Salih Amellerimizi Allah'ın Nimeti Bilelim
Allah-u Zülcelâl kıyamet gününde kendi kullarını perişan etmemek ve kendilerine özür göstermemeleri için dünyadayken yol göstermiştir. Bizlere Kur’an-ı Azim’uş-Şan ve Peygamberler vasıtasıyla emir ve nehiylerini göndermiştir. Allah-u Zülcelâl bu emir ve nehiylerle daima bizi selamet yoluna çağırıyor. Cennetine davet ediyor ve cehennemden muhafaza etmek için emir ve nehiylerini göndermiştir.
Allah-u Zülcelâl bu konuda ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
Güneşe ve kuşluk vaktindeki aydınlığına, güneşi takip ettiğinde aya, onu açığa çıkarttığında gündüze, onu örttüğünde geceye, gökyüzüne ve onu bina edene, yere ve onu yapıp döşeyene, nefse ve ona fücur ve takva yollarını ilham edene and olsun ki; nefsini temizleyen kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.” (Şems, 1-8)
Demek ki açık açık, kim ölünceye kadar günahlarla meşgul olursa o kendini helak etmiştir, zarardadır, kıyamet gününde o zarar edecektir. Kim de kendi nefsini günahlardan daima muhafaza ederse, şayet bir gün nefsine mağlup olup bir günah işlediği zaman hemen tevbe ederse o da nefsini günahlardan temiz etmiştir ve kıyamet gününde Allah'ın rızasını kazanacaktır, inşaallah.
Biz dünya hayatının çok fazla bir zaman olduğunu zannettiğimiz için, bu düşünce sebebiyle günah yapıyoruz ve hayırlarda gevşek davranıyoruz. Hâlbuki dünya zamanı çok az bir zamandır. Nitekim Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Âhiret hayatına nazaran dünya hayatı, sizden birinizin parmağını denize daldırmasına benzer. O kişi parmağının (denizden) ne kadarcık su ile döndüğüne bir baksın.” (Müslim, Cennet, 55)
Yani dünya zamanıyla ahiret zamanının misali, sanki ahiret zamanı deniz gibi, o denize parmağını veya bir iğneyi batırdığın zaman ne kadar bir su geliyor ise dünya zamanı da o kadardır. Hiçbir şey sayılmaz yani, o manaya geliyor.
Bak Peygamber aleyhisselatu vesselam, Allah'ın habibi, 1400 küsur sene toprağın altındadır. İşte ahiret zamanının bir misali böyledir. Bizden önceki Peygamberleri düşünürsek, ta Hz. Âdem aleyhisselama kadar, ne kadar zaman geçiyor. Orası mı bizim yurdumuz, burası mı, o zaman?
O ebedi hayata nazaran bu dünya hayatı hiçbir şey sayılmaz. Onun için elimizden geldiği kadar o ebed’ul ebed, baki hayatı bu geçici hayat ile değiştirmeyelim.
Tevbe ettiğimiz, pişman olduğumuz zaman da, elimizden geldiği kadar o pişmanlığın menfaatini, amellerimizde, zahiri olarak da, görmek lazımdır. Bizim itaatin üzerinde gayretli olmayışımız, yani Allah'a itaat olan salih ameller yapmak istiyoruz yapmıyoruz, yapmak istiyoruz yapmıyoruz, bu ğururdur, aldanıştır.
Pişman olduysan salih ameller yapmak istiyorsan yapacaksın, yapmaya kendini biraz zorlayacaksın. İşte o zaman o pişmanlık, o hüzün insana bir menfaat veriyor.
Doğru olan hüzün odur ki, seni, o hüzünlendiğin hususta elinden geldiği kadar amel yapmak için gayret göstermeye sevk eder. İşte biz böyle bir gayret içinde olursak o zaman Allah-u Zülcelâl bize yardımcı olacaktır, bize nasip edecektir.
Bu hüzün, yani “Amel-i salih yapamadım,” diye mahzun olmak, kişi için öyle bir kısa yoldur ki, bir ayda kat edeceğin yolu, kalbinde bir hüzün olmadan senelerce amel etmekle kat edeceğin yolu kısa bir zamanda kat etmiş oluyorsun. Çünkü Allah azze ve cellenin nazargahı bizim kalbimizdir. O bizim kalbimize bakıyor.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor:
Allah sizin suretinize ve mallarınıza bakmaz. Ama o sizin kalplerinize ve amellerinize bakar." (Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9)
O bizim kalbimize baktığı zaman biz “Allah'ın rızasını kazanamadık,” diye endişe çekerek mahzun oluyoruz. O’nun rızasını kazandıracak amellere meraklı oluyoruz, “Keşke ben Allah'ın rızasını kazansaydım,” diye bir his duyuyoruz.
Her zaman söylüyorum ya, bir kişi, o kadar Allah azze ve cellenin rızası onun yanında makbuldür, o kadar kıymetlidir ki, mescidin kapısında gidip geliyor. Ne yapacağını şaşırmış gibi, “Ben nasıl Allah'ı razı edeceğim acaba? Allah-u Zülcelal ben ne yaparsam benden razı olur,” diye düşünerek gidip geliyor.
Allah-u Zülcelal kulunun kalbine bakıyor ya, onun kabinin ne kadar meraklı, ne kadar mahzun, ne kadar hararetli olduğunu biliyor. Çünkü onun nazargahıdır orası. O zamanki Peygambere vahy ediyor ki, “O kuluma söyle, ben onu sıddıklardan yazdım.”
İşte o kul hiçbir şey yapmadan Allah'ın yanında dostluğunu, Allah'a karşı sadıklığını göstermiş oldu. İşte kişi böyle Allah-u Zülcelâl’in yanındaki ecir ve sevaplara meraklı olduğu zaman böyle mesafe kat etmiş oluyor.
Kulluk vazifesi Allah'ın yanında çok makbuldür. İnsan kendini Allah-u Zülcelâl’in karşısında görmeyecek. Davut as demiş ki,
“Ya Rabbi ben senin nimetlerine şükür yapıyorum ama bakıyorum senin nimetlerin benim şükrümden daha fazladır. Senin nimetlerine şükretmem de senin bir nimetindir; onun da şükrünü yapmam gerekir.”
“O benim dilimi çeviriyor, o bana niyet veriyor şükür yapmak için.” diye düşünüyor ve “Yine sen bana bu şükretme nimetini veriyorsun ya Rabbi! Ben sana nasıl layıkıyla şükredeyim ya Rabbi!” diyor.
Allah-u Zülcelal; “ İşte şimdi bana şükretmiş oldun,” buyuruyor.
Yani Allah-u Zülcelâl’in karşısında kendini görmemek, Onun şükrünü ve ibadetini de yine Onun nimeti bilmek, kendini daima onun hakkı altında görmek Allah'ın yanında çok makbuldür.
İnsanın en hayırlı vakti, kendini Rabbinin karşısında zelil gördüğü, fakir gördüğü, muhtaç gördüğü vakittir. Ne zaman insan Allah-u Zülcelâl’den bir şey isterse, ama O’ndan başka hiçbir şeyi gözü görmeyerek, bütün ümidini Allah'a bağlayarak isterse, Allah azze ve celle ona verecektir. Tıpkı Yunus aleyhisselam gibi. Yunus Peygamber denizin ortasında, balığın karnında, karanlık gecede, Allah'tan başka kimse yok onu kurtaracak. Öyle bir ihtiyaçla, öyle bir fakirlikle, öyle bir tezellülle Allah'a yalvardı.
“…Derken karanlıklar içinde, “Senden başka hiçbir ilah yoktur. Sen eksikliklerden münezzehsin. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum” diye dua etti. Biz de duasını kabul ettik ve kendisini kederden kurtardık. İşte biz mü’minleri böyle kurtarırız.» (Enbiya, 87-88)
İşte Yunus aleyhisselam böyle yalvarınca Allah-u Zülcelâl onu kurtardı ve dedi ki, “kim onun gibi yalvarırsa Ben onu kurtarırım” buyurdu.
İşte elimizden geldiği kadar kendimizi, muhtaç olarak Allah'ın önüne koyalım, yalvaralım. En çok da O’ndan O’nun muhabbetini, kulluğunu nasip etmesini isteyelim. Onu istediğin zaman her şeyi istemiş olursun. Dünya nedir ki her şey fanidir, dünyada kalacak. Ama Allah'ın rızasını kazandığın zaman o sana fayda verecek.
Allah'a yalvarıyoruz ama başımıza bir dert geldiği zaman. Yalnız hastalık zamanında değil sıhhatli olduğumuz zaman da Allah'a kendimizi muhtaç görüp yalvaralım. Bir keresinde bir trafik kazası gördük, bazı tesettürsüz kadınlar, üzüntü içinde, hepsi de “Allah, Allah” diyor.
Sübhanallah, eğer bunlar evlerinde de böyle “Allah Allah” deseydi kendini o hale koymazdı. Eğer rahatlık zamanında da Allah'ı hatırlasaydı o zaman Allah ona Allah'ın emirlerine uymayı nasip edecekti.
Başına bir musibet gelince Allah deyip musibet geçince keyfine bakıyorlar. İşte öyle olmasın. Ittırar, yani kendimizi Allah'a karşı muhtaç görme halimiz devamlı olsun. Rahat zamanında kendimizi Allah'a karşı muhtaç görüp yalvardığımız zaman sıkıntı zamanında da bize yardımcı olacak, inşaallah.
Hiçbir zaman Allah'tan gafil kalmamak lazımdır. İstiyorum ki kul Allah'a bağlansın. Sabahleyin evden çıkarken şöyle diyelim:
“Bugün Allah bana ne yaptıracak? Önüme ne çıkaracak?”
Yani “Ben ne yapacağım, ne yapmayacağım,” demeyelim. “Allah ne yaptıracak?” diyelim. Böyle dediğin zaman “Ya Rabbi hayırları bana nasip et,” diye dua edeceksin ve Allah da hep sana hayırları nasip edecek.
“Ben ne yapacağım, ben ben,” dersen o zaman Allah da seni nefsine teslim edecek. O zaman ne yapacaksın? Senin nefsin günahlardan sakınmaya ve salih amelleri işlemeye sabretme hususunda zayıftır. Bak ne diyor Allah-u Zülcelâl:
“İnsan zayıf olarak yaratılmıştır,” (Nisa, 28)
Biz bu zayıflığımızla bir şey yapamayız. Amma Allah'ın kudreti senin arkanda olduğu zaman her şey yapabilirsin.
Allah'a karşı bir ibadet yaptığımız zaman bunun karşılığını beklemeyelim. Çünkü karşılığını beklediğimiz zaman amelimiz ihlâslı olmayacaktır. İhlas da bizim elimizden gelmiyor, böyle razı olalım. Allah beni bu ibadete ehil olarak gördü, bu yeter bana,” diyelim.
Allah kabul etsin, buraya geldiniz ya, “Allah yaptırdı,” diyeceksiniz. “Allah beni getirdi.” Böyle derseniz Allah-u Zülcelâl size daha daha salih ameller, muhabbet, ihlas nasip edecek ve sizden razı olacak, inşaallahu teala.
“Allah beni buraya getirdi, bana tevbe nasip etti. Benim gibi niceleri kahvelerde oturuyorken, Allah'ın razı olmayacağı başka türlü işlerle vakit geçirirken Allah beni onların içinden seçti bu tevbeyi bana nasip etti. Allah beni buna layık gördü, Allah'a hamd-u senalar olsun,” diyelim.
“Allah bana verdi, buna layık gördü ya o bana yeter” diyelim.
Çünkü o bunu verdi bize. Allah-u Zülcelâl ayet-i kerimede ne buyuruyor:
“Sizi de Allah yaratmıştır, yaptığınız şeyleri de.” (Saffat, 96)
Yaptığımız amelleri, namaz kıldığımız zaman, sohbetlere gittiğimiz zaman, bunların hepsini Allah-u Zülcelâl yaratıyor. Amellerimiz de Allah'ın bir mahlûkudur, nasıl bizi yaratmışsa bizim elimizden çıkan amelleri de Allah-u Zülcelâl yaratmıştır. İşte o ibadeti, o Allah'ın yarattığı güzel ameli, Allah'ın razı olacağı o hali bize nasip ettiği için Allah-u Zülcelal’e hamd edelim inşaallah.
Ne kadar hamd edersek Allah-u Zülcelâl bize o kadar daha fazla salih ameller nasip edecek. Daha daha Allah'ı sevelim, daha daha Allah için fedakârlık yapalım. Ne kadar fedakârlık yapsak boşa gitmez. Tecrübe etmişim, hiçbir şey fedakârlık boşa gitmiyor, bunu bilin. Yirmi sene sonra da olsa o senin önüne gelecektir onun mükâfatı.
Allah-u Zülcelal kendi yarattığı halde, amellerimizi bize nisbet ediyor, “Kul yaptı” diyor. Halbuki Allah-u Zülcelal yaratmıştır, bize nasip olan o ameli, ama bize nisbet ediyor. Bu da Allah'ın fazlı keremidir, ihsanıdır.
Hülasa bunu böyle bilelim ki, eğer biz kendi nefsimize dönüp “Ben yaptım, ben yaptım” dersek ne kadar mezmum, yani Allah katında kınanan, beğenilmeyen hal varsa bizim o konuşmamızdan doğacaktır.
Ama sen salih amelleri Allah-u Zülcelâl’e nisbet edersen o kadar medhedilen, beğenilen, övülen güzel haller ondan doğacak, onların mükâfatı da yine sana dönecektir.
İşte böyle hep Allah’tan bilelim ve Allah'ı sevelim. Bu anlattıklarım hep Allah'ı sevmektir, Allah-u Zülcelal’in şükrünü yerine getirmektir. Âişe annemiz diyor ki,
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gece geldi, dedi ki:
"Ey Ebû Bekir'in kızı, bırak beni! Rabbime ibadet edeyim."
Kalktık, abdest aldık. Suyu çok dökerek israf etmedi. Sonra namaza durdu, ağlamaya başladı. Öyle ki, göz yaşları, mübarek göğsüne doğru aktı. Sonra rükûa gitti, gene ağladı. Sonra secdeye gitti, gene ağladı. Sonra başını secdeden kaldırdı, gene ağladı. Bu ağlaması sabaha kadar devam etti. Sabah namazı vakti Bilal geldi. Ezan okudu. Ben o zaman dedim ki:
"Ey Allah'ın Rasûlü! Seni ağlatan sebep nedir? Allah senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affetti." Buyurdular ki:
“Rabbime çok şükreden bir kul olmayayım mı?" (Buhari, Teheccüd, 6)
İşte şükretmek böyledir, Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam bize böyle öğretiyor. O “Neden ben Rabbime şükreden bir kul olmayayım?” diyor.
Allah-u Zülcelal buyuruyor ki;
“Şüphe yok ki, Allah Teâlâ'nın rahmeti muhsinlere (ihsan edenlere, iyilik ve iyi amel yapanlara) pek yakındır.” (Araf, 56)
Biz de salih ameller işleyerek Allah-u Zülcelâl’in rahmetine talip olalım.
Allah azze ve celle dilerse günah işleyenleri de bağışlayabilir, ona hiç kimse mani değildir ama Allah böyle diyor: “Rahmetim, ihsan sahibi kullarıma yakındır.”
Başka bir ayet-i kerimede de buyuruyor ki:
“Gerçekten iyi kişiler nimet cennetleri içindedirler. Günahkârlar da cahim (cehennem) içindedirler.” (İnfitar, 13,14)
Onun için biz elimizden geldiği kadar Allah-u Zülcelâl’in razı olacağı amellerle meşgul olalım, geri kalanı da Allah tamamlayacaktır.
Allah-u Zülcelal bizim zayıflığımızı biliyor, “Kulum zayıflığına rağmen gayret ediyor” diyecektir ve bize affedecektir inşaallah.
Allah-u Zülcelâl hepimize; razı olacağı amel-i salih nasip etsin ve fazlı keremiyle af ve mağfiret etsin.
Seyda Muhammed Konyevi