İşte böyle davrananları da Allah-u Zülcelâl ona göre dereceye koyacaktır.

Biz Allah-u Zülcelâl’e karşı ne şekilde samimi olursak, Allah-u Zülcelâl de kıyamet gününde bize o şekilde bakacaktır. Onun için elimizden geldiği kadar Allah'a karşı samimi olalım. Allah'ın emir ve nehiylerine karşı hürmetkar olalım. Allah'ın emirlerine itaat edelim, nehiylerinden de ateşten kaçar gibi kaçalım.

O zaman Allah-u Zülcelâl de der ki, “Benim kulum benim emir ve nehiylerime hürmet gösteriyor, Ben de kuluma hürmet göstereyim,” diyecektir. Ve bütün kainata da emir verecek, hepsi bize hürmet gösterecek. Azrail de canımızı almaya geldiği vakit bize hürmet gösterecek. Kabir de bize hürmet gösterecek. Mizan, sırat köprüsü, ne varsa, bunların hepsi Allah'ın elinde olduğu için, biz Allah'a hürmet gösterdiğimiz zaman Allah da o yarattığı şeylerin bize hürmet göstermesini emredecek.

Meşhur hadiste Peygamber aleyhisselatu vesselam buyuruyor:

“Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur, bozulursa, bütün vücut bozulur. Işte bu et parçası kalbdir.” (Buhari, Iman 39, Müslim, Müsakat, 107, 108)

Demek ki, insanın vücudunda bir et parçası var, bunu muhasebe yapalım, bu et parçasını ıslah etmek için elimizden geleni yapalım. Eğer kalbimizin ıslah olmasını istiyorsak, elimizden geldiği kadar ölümümüzü yakın görelim, uzun emel sahibi olmayalım.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a kasem ederim! Gözlerim her açıldığında göz kirpiklerimin bir daha kapanmayacağını sanmıyorum. Bu durum, Allah ruhumu kabzedinceye kadar devam edecektir. Ağzıma bir lokmayı aldığımda, onu yutamayacağımı ve öleceğimi sanıyorum.

Ey Ademoğulları! Eğer aklınız yetiyorsa, kendinizi ölmüş sayın. Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki size va'dedilen muhakkak başınıza gelecektir. Siz onu geri çeviremezsiniz.”

Uzun emel sahibi olmak, daha çok yaşayacağım zannederek dünyaya sarılmaktır. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem uzun emelden sakındırmıştır.

Daha önce de söylemiştim; bir adam çocuğuna bir ayakkabı almak istiyor. Birincisini giydiriyor, ikincisini giydirmeden ruhunu teslim ediyor. Bizim de böyle olmayacağımızı nereden biliyoruz? İşte bunu düşünerek, emelimizi kısa tutalım. O zaman kalbimiz ıslah olacaktır.

Kalbin Kapılarını Koru

Bazı hükamalar kalbin temsilini şöyle yapmışlar:

“Kalp, altı kapılı bir eve benzer. O altı kapıda bekçilik etmelisin. Eğer onları muhafaza etmezsen oradan bir düşman girerse o evi mahvedecek.

İşte kalbimiz de o ev gibidir. Gözümüz, kulaklarımız, dilimiz, elimiz o evin kapılarıdır. Eğer önümüze geleni yaparsak, kapıları muhafaza etmemiş oluruz. Gözümüzü muhafaza etmezsek, önümüze gelene bakarsak, dilimizi muhafaza etmezsek, dilimize geleni konuşursak o zaman şeytan kalbimize girecek ve onu mahvedecek.

Akıllı olmak, hayrı ve şerri bilmek değildir. Akıllı olmak, hayrı bilince yapmak, şerri bilince ondan sakınmaktır.

Bir kişinin hayrı ve şerri bildiği halde, hayrı yapmaması, şerri yapması ona fayda vermez. Aksine bile bile yaptığı için daha çok zararlı olur. Onun için hayrı bildiğin zaman yapmak, şerri bildiğin zaman o şerden kendini muhafaza etmek insana fayda verir. Öyleyse elimizden geldiği kadar bildiklerimizle amel edelim, çünkü bilmek yetmiyor, bildiklerinle amel etmek gerekiyor.

Kısa olarak bunu bilelim, kıyamet gününde bir kul diyor ki, “Ya rabbi ben sırat köprüsünden geçemiyorum. Benim bazı kardeşlerim rüzgar gibi gidiyorlar. Bazıları hızlı giden bir at gibi gidiyorlar. Benim ayaklarım titriyor, ben mesafe alamıyorum.”

Allah-u Zülcelâl ona diyecek ki:

“Ya kulum, sen de dünyadayken amel yapmakta böyle ağırdan alıyordun. İşte bu durumun, senin ameline göredir.”

İşte Allah'ın kulluğunda gevşek olursak, sonumuz böyle olacaktır. Allah'ın emrettiği bir şey önümüze geldiği zaman onu hemen yapalım, hiç tereddüt etmeyelim. Eğer Allah'ın razı olduğu bir amel ise hemen yapalım, Allah'ın razı olmadığı bir şey ise, ateşten kaçar gibi kaçalım.

Allah'ın dinine hizmet etmekte süratli olalım. Yarın kıyamet gününde, sırat köprüsünün üstünde pişman olmak istemiyorsak bugün pişman olalım. Eğer biz Allah'ın razı olacağı amelleri yaparken hiç duraksamadan, süratle yaparsak, Allah-u Zülcelâl de o gün sırat köprüsünde bize rüzgar gibi bir sürat verecektir. Hatta bazı kişilerin sırat köprüsünden şimşek gibi geçeceği bildirilmiştir.

Allah'ın emirlerini yerine getirirken hiç tereddüt etmeden yaparsak, yasaklarından kaçarken de sanki ateşten kaçar gibi kaçınırsak, Allah-u Zülcelâl bizden razı olacaktır. Şayet nefsimize mağlup olup bir hata işlediysek o zaman da hemen tevbeye kaçalım. O zaman da Allah-u Zülcelâl bize rahmetiyle muamele edecektir, inşallah.

Daima söylüyorum, mümin kardeşlerimize de tevbeyi anlatalım. Onları da sohbete getirin. Belki onlar da nasihat dinlerler. Çünkü bu dünya manzarası insanları aldatıyor.

Belki yaşlı olanlar bilirler, eskiden bu nimetler yoktu. Hatırlıyorum, çay yoktu, şeker yoktu, hatta buğday ekmeği yoktu. Ben Suriye’ye gitmiştim, orada görmüştüm çayı, şekeri, burada yoktu. İsmet (İnönü) zamanıydı, bu nimetler yoktu. Şimdi nimetler çoğalmış, ama bu sefer de gaflet artmış. Halbuki tersine olması lazımdır, nimet artınca şükrün de artması gerekir.

Dünyada bir insan sana çay ikram etse, onu takdir ediyorsun, sen de ona karşı hürmetkar oluyorsun. Bu nimetleri de bize Allah vermiş, bu sofrayı bizim önümüze Allah koymuştur, öyleyse bu nimetlere şükretmemiz lazım. Ama gaflet içindeyiz. Sanki kendimiz kazanıyoruz veya filan kişi bize veriyor, zannediyoruz. Halbuki her şey Allah'tan geliyor.

Bir fakir, bir zenginin kapısına geliyor, ihtiyacını istiyor. İlk gün bir şey vermiyor. “Sen bana vermemiş değilsin, bana Allah vermedi,” diyor. İkinci gün geliyor, o gün veriyor. Düşünüyor ki, “Bugün vereyim bakayım ne diyecek?” Bu sefer verince o diyor ki, “ Sen vermedin, Allah verdi.”

Zengin adam dedi ki, “Ben vermesem, Allah vermedi, diyorsun, versem; Allah verdi, diyorsun. Halbuki ilk sefer vermek istemedim, vermedim, ikinci sefer vermek istedim verdim.”

Fakir ona dedi ki:

“Eğer Allah senin kalbine verme isteği vermeseydi veremezdin. Allah sana verdirdi, sen de verdin.”

Her şey Allah'tandır, sofrayı önümüze koyan Allah’tır. Bu manevi nimetleri, imanı, tevbeyi nasip eden Allah’tır. Öyleyse ona göre Allah'a karşı hürmetkar olalım. Elimizi vicdanımıza koyalım, bu nimetlerine göre daha güzel salih ameller yapalım, Allah-u Zülcelâl’e karşı.

Allah-u Zülcelâl cümlemize razı olacağı amelleri işlemeyi nasip eylesin, bizi hayırda kullansın, nefsimize bırakmasın. Amin

Seyda Muhammed Konyevi.

 


* BENZER KONULAR

Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:09:36 ÖS]


Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]