ZEKAT
İnsan…
Daha dün yoktu dünyada... Canını Allah verdi...
Daha dün bomboştu eli, elini Allah verdi, elinde tuttuğu her şeyi Allah verdi...
Ve Allah, şimdi insandan, bağlar, dağlar, ovalar, denizler bağışladığı insandan bir salkım üzüm istiyor, bir yudum su, bir tebessüm...
ZEKAT: Allah verdi, Allah istiyor...
Bunun idrakinde mi insanoğlu?
Yanı başındaki muhtacı görebiliyor mu?
İstese ona da verirdi her şeyi veren, belki sadece ona verirdi.
Ama bir sınavı var her insanın... elinde olanın, olmayanın... Her davranışın değerinin mizana vurulacağı bir başka dünyada her şey tek tek gündeme gelecek...
“Sadakaları Allah alır” şeklindeki ilahi kelam, bize, bu işin zenginle fakir arasında cereyan etmediğini göstermiyor mu?
Eline imkan verilene sorulan soru şu:
-Acaba elinde bulundurduğu şeyin mahiyetini biliyor mu? Onun bir emanet olduğunun farkında mı? Vereni biliyor mu? Verenin çağrısına hazır mı? Çağrıya ne ölçüde uyuyor? Elindekinden verirken, kimi görüyor karşısında, ayırdığı kısmın Yaratan’ın “el”ine verilecek güzellikte olup olmadığı kaygısını taşıyor mu? Ya Rezzak’ı gücendirirsem... Böyle bir kaygı yakıyor mu içini?
Zahiren imkansızın çözmesi gereken soru da şu olmalı:
-Bu dünya bir imtihan dünyası... Herkes elinde avucunda bulunanın hesabını verecek... Azın az hesabı olacak, çoğun çok... Acaba elimde az bulunması mı hayırlı olacaktı benim için, çok bulunması mı? En iyisi Rezzak’ın hükmüne razı olmak ve var olanın imtihanını tam vermek değil mi?
Böyle nice sorular...
“Zekat” üzerine bir kere daha düşünmek gerekiyor, diyorum.
Hesabı verilemeyecek ömür, hesabı verilemeyecek sıhhat, hesabı verilemeyecek mal – mülk çok zor bir hadise olmalı değil mi?
Dünyada hesabı doğru yapılmayan şeylerin ahirette hesabının bizi güldürmesi mümkün olmayacak... Ahiretin hesabı dünyada iken tanzim edilecek...
“Müslümanın hayati sorumlulukları”na dair uyarılar, kimseyi yadırgatmamalı... Müslüman olarak en önemli gündemimiz ne olabilir ki!
Şöyle bir geçmiş yıllara bakalım... Kılamadığımız namazlar gözümüzde büyümüyor mu, malımızın içinden çekip çıkaramadığınız zekatlar ne olacak? Yoksa elimizde yıllarca zekat arınması yaşamamış mal – mülk mü var?
Acaba içimizden “Bize, verilmemiş zekatların hesabı sorulmaz” diye mi geçiriyoruz?
Acaba “elbet orada da vergi barışı yapacak bir iktidar bulunur” umudu mu yeşeriyor?
Nasıl yeşeriyor bu umut?
Zihni koordinatlarımızı bir kere daha gözden geçirmemiz gerekiyor.
ZEKAT ARINMASI
Zekat İslam’ın 5 şartından biri.
İnsan kelime-i şehadet ile, yani “Ben inanırım ki Allah’tan başka ilah yoktur ve ben inanırım ki Mahummad O’nun kulu ve Rasulüdür.” diyerek İslam dairesine girer. Bu insanın yer yüzü yürüyüşünde durduğu yerin ilanıdır.
Böyle bir inanç ilanında bulunduktan sonra insanın sorumluluk alanına namaz, oruç, hac ve zekat gibi dört görev daha girer. Bir tür olmazsa olmazlar… Şartları vardır evet, hangi durumda bunları yerine getirmek kaçınılmaz olur, yapılmadığı takdirde büyük sorumluluk altına girilir, bunlar her Müslümanın öğrenmesi gereken bilgilerdir.
Şimdilerde Orucu yaşıyoruz.
Ama orucun içinde sanki onunla birlikte ifa eodilecek bir sorumluluk gibi zekat da gündeme geliyor. Zekat oruçtan farklı bir disiplin, buna rağmen oruçla birlikte anılması yanlış da değil, insana bir tür “Zekat takvimi duyarlılığı” kazandırmış oluyor. Yani hayatın akışı içinde unutulmuşsa -unutmamak lazım ama- Ramazan takvimi çok daha uyarıcı olduğu için zekat o iklimde hatırlanmış oluyor.
Zekat üzerine çok şey söylenebilir tabii ki. Bunları öğrenmek, görevin doğru yapılması anlamına her Müslüman için hayati değerdedir.
Ben burada meselenin bir boyutuna dikkat çekmek isterim. O da, Müslümanın mal ile ilişkisinin niteliği zekatın bu çerçeve içindeki anlamı…
Kur’an, insanın sahip olduğu her türlü imkanın, Allah’ın lütfuna bağlı olduğu bilincini kuşanmasını istiyor. Can da O’nun lütfu, mal da… Kur’an’da sık sık “Size rızık olarak verdiğimiz…” ifadesi geçer. Bir kuru ekmek de “Rızık”tır, “Trilyonlar” da… Kur’an’da Karun diye olumsuz bir tip vardır. Onun olumsuzluğu sahip olduğu büyük zenginliği kendi marifeti ile elde edilmiş gibi düşünmesindendir.
İslam’da mala da cana da sahibiyet görecelidir. Mutlak sahip Yaratan’dır.
Onun için mal üzerinde de can üzerinde de mutlak tasarruf Yaratan’a, yani Allah Tealaya aittir. Onun için “Şu süreler içinde aç kalın” der Yaratan, onun için “malınızdan şu kadarını fakirlere verin” der. “Gece kalkın Huzuruma durun” der.
İşte Zekat böyle bir ilahi tasarruftur mü’minin malı üzerinde.
Diyor Allah Teala Kur’an’da: Malınızın içinde fakirin hakkı vardır. (Zariyat suresi, 19)
Zekat kişinin malı içerisindeki fakirin hakkıdır. Onu malının içinden çıkaracak ve fakire ulaştıracaktır. Bu noktada kişinin başka bir tercih hakkı yoktur. Hem onu ayıracak hem de fakire “bu senin hakkın” diye verecek. Yani üsttenci bir duyguyla, bak sana ikramda bulunuyorum yaklaşımıyla değil, “Rabbim beni görevlendirdi, bana verdiği rızıktan bir kısmının senin hakkın olduğunu bildirdi, ben de oturup senin hakkını ayırdım, işte bu senin hakkın.” diyecek. Diyecek ve bilecek ki, elinde kalan mal – servet ancak böylece “Kir”den arınıp, temizlenecek. Ahirette hesabı kolay verilecek bir mal haline gelecek. “Zekat” kelimesinin ihtiva ettiği “temizlik” buradan geliyor.