Yetimlere Karşı Sorumluluklarımız
“Müslümanlar arasında en hayırlı ev, içinde kendisine iyi davranılan bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanlar arasında en kötü ev ise içinde kendisine kötü davranılan yetimin bulunduğu evdir.”
(İbn Mâce, Edeb, 6)
Arapça sözlüklerde “babası öldüğü için tek başına kalan çocuk” olarak tarif edilen yetim kelimesi “yalnız olmak, tek başına kalmak” anlamına gelir. Türkçedeki kullanımda yetim kelimesiyle babanın yokluğu, öksüz kelimesiyle ise annenin yokluğu kastedilir. Çocuğun bakımı, terbiye edilip büyütülmesi ve haklarının korunması konusunda babaya daha çok sorumluluk düştüğünden, yetim kelimesiyle özel anlamda babanın yokluğu kastedilse de (el-Müfredât, “ytm” md.) genel anlamda annesini veya babasını ya da her ikisini birden kaybeden çocuklar için de yetim kelimesi yaygın olarak kullanılır. Sağ olan anne babanın görevlerini yerine getirmemesi de bir tür yetimlik olarak değerlendirilir. Yetim çocuk; üzerine kol kanat gerecek, koruyup gözetecek, arka çıkacak, hayatın zorluklarına karşı her daim yanında olup yardımına koşacak kimselerden mahrumdur. Ergenlik çağına erişince kendi menfaatlerini gözetecek, başkalarının verecekleri zararlara karşı kendisini savunacak hâle geldiğinden dolayı hukuki manadaki yetimlik de sona erer
(Ebû Dâvûd,Vesâyâ,9).
Cahiliye Dönemi’nde kadınlar ve kölelerin yanı sıra, aşağılanıp hor görülen, zulüm ve haksızlığa uğrayan bir grup da yetim çocuklardır. Özellikle İslam’ın ilk yıllarında Müslümanlar, yetimin hakkına riayet etme konusunda sık sık uyarılmışlardır. Kur’an-ı Kerim’de yirmi iki ayette yetimlerle ilgili meseleler ele alınmış; iman, ibadet ve ahlak vurgusuyla birlikte müminlerin sevdiği maldan harcama yapması ve iyi davranması gereken yakın akraba, komşu, yoksul, yolcu, köle vb. sınıflar arasında yetimler de zikredilmiştir (Bakara, 2/177). Yetime iyilik ve ikramda bulunmaktan sakınma ve onu itip kakma, ahireti yalanlayan müşriklerin özellikleri arasında sayılmış (Fecr, 89/17), Cenab-ı Hak, “Sakın yetimi ezip kötü muamele etme.” (Duhâ, 93/9) diyerek Hz. Peygamber’in şahsında bütün Müslümanları ikaz etmiştir. “Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar. Zaten onlar şiddetli ateşe atılacaklardır.” (Nisa 4/10) ayeti ise uyarının en üst seviyesi olarak kabul edilebilir. Bu korkunç sonla karşılaşmamak için erken yaşta vefat ederek geriye eli ermez, gücü yetmez çocuklar bırakma ihtimaliyle korkup içi titreyen kimselerin, başkalarının yetimleri için de aynı korku ve endişeyi hissetmeleri ve yetimlerin malları konusunda haksızlık ve adaletsizlik yapmamaları gerekir.
“Yetimlere mallarını verin, temizi pis olanla değişmeyin, onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin. Zira bu büyük bir günahtır.” (Nisâ, 4/2) ayeti, müminlerin haksızlık yapıp günaha düşerim endişesiyle yetimlerin sorumluluklarını almaktan uzak durmalarına sebep olmuş, “Evlilik çağına gelinceye kadar yetimleri deneyin; eğer onlarda akılca bir olgunlaşma görürseniz hemen mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler de mallarını alacaklar diye o malları israf ile ve tez elden yiyip tüketmeyin. Zengin olan (veli) yetim malına tenezzül etmesin, yoksul olan da kararınca yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman yanlarında şahit bulundurun. Hesap sorucu olarak da Allah yeter.” (Nisâ, 4/6), “Sana yetimleri sorarlar. De ki: Onlar hakkında yapacağınız bir ıslah, işlerine karışmamaktan daha hayırlıdır. Eğer onlarla bir arada yaşarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah işleri bozanla düzelteni bilir.” (Bakara, 2/220) vb. ayetler, bu konuda Müslümanların nasıl davranmaları gerektiğine açıklık getirmiştir. Müslümanlar, yetim çocukların mallarını kendileri idare edecek yaşa gelene kadar korumalıdır. “Abdullah’ın yetimi” olan Hz. Peygamber’i Cenab-ı Hak koruyup gözetmiş (Duhâ, 93/6), yetim olan Peygamber O’nun lütfu ve ihsanıyla, “Düşkünlerin kanadı”, “Yoksulların sahibi” olmuştu. Amcası Ebû Talib ile eşi Fatıma’nın kendisine öz evlatları gibi sahip çıkmalarını asla unutmamış, amcası maddi yönden sıkıntıya düşünce o da amcasının oğlu Hz. Ali’yi himayesine almıştı. Ebû Talib’in diğer oğlu Cafer, Mûte Harbi’nde şehit olunca onun çocuklarıyla ilgilenmiş, acılarını unutturmak için berber çağırıp onları tıraş ettirmişti (Ebû Dâvûd, Teraccül, 12).
Hz. Peygamber (s.a.s), “Müslümanlar arasında kim bir yetimi yiyecek ve içeceğini üstlenecek şekilde sahiplenirse, -affedilmeyecek bir günah işlememişse- Allah onu mutlaka cennete koyar.” (Tirmizî, Birr, 14) diyerek Müslümanları sorumluluk almaya çağırmış, işaret parmağıyla orta parmağına işaret edip aralarını hafifçe açarak “Ben ve yetime kol kanat geren kimse cennette böyle (yan yana) olacağız.” (Buhârî, Talâk, 25) buyurarak bu görevi yüklenen müminleri müjdelemiştir.
Savaşlar ve iç karışıklıkların yerlerini yurtlarını terk etmeye mecbur bıraktığı mülteciler de günümüz yetimleri arasında değerlendirilebilir. Savunmasız oldukları için mültecileri aşağılayıp hor ve hakir görmek, düşük ücretle çalıştırmak, evliliklerde yerine getirilmesi gereken mehir, nafaka vb. yükümlülükleri yerine getirmemek vb. davranışlar mümine yakışmaz.
Sözümüzü yine Hz. Peygamber’in bir hadisiyle bitirelim: “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, zalimlere de teslim etmez. Kim kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allah da onun ihtiyacını giderir.
Kim bir Müslümanın sıkıntısını ortadan kaldırırsa, Allah da onun sıkıntılarından birini ortadan kaldırır. Kim bir Müslümanın günahını, kusurunu örter gizlerse, Allah da Kıyamet günü onun günahını örter.”
(Müslim, Birr, 58)
Dr. Ayşe Gültekin.