Hz. Peygamber’in Engellilerle İlişkileri
Huzurlu ve mutlu bir toplumun ortaya çıkması için kadın, erkek, çocuk, yaşlı, genç, engelli, hasta vs. gibi grupların sorunları çözülmüş ya da asgariye indirilmiş olması gerekir. Üstelik engellileri tek başlarına değil, onlarla doğrudan ilgili olan aileleriyle birlikte düşünmek gerekir. Hâl böyle olunca her toplumun önemli bir kısmının doğrudan engelli sorunlarının içerisinde bulunduğu hesaba katılmalıdır. Saadet asrında ‘model toplum’ oluşturulurken de bu hesabın yapılmamış olması düşünülemez.
Hz. Peygamber, sekiz yaşından itibaren evinde kaldığı amcası Ebu Talip’in ıtriyat tüccarlığı yapan ortopedik bir engelli olması sebebiyle engellilerin dünyasına hiç de yabancı değildir. ‘Erdemliler İttifakı’nın kuruluşuna ev sahipliği yapan Abdullah b. Cüd’an’ın ortopedik bir engeli bulunmaktadır. Gerek peygamberlik öncesi gerekse nübüvvetin ilk yıllarında Rasulüllah’ın sıkça karşılaştığı ve bilgeliğinden yararlandığı Varaka b. Nevfel de görme engelliydi.
Allah Rasulünün, peygamber olduktan sonra engellilerle ilk ciddi karşılaşması ise Abdullah b. Ümmi Mektum vasıtasıyla olmuş ve ileride oluşacak ‘model toplum’un engelliliğe ilişkin nirengisini de büyük ölçüde bu karşılaşma belirlemiştir. Zira Hz. Peygamber, bölgenin ileri gelen bir grubunu İslam’a davetle meşgulken araya girerek kendisine dini anlatmasını isteyen Abdullah’ı (r.a.) bir an önemsememesi üzerine vahiyle uyarılmıştır. (Abese, 80/1-12.)
Hayat hikâyelerini bir makale ölçeğinde tespit ettiğimiz (bkz. Dinbilimleri Akademik Dergisi 2013, XIII/1.) otuz civarındaki engelli sahabenin yaklaşık 1/3’nün ortopedik, 1/3’nün görme ve işitme, 1/3’nün ise diğer engelli gruplarından olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu engelli sahabilerin aile hayatları, evlilikleri, çocukları, maişetlerini temin şekilleri, psikolojik durumları ve sosyal hayata katılımları gibi ipuçları bize asgari düzeyde de olsa, Hz. Peygamber’in örnekliğinde ve önderliğinde Medine’de oluşturulan ‘model toplumun’ engellilik açısından kodlarını, bir başka ifadeyle engellilere yaklaşımın temel kriterlerini belirleme fırsatı vermektedir.
Engellilerin sosyal hayatın içerisinde tutulması
Kardeşlik projesi uygulamasında hem de ev sahibi olarak ağır ortopedik engelli Amr b. Cemuh, Muaz b. Cebel ve Hz. Ömer ile kardeş kılınan görme özürlü Itban b. Malik gibi engellilerin de olduğu göze çarpmaktadır. Âmâ olan Abdullah b. Ümmi Mektum’un ise engelli olmayanlarla aynı ortamda Suffe’de uzun süre kaldığı anlaşılmaktadır. Aynı şekilde Habbab da (r.a.), Medine’ye gelince bekârlarla birlikte iki yıl kadar aynı evde kalmıştır.
Derecesini bilememekle birlikte zihinsel problemi olduğu anlaşılan Habban b. Munkız da dâhil olmak üzere bahse konu ettiğimiz hemen bütün engellilerin herkes gibi evlenip çocuk sahibi oldukları dikkatlerden kaçmamaktadır. Amr b. Muaz dışında, savaşlarda kolunu, bacağını, gözünü ve kulağını kaybeden sahabilerin, engelli duruma düştükten sonra da köşelerine çekilmeyip savaşlara katılmaya devam etmeleri ise pek çok şeyi anlatmaktadır. Aynı tutumu, cüzzam gibi ağır bir hastalık geçirmesine rağmen Muaykib b. Ebi Fatıma’nın hazinedarlık ve diplomatik kâtiplik görevlerine devam etmesinde de görmekteyiz.
Âmâ İbn Ümmi Mektum ve Abd b. Cahş ile Itban b. Malik, Habbab b. Eret, Imran b. Husayn gibi engellilerin, ömürlerinin son demlerine değin eğitim öğretim faaliyetlerinin içerisinde yer almaları da fevkalade önemlidir. Günde beş kez camiye gelme konusunda zorlandıkları için hiç olmazsa bazı vakitlere gelmeme ruhsatı talep eden engellilere Hz. Peygamber’in bu müsaadeyi vermemesi ise, engellilerin sosyal hayattan kopmamaları yönündeki düşüncenin temelini oluşturmaktadır. İmamı olduğu mahalle mescidine gitmeme ruhsatı verilen âmâ Itban b. Malik ise, evini mescit hâline getirmiş ve mahalleliye orada namaz kıldırmanın yanında evini eğitim yuvası hâline getirmiştir. Bu da, engellilerin sosyal hayatla bütünleşmesinin bir başka misalidir.
Ortopedik özürlü Muaz b. Cebel’in, putların kırılmasına yönelik birtakım eylemlere öncülük etmesi ve imamlığını yaptığı mahalle mescidinde namaz kıldırırken uzun sureler okuduğu için engelsizlerin onu Hz. Peygamber’e şikâyet etmeleri, gündelik hayatın engelli-engelsiz birlikteliğinde yürüdüğünün güzel örneklerindendir.
Toplumla bütünleşmenin işlevsel temelli olması
Ortopedik özürlü Muaz b. Cebel, bir kulağını savaşta kaybeden Ammar b. Yasir, bir gözünü savaşta yitiren Ebu Süfyan ve yine görme engelli Semüra b. Cündüb gibi engellilerin valilik görevine layık görülmeleri ise engelliler hususundaki zirve noktayı oluşturur. Aynı şekilde ortopedik özürlü hâle gelen Abdurrahman b. Avf’ın ordu komutanlığı yanında en üst düzeyde bürokratik görevler üstlenmesi, hatta devlet başkanlığına adaylığını koyması, bu arada ticareti de hiç bırakmamış olması da calib-i dikkattir. Şüphesiz hem kel ve köse hem de ortopedik engelli ve aynı zamanda sert mizaçlı Akra’ b. Habis’in hem kavim lideri hem ordu komutanı oluşu da önemsenmesi gerekir.
Hz. Peygamber’in tam on üç kez âmâ Abdullah b. Ümmi Mektum’u Medine’de kendi yerine vekil tayin etmesi, aynı şekilde fetihten hemen sonra Mekke emiri ve muallimi olarak ortopedik engelli Muaz b. Cebel’i bırakması, yine henüz 27 yaşında iken Muaz’ın Hz. Peygamber tarafından Yemen halkına muallim ve zekât memuru sıfatıyla üstelik de kendisiyle birlikte tayin olunan diğer dört vali heyetinin başkanı olarak belirlenmesi, engellilerin toplumla işlevsel bütünleşmesi adına yol gösterici nitelikte davranışlardır.
Seleme oğullarının lideri, cimriliğiyle ve münafıklığıyla meşhur olan Ced b. Kays iken, Allah Rasulü’nün (s.a.s.) “Cimrilikten daha büyük bir hastalık var mıdır?” buyurarak reisliğe, yürümede bile zorluk çeken Amr b. Cemuh’un (r.a.) daha layık olduğunu ifade etmesi ve Amr’ın liderliğe getirilmesi, istihdamda tek kriterin liyakat olması gerektiğini ortaya koyması bakımından fevkalade önemlidir.
Toplumda engelli duyarlılığının oluşturulması
Hz. Peygamber, cemaatin içinde zayıf, yaşlı, iş-güç sahibi olanların bulunacağını hesap ederek, namazların kısa tutulmasını defalarca vurgulamıştır. (Buhari, Ezan, 61, 62, 63.) Zayıfların içerisine evvel emirde engellilerin girdiği izahtan varestedir. Bu tavırdan, ortak yaşam alanlarının, toplumun en zayıfları gözetilerek düzenlenmesini ve engellilerin de yararlanmasının sağlanmasını da anlamak gerekir.
Hz. Peygamber, her yeni gün için sadaka verilmesini tavsiye etmiş ve ashabın buna güç yetmeyeceği şeklindeki itirazı üzerine de şöyle buyurmuştur: “Görme engelliye rehberlik etmen, işitme ve konuşma engellilere anlayacakları bir şekilde anlatman, muhtaç durumda olanın ihtiyacını gidermesi için ona rehberlik etmen, derman arayan dertliye yardım için koşuşturman, koluna girip güçsüze yardım etmen, konuşmakta güçlük çekenin meramını ifade edivermen, bütün bunlar sadaka çeşitlerindendir...” (İbn Hanbel, V, 168, 169.) Buna mukabil örneğin bir âmâyı yanlış yönlendirmek ya da yardımcı olmamak gibi engellilere güçlük çıkaranlar ise, hadislerde lanetli kimseler olarak ilan edilir. (Buhari, el-Edebü’l-Müfred, s. 307 (h. no: 892); İbn Hanbel, I, 217, 309.) Bu hadisler, bir taraftan engellilere yardımı ibadete dönüştürürken, diğer taraftan da engellilerin günlük hayatta karşılaştıkları sıkıntıların aza indirilmesi çağrısı yapmakta, toplumda engelli duyarlılığı oluşturmayı hedeflemektedir. Çünkü engellilerin sosyal hayata katılımları ile toplum bireylerinin hayatın her alanında engellilere karşı duyarlılığı doğru orantılıdır. Hz. Peygamber’in zaman zaman görme engelli Itban’ı, hatta göz ağrısı çeken Zeyd b. Erkâm’ı ziyaret ederek dua etmesini (Buhari, el-Edebü’l-Müfred, s. 275, h. no: 532.); hasta ziyaretini emretmesini ve kardeşlik hukukunun merkezine yerleştirmesini; bununla da yetinmeyip hasta ziyaretini, ikramlara ve cennete kavuşmanın yolu olarak ilan etmesini (Müslim, Birr ve Sıla, 43.) de bu bağlamda okumak gerekir.
Allah Rasulü (s.a.s.) hiçbir engelliye “kör, sağır ve tat” benzeri ifadeler kullanmamış, hatta âmâ olan bir zattan “basir/iyi gören” şeklinde söz etmiştir. (Beyhaki, es-Sünenü’l-kübrâ, Beyrut ts., X, 337, h. no: 20851.) Boyu kısa olan Hz. Safiye’yi jest ve mimikleriyle taklit ederek “o sana yeter” dediği için Hz. Aişe’yi uyarmıştır. (Ebu Davud, Edeb, 40.) Dolayısıyla Hz. Peygamber, bırakın herhangi bir engellinin engeliyle alay edilmesini, engelsiz kimselerin fiziki özellikleri sebebiyle ayıplanmasına bile sert bir şekilde karşı çıkmıştır. Mescitte cemaatle namaz kılındığı esnada, âmâ bir şahsın yakınlarda bulunan bir çukura düşüşüne, namaz kılıyor oldukları hâlde sesli bir şekilde gülenlere Hz. Peygamber’in hem abdestlerini hem de namazlarını iade ettirmesi de dikkat çekicidir. İşin fıkhi boyutu bir kenara bu olay, insanların başına gelen olumsuz durumlara gülmenin veya rahatsız edici bakışlarla morallerini bozmanın, ibadeti bozacak derecede büyük bir günah olduğuna işaret etmektedir. Zira Müslümanın, Hz. Peygamber’in ifadesiyle, “Bakışlarıyla dahi olsa kardeşine zarar vermesi helal değildir.” (İbnü’l-Mübarek, Beyrut ts., s. 240, h. no: 689.)
Hz. Peygamber’in öğretisindeki engelliliğe, iman ve İslam kardeşliği perspektifinden bakılması gerektiğinde şüphe yoktur. Bu kardeşliğin âdeta manifestosu niteliğindeki “Müminler kesinlikle kardeştir.” buyruğu ve “Allah hatırı için birbirinizi çok seviniz.” (İbn Hişam, I, 501. Hz. Peygamberin Medine’de okuduğu ikinci hutbedeki ifadedir.), “Hiçbiriniz kendisi için istediğini, mümin kardeşi için de istemedikçe iman etmiş sayılmaz.”, “…birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş sayılmazsınız.” gibi ifadelerde yer alan o ‘Müslümanlar’ kitlesi içerisinde engellilerin başköşeyi tuttuğundan zerrece şüphe duyulmamalıdır. Çünkü imtihanların en ağırını sırtlayanlar, engelliler ve engellileri dünyaya getiren anneler ile diğer yakınlarıdır. Dolayısıyla iman kardeşliği içerikli hadisleri okurken ve anlarken öncelikle, sevilmeye ve acılarının paylaşılmasına en fazla ihtiyacı olan engelliler ile yakınları akla gelmelidir.
Pozitif ayrımcılık uygulanması
Muhakeme ve muvazene yetersizliği yüzünden sürekli alışverişlerde aldandığı için ailesi tarafından alışveriş yapmasının yasaklanması yönündeki müracaatının Hz. Peygamberce kabul görmemesi ve muhayyerlik hakkı tanınmak suretiyle bu engelli sahabi Habban b. Munkız’ın alışveriş hakkının korunması, pek çok açıdan örneklik teşkil etmektedir. Zira bu olayı, fıkıh külliyatında olduğu şekliyle genel anlamda ticaretteki muhayyerlik konusuna hasretmek yerine, oluşabilecek zararların önlenmesi için engellilerin ticari özgürlüklerini ortadan kaldırma tavrının doğru olmadığı ve onların da ticaretini mümkün kılacak tedbirlerin alınması gerektiği şeklinde anlamanın daha doğru olacağı kanaatindeyiz. Buna pozitif ayrımcılık demek de mümkündür.
Av ve korunma ihtiyacı dışında köpek beslemenin yasaklanması, fakat âmâ İbn Ümmi Mektum’un rehber köpek beslemesine özel izin verilmesi de yine olumlu ayrıcalık açısından önemsenmesi gerekir. Engellilerin durumlarına göre ibadetlerde çeşitli kolaylıklar getirilmesi ile savaşlara katılmama ruhsatı gibi uygulamaları da aynı şekilde olumlu ayrıcalık şeklinde değerlendirmek mümkündür.
İbn Ümmi Mektum ve Amr b. Cemuh’un savaşa katılma ve şehit olma arzularının karşılanması ise, sağlıklı insanların iştirakinin zorunlu olduğu aktivitelere engellilerin de sorumlu olmadıkları hâlde gönüllülük esasına göre dâhil edilebileceklerine işaret etmektedir.
Tedavi ve moral destek sağlanması
İmran b. Husayn, Habbap b. Eret, Arfece b. Es’at, Sabit b. Yezit ve daha pek çok engellinin hem tedaviye başvurdukları hem de iyileşmeleri için Hz. Peygamber’den dua istedikleri görülmektedir. Hz. Peygamber de Arfece’nin tedavisinde olduğu gibi her türlü kolaylığı göstermiş ve hem iyileşmeleri hem de dirençlerinin artması yönünde dua etmiştir.
Bütün tedbirlere rağmen ortaya çıkabilecek hastalık veya engellilik karşısında Hz. Peygamber, bir taraftan “Ey Allah’ın kulları tedavi olunuz.” (Ebu Davud, Tıb, 1.) derken, diğer taraftan da “Kardeşine faydalı olmak için içinizden kimin gücü yetiyorsa derhal onun imdadına koşsun!” (Müslim, Selam, 61-63.) buyurarak, mümkün olan bütün tedavi yöntemlerinin kullanılmasını tavsiye etmiştir. Nitekim erkeklerin ipek elbise giymeleri ve altın kullanmaları yasaklanmışken, bedensel rahatsızlığı sebebiyle İmran b. Husayn’ın ipek elbise ve Arfece b. Es’ad’ın da altın protez burun edinmesine müsaade edilmesi, hastalıkların ve engelliliğin tedavisinde bütün imkanların seferber edilmesi gerektiğine işaret etmektedir. Ayrıca ihtiyarlık dışında her türlü hastalığın çaresinin bulunduğu da hadislerde ifade edilerek (Buhari, Tıb, 1.) engellilerin umutla tedavi yöntemlerini araması teşvik edilmektedir.
Hasta ve engellilere manevi yönden destek olmak ve onları rahatlatmak da Hz. Peygamber’in ihmal etmediği hususlardandır. Sıcaktan ve işkenceden hem psikolojisi hem de fiziği bozulan Habbap b. Eret’in (r.a.) şikâyet ve Allah’tan yardım talebine Hz. Peygamber’in cevabı özetle şudur: “Direnin! Sizden öncekiler bizzat bedenleri üzerinden çok daha büyük imtihanlara tabi tutuldular, fakat onlar yılgınlık göstermediler ve hayata küsüp köşelerine çekilmediler, bilakis bütün olumsuzluklara direndiler ve neticede sınavdan başarıyla çıktılar.” (bkz. Buhari, İkrah, 1.)
Rasul-i Ekrem (s.a.s.) engelliliği de, Allah’ın kulları için arzu ettiği yüksek derecelere ulaşabilmek için halk edilen türlü vesilelerden birisi olarak kabul eder. Şöyle buyrulur hadis-i şerifte: “Kul, ortaya koyduğu amellerle Allah’ın kendisi için takdir ettiği dereceye ulaşamazsa, Allah onun canına, malına veya çocuğuna bir sıkıntı verir, sonra ona direnme gücü ihsan eder ve böylece onu Allah’ın kendisi için takdir ettiği mertebeye ulaştırır.” (Ebu Davud, Cenaiz, 1.) Kutsi hadislerde de aynı vurgu söz konusudur. (Buhari, Merda, 7.)
Muhtemelen ömrünün sonlarına doğru gözlerini kaybeden Zeyd b. Erkâm da şöyle der: “Dinsizlik felaketi bir tarafa bırakılırsa, hiçbir insan görme engellilikten daha büyük bir sıkıntı ile imtihan olunamaz. Dolayısıyla gözleriyle sınanan ve bu sınavı dirençle başaranlar Rablerinin hoşnutluğuna kavuşurlar.” (Bezzar, X, 244.) Sadece bir inceliğe dikkat edilmesi isteniyor: Engelliliğe tevekkül ve tahammülle direnebilmek! Böyle bir direncin karşılığı olarak da cennet vaat ediliyor. (bkz. Tirmizi, Zühd, 57.)
Bu yüzden Hz. Peygamber, türü ve derecesi ne olursa olsun engellinin ölümü temennisine rıza göstermez (Buhari, Merda, 19.) ve hastalığın da psikolojik veya biyolojik engelliliğin de dâhil olduğu her türlü sıkıntıyı, günahların affedilme aracı olarak değerlendirir. Bütün bu hadisler, engellilerin psikolojik yönden rahatlatılması ihtiyacını da karşılamaktadır.
Hz. Peygamber’in, mahkûm olduğu engelli bir hayatı fırsata dönüştürüp cenneti elde edenlerin gıpta edilecek insanlar olduğunu bildirmesi de oldukça dikkat çekicidir. (Tirmizi, Zühd, 58.)
Habbab b. Eret’in “Allah Rasulü yasaklamamış olsa, çektiğim bu acılar yüzünden Rabbimin canımı almasını isterdim.” şeklindeki ifadeleri, ziyaretçilerinin bile tahammül sınırlarını zorlayan hastalığına rağmen İmran b. Husayn’ın şıklığından hiçbir şey kaybetmemesi ve Hz. Peygamber’in latifelerine aynı şekilde mukabelede bulunan bedensel kusurlu Zahir b. Haram’ın bu davranışları önemlidir. Bu sağlıklı hâletiruhiyenin oluşmasında şüphesiz Hz. Peygamber’in ve sahabenin engellilerle ilgili tutum ve davranışları etkili olmuştur.
Amr b Muaz dışında, savaşlarda kolunu, bacağını, gözünü ve kulağını kaybeden sahabilerin, aile, iş ve sosyal yaşamlarında engellilik öncesi ve sonrası dikkate değer bir değişikliğe rastlanmaması, son derece dikkat çekicidir. Şüphesiz bunda, onların toplumla işlevsel entegrasyonu, ortak kullanım alanlarının onlara göre düzenlenmesi, engellilerin sosyal hayatın içinde tutulması, pozitif ayrımcılık yapılması, makul isteklerinin karşılanması, en önemlisi de toplumla bütünlüklerinin sosyal transferlerden ziyade işlevsel olarak sağlanmasının büyük etkisi vardır.