İslâm’da Yetim ve Yetim Hakları
“Yetim” kelimesini duyduğumuz zaman içimizde bir burukluk hissederiz. Bu his, şüphesiz kelimenin zihin dünyamızda ilk anda çağrıştırdığı anlamdan dolayıdır. Nedir bu anlam? Burada -bir dergi hudutları içinde kalmayı düşünerek- etimolojik tahlillere girmek istemiyorum. “Yetim” kelimesinin zihin dünyamızda çağrıştırdığı ilk anlam: Babası ölmüş, yalnız kalmış çocuk’tur. Bu anlam aynı zamanda kelimenin içerdiği kök anlamlardan biridir. Fıkıh literatüründe daha çok “henüz buluğ çağına ermeden babasını kaybeden çocuklar için kullanılır.” Kültürümüzde yaygın olan anlam da budur. Yani Küçük yaşta –buluğ çağına ermeden- babasını kaybeden çocuğa “yetim” denir. Eğer çocuk küçük yaşta annesini kaybetmişse ona: “öksüz” denir. Bu da şuna işaret etmektedir: Babanın aile içindeki en önemli görevinin, aile fertlerini “koruyup kollaması, onları gözetmesi” olduğudur. Kendisini koruyup kollayanını kaybeden çocuk, artık “yalnız”dır ve “kimsesiz”dir. Onun için yetim kelimesi aynı zamanda, baba-çocuk arasındaki bu ilişkiyi de ifade etmektedir. Bir de öksüz kelimesi vardır ki, oda hem annesini hem de babasını kaybeden çocuk için kullanılır. “Yetim” ve “öksüz” kelimelerinin her biri, ister ayrı ayrı anlamalara işaret etsin, isterse her iki kelime de tek bir mânâya işaret etsin, ya da biri diğerinin yerine kullanılmış olsun sonuçta ortada, kopup kaybedilen bir bağ vardır. O bağ, çocuğu hayata bağlayan, koruyan ve kollayan bir bağdır, yani baba ya da anne. Her ikisi de çocuk için son derece önemlidir. Onlardan birinin kaybedilmesi demek, çocuğun “yalnız ve kimsesiz kalması, kollayanı ve koruyanı olmaması” demektir.
İslâm’a göre varlık âleminin tam merkezinde yer alan “insan”, son derece değerli bir varlıktır. İslâm’ın insan’a verdiği bu önem, onun sadece “insan” olmasından dolayıdır. Onun bu öneme haiz olması için başka özelliklere sahip olması gerekmez. Bundan dolayı, İslâmiyet insana, anne rahmine düştüğü andan hayatının sonuna kadar, her zamanı ve her konumunda ayrı bir değer vermiş, onun hakkını korumak için özel hükümler getirmiştir. İnsanın zâfiyete uğramasına, zâfiyet durumunda aslâ hakkının zâyî olmasına râzı olmamıştır. Hele bu insanlar arasında haklarının her zaman zâyi edilme riski yüksek olan yetimler ve kadınlar ise. İşte bunun içindir ki sevgili Peygamberimiz’in (sav) Cenâb-ı Hakk’a (cc) şöyle niyazda bulunmuştur: “Allâh’ım! (Sen şâhid ol), Ben şu iki zayıfın hakkının zâyî edilmesinden (insanları) şiddetle uyarıyorum: Yetim ve kadın.”1
Gerek Kur’ân-ı Kerîm’de gerekse hadis-i şeriflerde “Yetim” ve “yetim hakkı” üzerinde uzun uzun durulmuş, detay denilebilecek derecede bilgiler verilmiş ve İslâm Fıkhında özel “yetim hukuku” geliştirilmiştir. Bu münâsebetle İslâm’da “yetim” in özel bir yeri vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de yaklaşık yirmi üç ayette yetimden ve yetim haklarından bahsedilmektedir.2Ayetler incelendiği zaman önemli bir kısmı, yetimin hakkının korunmasıyla ilgili olduğu görülür. Mesela:
Nisa suresinde: “Kadınlar hakkında senden fetva isterler. De ki: Onlar hakkındaki fetvayı size Allah veriyor: Yazılmış hakları olan mirası kendilerine vermediğiniz ve nikâhlanmayı istemediğiniz öksüz kızlar ve zavallı çocuklara ve bir de yetimlere adaletle davranmanız hakkında Kitap’ta size okunan âyetler vardır. Sizin her yaptığınız iyiliği, muhakkak Allah bilir.”3
Duha suresinde: “Öyleyse, sakın yetimi ezme !”4şeklinde genel mânâda öksüz ve yetimlere özen gösterilmesi emir buyurulurken; Enâm suresinde bu husus daha da detaylandırılmakta ve yetim hakkına dikkat çekilmektedir: şöyle ki: “Yetimin malına yaklaşmayın; yalnız erginlik çağına erişinceye kadar (malına) en güzel biçimde (yaklaşabilir ve uygun şekilde harcayabilirsiniz). Ölçü ve tartıyı tam adaletle yapın. Biz kimseye gücünün yettiğinden fazlasını teklif etmeyiz. Söylediğiniz zaman da, yakınınız da olsa âdil olun ve Allah’a verdiğiniz sözü tutun. Öğüt alıp düşünesiniz diye Allah bunları size emretmiştir.”5
Nisa Suresinde şöyle buyurulmuştur:
“Haksızlıkla yetimin mallarını yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış (kendilerini ateşe sürükleyecek şeyler yemiş) olurlar; zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir.”6buyrulmaktadır.
Peygamberimiz (sav)’den bu konuda pek çok hadisler nakledilmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir:
“… Hz. Sehl’den (rivayet edildiğine göre) Hz. Peygamber (sav) orta parmağıyla başparmağının yanında yer alan şehâdet parmağını bitiştirerek: “Yetimin geçimin üzerine alan ile ben cennette işte böyleyiz.” buyurdu.7
“Müslüman toplumundaki evlerin en hayırlısı, kendisine iyilik edilen bir yetimin bulunduğu evdir. Ve müslüman toplumundaki evlerin en şerlisi kendisine kötülük edilen bir yetimin bulunduğu evdir.”8
Ebû Zerr’den naklen rivayet etti ki, RasûlüIIah (sav):
“Yâ Ebâ Zerr! Gerçekten ben seni zayıf görüyorum. Ben senin için kendime sevdiğim şeyi severim. Sakın iki kişi üzerine hâkim olma! Ve sakın yetîm malına velî olma!” buyurmuşlar.9
“… Amr b. Şuayb’in dedesinden rivayet olunduğuna göre; Bir adam Peygamber (s.av)’e gelerek: “Ben fakirim, benim hiç birşeyim yok, ancak (zengin) bir yetimim var.” (onun malından yiyebilir miyim?) dedi. (Hz. Peygamber (sav) de: “İsraf etmeyerek (buluğ çağına girmeden fırsatı ganimet bilerek harcayıp yararlanmak gibi bir gaye taşımayarak harcamada) acele etmeyerek ve (onun malının ticaretini sana ait bir) sermaye edinmeyerek) yetimin malından yiyebilirsin.” buyurdu.10
…Ebû Hüreyre’den demiştir ki: Rasûlullah (sa.v):
” Helak edici olan yedi şeyden çekininiz!” buyurmuş da (kendisine)! “Ey Allah’ın Rasûlü onlar nedir?” diye sorulmuş (Hz. Peygamber de):
“Allah’a şirk koşmak, sihir yapmak, haklı bîr sebep olmaksızın Allah’ın haram kıldığı bir cana kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, düşmana hücum gününde kaçmak, zinadan uzak hiç bir şeyden haberi olmayan müslüman kadınlara zina iftirasında bulunmak”cevabım vermiştir.11
İslâm bilginleri, İslâm Fıkhında yetimlerin hakları konusunda genel hatlarıyla şu değerlendirmede bulunurlar: “Babasını kaybetmekle kendisi için çalışıp kazanan ve haklarını koruyan bir hâmîden yoksun kalan yetimin kendi âilesi içinde bakılıp büyütülmesi esastır ve ilk dönemlerden îtibâren İslâm toplumlarında yaygın olan uygulama da bu şekildedir. Kabile bağlarının güçlü olduğu ilk dönemlerde yetimlerin bakımı yakın akrabalarına (asabe) verilirdi. Ancak anne babanın her ikisinin de vefat etmesi, annenin ikinci bir evlilik yapması veya aile ortamının elverisizliği gibi durumlarda yetimlerin bakımını üstlenecek kurumlara ihtiyaç duyulmuştur. İslâm toplumlarında uygulamada yetim mallarının korunmasına özel bir önem verilmiş, insanlar yetimlerle kendi çocukları gibi ilgilenmeye teşvik edilmiş, idarî açıdan kâdîler eliyle, malî açıdan vakıflar yoluyla çözümler getirilmiştir.”12
“Fakihler, yetimleri himâye edip yetiştirmeyi farz-ı kifâye olarak kademeli biçimde toplumun görevleri arasında saymıştır. Bu hususöncelikle mahremi olan yakın akrabaların sorumluluğundadır. Bunların yokluğunda veya sorumluluklarınyerine getirememeleri durumunda sorumluluk diğer müslümanlara geçer. Devlet başkanının, “velisi olmayanların velisi” olduğu yolundaki genel kurala göre13 bu vazifenin devlet tarafından veya devletin denetiminde koruyucu ailelerle ya da kurumlarla yerine getirilmesi gerekir. Yönetim boşluğu halinde çocuğun bulunduğu beldedeki müslümanlar sorumlu olur. Anne ve babalar müslüman olsun olmasın yetim çocukların terkedilmemesi ve kötü niyetli kişilerin eline bırakılmaması istenmiştir. Yetimin bakım ve yetiştirilmesinin gerektirdiği masraflar kendi malından, malı yoksa yakın akrabaları tarafından, onların da gücü yetmezse devletçe yahut belli vakfların geliriyle karşılanır.14
Görüldüğü gibi, İslâm Dini, babasını ya da annesini kaybeden bir çocuğun büyüyüp kendi ayakları üzerinde durabilecek çağa/buluğ çağına gelinceye kadar bütün haklarını korumayı garanti altına almış, bu konuda gerekli tavsiye, teşvik ve uyarılarda bulunmuş, kendi iç hukukunu tanzim etmiş, aile yakınlarından başlayarak kademeli olarak sorumluluğu olan kişi ve kuruluşları belirlemiştir.
Günümüz dünyasında savaş, salgın hastalık, deprem vb. sebeplerle anne babalarını kaybeden miliyonlarca çocuk “yetim” kalmaktadır. İnsanın yaşam hakkını en birincil hak olarak tanımlayan yüce dinimiz İslâmiyetin yetimlerin haklarının korunması konusundaki bu hükümlerini, toplum olarak tekrar hatırlayalım. Müslümanlar olarak bu konudaki duyarlılıklarımızı yeniden gözden geçirelim ve içimizdeki yetimlerle imtihan edildiğimizi unutmayalım. Sevgili peygamberimizin yetimler hakkındaki şu hadisleri her birimiz için bir ölçü olsun: “Müslüman toplumundaki evlerin en hayırlısı, kendisine iyilik edilen bir yetimin bulunduğu evdir. Ve müslüman toplumundaki evlerin en şerlisi kendisine kötülük edilen bir yetimin bulunduğu evdir.”15
Allah Rasûlü (sav), yetime güzel davrananları övmüş, şehâdet ve orta parmağını birleştirip göstererek “(Kendinin veya başkasının olsun) yetime bakan kimse ile ben, cennette şunlar gibiyiz.”16buyurarak cennette yan yana, onların kendisine komşu olacağı müjdesini vermiştir.
“Bir kimse sırf Allah rızâsı için bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona sevap vardır.”17
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
1 İbn Mâce ,Edeb,6,ha.678
2 (bkz. Kur’an: 2/,83,177,215,220;4/,2,3,6,8,10,36,127; 6/152; 8/41; 17/34; 59/7; 76/8; 89/17; 90/14,15,16;93/6,9;107/2)
3Nisa,127
4Duha,9
5Enam,152
6Nisa sûresi, 4/10.
7Ebu Davud,ha. 4152
8 İbn Mace,Edeb,6,ha. 6379
9 Müslim, ha.1820;Ebu Davud,ha.2870
10Ebu Davud,ha.2874
11Ebu Davud,ha. 2874)
12Arı, Abdüsselam., DİA,XXXXIII,502 “yetim” mad.
13Tirmizî, “Nikâh”, 15; Ebû Dâvûd, “Nikâh”, 19; İbn Mâce, “Nikâh”, 15
14Arı, Abdüsselam., a.g.e.,XXXXIII,501
15 İbn Mace,Edeb,6,ha. 6379
16Müslim, Zühd ve’r-rekaik 42, (2893)
17Müsned, V, 250