ZEKATREHBERİ
(Yâ Muhammed!) Onların mallarından sadakalarını (zekâtlarını) al ki, onunla onları temiz pâk edesin. (Tevbe, âyet 103)
İnsanlık tarihi boyunca her ümmete emredilimiş bir mâli ibadet ve İslâm Dininin temel rükünlerinden üçüncüsü olan Zekât, kelime olarak temizlemek, çoğalmak ve büyümek mânalarına gelir.
Âyet-i kerîmede: (Yâ Muhammed!) Onların mallarından sadakalarını (zekâtlarını) al ki, onunla onları temiz pâk edesin. (Tevbe, âyet 103) buyurulduğu üzere, malının zekâtını verenleri günahlardan temizlediği ve malı bereketlendirerek artırdığı için Zekât ismini almıştır. Islâmî (şer’î) manâsı itibariyle zekât; Mâl-ı mahsustan vakt-i mahsûsta tâife-i mahsûsadan birine, Dinin koyduğu ölçü miktarınca verilmesi hak (farz) olan bir mâlî ibadet’dir.
Yani, zekâta tâbi olan malların üzerinden tam bir yıl geçince, Dinin koyduğu ölçü miktarınca o malın içinden çıkarılıp Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân-i Kerimde beyan buyurduğu sekiz sınıftan birine verilmesi hak (farz) olan bir mâlî ibadetdir. Kulların kulluktaki sadâkatlarına delâlet etmesi cihetiyle, zekâta “sadaka” da denilmiştir.
Ancak sadaka tabiri, zekâttan daha umumîdir. Vâcib ve nâfile tasadduklara da şâmildir. Zekât mallar için, sadaka-ı fıtır ise vücudlar için temizliktir. Zekât vermeye “tezkiye”, zekât verene ise “müzekkî” denilir.
ZEKÂTIN HÜKMÜ
Zekât; Islâmın 5 temel rüknünden biri olup, Allah’û Tealâ’nın, zengin Müslümanların mallarından, yine ihtiyaç sahibi Müslümanlar için ayırmış olduğu bir haktır.
Hicretin ikinci senesinde, oruçtan evvel farz kılınmış olup, Namaz, Oruç ve Hac gibi farz-ı ayındır. Ancak Namaz ve Oruç gibi bedenle değil, mâl ile yapılan bir ibâdettir. Farziyyeti, Kitap, sünnet ve icmâ ile sabit olan zekâtı; hafife almak veya inkâr etmek küfürdür. Zekât, Kur’ân-ı Kerim’de 34 ayrı yerde zikredilmiştir. Farziyyeti, 6 yerde, namaz ile birlikte tekrar edilen şu âyet-i kerîmeler ile sâbittir. “Namazı kılın, zekâtı verin…” (El-Bakara, 43, 83, 110; en-Nûr, 56; Müzzemmil, 20; en-Nisâ, 77).
Zekâtın, Kur’ân-ı Kerim’de 34 ayrı yerde zikredilmesi, Farziyyetinin, 6 yerde, namaz ile birlikte tekrar edilmesi, Islâm’da, Dinî vecibeler içinde namazdan sonra, en önemli ve büyük bir mâli ibadet olduğunu gösteren delildir. Gerçekten de namaz, Dinî hayatın direği, Islâmî yaşayışın te’minatıdır. Zekât ise, sosyal hayatın istinad (dayanak) noktasıdır. Namaz kılınmayan bir cem’iyette İslâmî hayat ve Dinî yaşayış zayıflayıp sönmeye yüz tutacağı gibi, Islâmın zekât emrinin tatbik edilmediği bir toplumda da ictimaî (sosyal) huzur, ferdler arasında birlik ve beraberlik, dirlik ve düzenlik sağlanamaz. Fakir ve zengin sınıflar arasında dayanışma ve yardımlaşma ortadan kalkar; sevgi ve saygı duyguları yok olur. Islâmda ictimâi (sosyal) hayatı düzenleyen ana unsurların başında gelen Zekât emrinin hakkıyla tatbik edilmediği toplumlarda, ferdler birbirlerine düşman hâle gelir. Günümüz toplumlarının hâli buna açık bir delildir.
Netice olarak; namaz ve zekât, cem’iyette biri Dinî, diğeri de içtimaî hayatı düzenleyici ana unsurlardır.
ZEKÂT GİZLİ Mİ VERİLMELİ? AÇIKTAN MI VERİLMELİ?
Islâm şeâirlerinin en büyüklerinden olan zekâtın alenî olarak (açıktan) verilmesi efdaldir. Gizli olarak ta verilebilir. Zekâtın alenî olarak (açıktan) verilmesinde çevreye iyi örnek olma hususu olduğu gibi, zekâtı veren için de, başkalarının sû’i zanlarından (hakkında yanlış düşünmelerinden) kurtulmak durumu bahis mevzuudur. Ayrıca zekât, zengin için, kesin bir borç ve farîza olduğundan, edâsına riya (gösteriş) girmez. Nâfile olan sadakaların ise gizlice verilmesi efdaldir. Çünk, onları gizlice verip, gösteriş ihtimalinden kaçınmak daha faziletlidir.
ZEKÂT İNSANLIK TARİHİ BOYUNCA HER ÜMMETE EMREDİLMİŞ BİR MALÎ İBADETTİR.
Dîni vaz’ eden, Dînin kânun ve hükümlerini kullarına öğretmek üzere Peygamberler gönderen Yüce Allah (c.c.), gönderdiği son Peygamberine indirdiği son hak kitabı Kur’ân-ı Kerimde şöyle buyurur.
Halbuki onlara (Tevrat, İncil ve önceki sahifelerde) muvahhidler olarak (Allah’ın birliğine inanarak) ihlâs ve samimiyetle, ancak Allah’a ibadet etmeleri, (Muhammed (a.s.) geldiği vakit, O’nun Dinine girmeleri) namazı dosdoğru kılmaları ve zekâtı vermeleri emrolunmuştu. İşte doğru Din budur. (Beyyine Sûresi, Âyet 5)
Namazı dosdoğru kılın. Zekatı verin. Kendiniz için önden ne hayır yollarsanız Allah katında muhakkak onu bulacaksınız. (Bakara, Ayet 110) Namazı dosdoğru kılın. Zekatı verin. Allaha karz-ı hasen ödünç verin, hayırlı işlere mal sarfedin.
Kendiniz için hayır nâmına ne gönderirseniz onu Allah katında daha hayırlı ve ecri daha büyük olarak bulursunuz. (Muzemmil, Ayet 20)
KİMLER ZEKÂT VERMEKLE MÜKELLEFTİR?
Bir kimsenin zekât vermekle mükellef olması için bâzı şartlar vardır. O şartlar da şunlardır:
1 – Zekât verecek kimse (kadın olsun- erkek olsun) Müslüman, âkıl ve bâliğ olmalıdır. Gayri müslimlere, mecnunlara (delirmiş olanlar), bulûğa ermemiş çocuklara zekât farz değildir.
2 – Zekât verecek kimse, havâyic-i asliye denilen zarurî ihtiyaçlarından ve bir de -eğer varsa- borcundan başka; nisab miktarı veya daha fazla bir mala sâhip olmalıdır. Nisab miktarı kadar malı olmayana zekât düşmez. Nisab, zekâtın farz olması için şeriatın (Dinin) tâyin ettiği mal miktarıdır. Bu miktar; maldan mala değişir.
3 – Zekât lâzım gelmek için, malın nemâ, yâni, büyüme ve artma kâbiliyeti de olmalıdır. Meselâ: Altın ve gümüş para ve ziynetler ile, ticarette kullanılan herhangi bir eşya veya hayvanlar zekâta tabi olduğu gibi; Neslini çoğaltmak veya sütünü sağmak için kırlarda otlatılan (koyun, keçi, sığır ve deve gibi) hayvanlar da zekâta tâbidir. Çünkü bunlarda nemâ vardır.
4 – Zekâtı verilecek mal, sâhibinin bizzat elinde olmalı, yani sahibi malına tam mâlik bulunmalıdır. 5 – Zekâtı verilecek malın üzerinden tam bir sene geçmiş olmalıdır. Buna havl-i havelân denir. Çünkü bu müddet içinde, malın nemâsı – artması ve kıymetlenmesi gerçekleşir.
Nisab miktarı, hem senenin başında, hem de sonunda bulunmalıdır. Bu miktarın sene içinde muvakkaten eksilmesi zekâta mâni değildir. Zekât hesâbında esas olan kamerî senedir ki, bu da 354 gündür.
ZEKÂTIN SIHHAT ŞARTI
Zekâtın sahih olabilmesi için niyet şarttır. Niyette itibar, kalbedir. Dil ile söylenmese de olur.
HANGİ MALLAR ZEKÂTA TABİDİR?
Zekât verilmesi icabeden mallar 5 çeşittir. 1 – Altın ve gümüş; nakit para. 2 – Ticâret malları. 3 – Madenler ve defineler. 4 – Ekin ve meyveler. 5 – Deve, sığır, koyun, keçi… Bu mallar, zekâtı veriliş itibarı ile 2 kısma ayrılır: 1 – Emvâl-i zâhire: Açıkta ve meydanda olan mallar.
2 – Emvâl-i bâtına: Gizli, meydanda olmayan mallar… Altın, gümüş ve nakit paralar ile ticaret malları, bâtınî mallardandır. Ekin ve meyveler, madenler ve hayvanlar ise, zâhirî mallardan sayılmaktadır. Batınî malların zekâtını vermek sâhiblerinin diyânetine (Dinin hükümlerine hakkıyla uyma) ve vicdanına havâle edilmiştir. Bunlar, bu malların zekâtını, diledikleri fakir ve muhtaca bizzat verebilirler. Zâhirî malların zekâtlarını ise, Islâm tarihi boyunca âşir veya âmil denilen hususî me’murları vasıtasıyla devlet (veya ülül-emr, Müslümanların Dinî lideri) tahsil etmiş ve toplanan bu parayı, Kur’ân’da gösterilen yerlere harcamıştır.
HAVÂİC-İ ASLİYE NEDİR? HANGİ MALLAR HAVÂİC-İ ASLİYEYE GİRER?
Havâic-i asliye; bir kimsenin hayatta oldukça muhtaç bulunduğu bir takım şeyler demektir. Mesela:
a) Ikametgâhlar, evin içindeki eşyalar, elbiseler, silâhlar, binek hayvanları veya taksi gibi binek vasıtaları, şehirde evin bir aylık nafakası (aylık maaş) köyde ise, 1 yıllık nafakası, ilim sâhiplerinin kitabları, san’at erbâbının âlet ve tezgâhları gibi eşyalar aslî ihtiyaçlardan sayılır.
b) Ticaret için olmayan ihtiyaçtan fazla ev eşyasından, giyeceklerden, yiyecek ve içecek maddelerinden dolayı da zekât lâzım gelmez. Aslî ihtiyaçtan sayılmayan kitab ve san’at âletleri de zekât şümûlüne (kapsamına) girmez.
c) Altın ve gümüşün dışındaki plâtin, v.s. gibi zinet takımlarından; yâkut, zümrüt, inci, elmas gibi mücevherâttan dolayı da zekât gerekmez. Şu kadar var ki; bu gibi mallar aslî ihtiyaçlardan hâriç olup kıymetleri de nisab miktarına ulaşınca, sâhibi zengin olmuş olur. Her ne kadar kendisine, bu mallardan zekât vermek gerekmezse de, fitre vermek ve kurban kesmek vâcib hâle gelir. Ayrıca kendileri için, zekât ve sadaka almaları da artık câiz olmaz.
HANGİ MALLAR ZEKÂTA TABİ DEĞİLDİR?
1 – Havâyic-i asliyye (temel ihtiyaçlar) tabir edilen mallardan zekât lâzım gelmez. Bir insanın gerek kendi şahsının ve gerekse nafakasını ( yeme, içme, giyinme ve barınma gibi zarûri ihtiyaçlarını) te’min ile mükellef olduğu âile efrâdının zarurî ihtiyaçlarını karşılayan ve şeriat dilinde havâyic-i asliyye (temel ihtiyaçlar) tabir edilen mallardan zekât lâzım gelmez.
2 – Aslî ihtiyaçlar gibi, borç karşılığı olan para ve mallara da zekât lâzım gelmez. Borçlu bir kimse, borcunu ödedikten sonra, arta kalan malı nisab miktarına varmıyorsa, onun üzerinden de zekât borcu düşer.
3 – Yalnız kira bedellerini almak üzere elde tutulan ev, dükkânlardan ve bunlar gibi gelir getiren âlet ve nakil vasıtalarından zekât lâzım gelmez. Ancak bunların getirdikleri gelirler, aslî ihtiyaçlara harcandıktan sonra kalanı nisab miktarını buluyorsa, o miktardan zekât verilir.
4 – Haram mal için zekât verilmez. Böyle haram bir mal, sâhibli bir mal ise, sahibine iade edilir. Değilse, fakirlere tasadduk edilmesi lâzım gelir. Ancak haram mal, helâl mala karışmış olup, hangisinin haram, hangisinin helâl olduğunu ayırdetmek mümkün olmaz hale gelmiş ise, bütün maldan zekât gerekir.
BİR MÜSLÜMAN ZEKÂT VEREBİLECEK KADAR ZENGİN OLUP OLMADIĞINI NASIL HESAPLAR?
Müslüman, kazancımda fakir Müslümanların ve Allah yolundaki Dînî hizmetler”in hakkı ve alacağı var mıdır? diyerek sık sık nisaba mâlik olup olmadığını control etmelidir. Nisaba mâlik olduğundan itibaren bir kameri yıl geçince o malın zekâtını vermesi lazımdır. Zekâtını hesaplamak için, önce zekâta tabi olan (zekât verilmesi gereken) mallarını alt alta yazar. Bunlar;
1- Altın ve gümüş, 2- Eldeki, bankadaki paralar,
3- Sağlam alacaklar, (borçlunun inkâr etmediği veya çek senet karşılığı olup inkârı mümkün olmayan alacaklar),
4- Ticarî eşya: (satmak için alınan her şey olup alış fiyatı üzerinden hesaplanır)
Bunları alt alta yazıp, kıymetleri karşılarına yazarak toplar. Sonra, bir yıllık zarûrî giderlerini yazar onları da toplar. Vadeli bile olsa ödenmesi lâzım gelen el borçları ile (varsa) bir yıllık ev veya araba taksitlerini yazar yekünden çıkarır.
Kalan miktar, altının nisâbı (ölçüsü) olan 80.14 gr altın değerine ulaşırsa, bu servetin kırkta birinin (% 2.5) zekât olarak verilmesi farz olur. Daha net bir ifade ile, zekâta tâbi malının (parasının) her bin doları için, 25 dolar zekât verir.
TİCÂRET MALLARININ ZEKÂTI
Istisnasız bütün ticaret mallarına zekât düşer. Gelir elde etmek üzere alıp- satmak için bulundurulan her malın zekâtı vardır. Ticaret mallarını; Eşya, hubûbât, madenler, hayvanlar ve kira getiren yerler olarak sınıflandırmak mümkündür. Ticaret malları; kumaş, elbise, v.s. gibi her çeşit eşyadan olabileceği gibi; buğday, arpa, pirinç gibi hububattan; demir, bakır, kalay gibi madenlerden, koyun, keçi, sığır ve deve gibi hayvanlardan; ev, han, dükkân gibi akardan da olabilir. Ticaret mallarında zekâta esas olan malın kendi olmayıp, değeridir. Değerin 40′ta biri, zekât olarak verilir.
KAĞIT (NAKİT) PARALARIN, TAHVİL, BONO VE HİSSE SENETLERİNİN ZEKÂTI
Altın ve gümüşe çevrilmesi mümkün olan kâğıt ve madenî paraların zekâtı farzdır. Bu paralar ticarette kullanılmayıp kasada saklansalar bile, zekâtlarını vermek gerekir. Çünkü böyle paralar, aslen alış-veriş ve ticaret için tedâvüle konulmuşlardır. Hükmen ticâret malı cinsinden sayılırlar. Şirketlerce çıkarılan tahviller, hisse senetleri şirkete olan ortaklık miktarını gösteren değerlerdir. Aynen ticâret malı gibi her sene zekâtlarını vermek lazımdır.
Ayrıca elde edilen kârların da zekâtı ayrı olarak verilir. Bonolar, yapılan alış veriş sonucu müşteriden borç karşılığı alınan senetlerdir. Bunlar alacaklar kısmına girerler ve kuvvetli alacak sayılırlar.
ARSA VE DAİRELERİN ZEKÂTI
Arsalar iki maksadla alınır: Ya üzerinde ev veya akar (gelir) getiren bir bina yapmak için, ya da arsayı arsa olarak tutup kâr elde etmek için… Birinci niyetle alınan arsalarda ticâret niyeti olmayıp mülk edinmek gâyesi olduğundan, değerleri itibariyle zekâta girmezler.
Getirdikleri kira varsa, kira bedelinden zekâtları verilir. Kezâ: oturmak üzere inşa edilerek kiraya verilen veya oturulan binaların kıymeti üzerinden de zekât yoktur, onların da getirdikleri kiralara zekât düşer. Ticâret maksadı ile satın alınıp parsellenerek veya tüm olarak satışa sunulan arsalar ile, satmak için inşa edilen bina ve apartman daireleri doğrudan ticâret malı kısmına girer. Bunların kıymetleri üzerinden zekâtları verilir.
ZEKÂTIN VERİLECEĞİ YERLER
Zekâtın verileceği yerlerin ta’yin ve tesbitini başka kimseye bırakmadan bizzat Yüce Allah yapmış ve Kur’ân-ı Kerimde, Tevbe Sûresinin 60’ıncı âyet-i kerîmesi ile 8 sınıf olarak beyan buyurmuştur. Zekâtlar, Allah tarafından bir farz olarak, ancak fakirlere, miskinlere, âmillere (beytül mal adına zekât toplama me’murlarına) kalbleri Islâm’a ısındırılarak Müslümanlığa alıştırılmak istenenlere, kölelere, borçlulara, Allah yolunda bulunanlarla ve yolda kalanlara mahsustur. Allah hakkıyla bilendir, tam hikmet sâhibidir.
ZEKÂTIN VERİLECEĞİ YERLER OLAN SEKİZ SINIFIN İZAH VE TARİFİ
1-Fakirler: Fakir; Yıllık umumi gelirlerinden zarûrî giderleri çıkarılınca geriye Nisâb miktarı yani en az 80.18 gram altın veya buna karşılık Zekâta tabi bir malı bulunmayan ve mevcut malı ihtiyâcına kifâyet etmeyen kimsedir. 2- Miskinler: Miskin; Hiç bir şeyi olmayan bîçâre, zavallı, yoksul kimsedir. Cumhûr’a (ulemânın ekserisine) göre fakir; başkasına yüz suyu dökmeyen, iffetinden dolayı, halini başkasına arzetmeyen kimsedir.
Miskin ise, durumu fakirlerden daha aşağı olup karnını doyurmak için dilenmeye mecbur olandır. 3-Âmil: Ülü’l-emir, Müslümanların yetkili olan önderleri tarafından beytülmâl (İslâm hazinesi) adına zekât, sadaka ve öşürleri toplamak için vazifelendirilen kimsedir. 4- Müellefe-i kulûb: Gönülleri (Islâm’a) ısındırılacak olanlar demektir.
Bunlar hakkında Peygamber Efendimiz (s.a.v.); Hakikaten ben küfürden yeni kopup Müslüman olan bir kısım adamlara (zekât) veririm de onları Islâm’a alıştırıp, ısındırırım. buyurmuştur. 5- Borçlular: Borç altında olup da ödeme imkanı olmayan kimselerdir. 6-Yolcular: Memleketinde malı olsa, zengin bulunsa bile, gurbette parasız kalan kimse demektir. Bunlara da ihtiyacı nisbetinde zekât verilir. Ancak bu kimselerin, zekât almayıp karz-ı hasen yani faizsiz olarak borç alması daha evlâdır. 7-Köleler: Hüttiyetlerini satın almaya çalışan kimseler demektir. Ancak, günümüzde hukûken köle kalmamıştır.
8- Fî sebîlillah, Allah yolunda olanlar: Allah yolunda çalışıp, hizmet eden ve beytülmâlden de tahsîsât almayan kimseler, Allah için cehd-ü gayret edeler, Dînî ilimleri okuyanlar gibi.
ZEKÂT VERMENİN CÂİZ OLMADIĞI YERLER
Zekât; usûl ve fürû’a (yukarı doğru büyüklere, aşağı doğru küçüklere) verilemez. Yani bir kimse fakir olan kendi babasına, dedesine, anasına, ninesine, oğul ve torunlarına zekât veremez. Çünkü; bunlara verilen zekâtın menfaati, kısmen zekât verenin kendisine ait olmaktadır. Bir cebinden çıkarıp öbür cebine koymak gibi bir durum ortaya çıkar. Halbuki zekâtın menfaatı, zekât verenin kendisinden tamamen kesilmiş olması ve başkalarını faydalandırması (temlik) şarttır.
ZEKÂT VERMEKTE KİMLERE ÖNCELİK TANINMALI?
Zekâtı önce akrabanın (usul ve furû’ dışında kalanlardan) fakir olanlarına vermek efdaldir. Çünkü bunda hem zekât sevabı, hem de sıla-i rahim (akrabalar ile bağı koparmama) sevabı vardır. Akrabadan zekâta müstehak olan (almaya hak kazanana) kimselerin tercih sırası şöyledir: Erkek ve kız kardeşler, bunların evlâdları (yeğenler), amcalar, halalar ve amca ve halaların evlâdları.
Bunlardan sonra diğer uzak akrabalar gelir. Bu gibi akrabalardan sonra, fakir komşulara ve muhtaç olan meslektaşlara vermek efdaldir. Zekât vermekle mükellef olan kişi, zekâtını öncelikle malın bulunduğu yerdeki fakirlere ve (fi-Sebilillah) Allah yolundaki hizmetlere vermelidir. Başka yerdeki fakirlere gönderilmesi mekruhtur. Ancak kendisine zekât gönderilecek uzak yerdeki kimseler akrabadan iseler, kerâhat kalkar, bil’akis onlara zekât gönderilmesi efdal hâle gelir. Bunun gibi; fakir olan âlim bir zâta veya dînî ilimleri öğrenmek için çaba gösteren bir talebeye, başka bir beldede de olsa zekât göndermek câiz ve isabetli olur.
Zekâtın başka bölgeye naklinde kerâhet olmayan bir başka durumda; gönderilen beldenin fakirlerinin daha muhtaç ve fakir olması hâlidir. Müslümanların daha çok menfaati olacaksa bunda kerâhat yoktur ve isabetli bir hayır olur.
İBADETLERİNE DİKKAT ETMEYEN GÜNAHKÂR FAKİR MÜSLÜMANLARA ZEKÂT VERMEK CÂİZ OLUR MU?
Şerî ifadesi ile fâsık (Hakka ibadet ve itaaten çıkmış) ve günahkâr olan fakir Müslümanlara zekât vermek câiz ise de; Dindar, ahlâklı ve faziletli fakirleri tercih etmek efdaldir.
Zekât, aldığı parayı helâl ve hayırlı yerlere, kendisinin veya ailesinin geçimine harcayacak kimselere verilmeli; aldığı zekâtı (akraba da olsalar) içki, kumar parası yapacak kimselere vermek cihetine gidilmemeli, daha net bir ifade ile; mühim ve büyük bir ibadet olan zekât, şüpheli yerlere verilerek heder edilmemelidir.
MÜSLÜMANLARIN AZINLIKTA OLDUKLARI GAYRİMÜSLİM ÜLKELERDEKİ CAMİ VE İSLÂMÎ HİZMET MERKEZLERİNE ZEKÂT VERİLİR Mİ?
Müslümanların azınlıkta olduğu gayrimüslim ülkelerdeki Cami vebenzeri İslâmî hizmet kurulşlarına zekât verilebilir ve ayrıca, Allah yolunda faziletli (sevâbı çok) bir hizmet yapılmış olur. Zekâtın verileceği sekiz sınıfı beyan buyuran âyet-i kerîmede geçen “Fî Sebîlillâh” lafz-ı Celîli, mânası en geniş olan sınıf ve hizmet alanıdır. Özetle; Allah’ın Dininin öğretilmesi, yayılması ve yaşatılması için yapılan her türlü hizmet ve gayretler, Allah yolunda nöbet bekleyen mücâhid ve gâziler ile, Islâm ordusunun techîzâtı için yapılan her türlü masraflar ve Müslümanların menfeatine olan bütün hayırlı işler Fi Sebîlillah yani Allah yolundaki hizmet ve faaliyetlerdir. Bu itibarla; Müslümanların azınlıkta ve garip oldukları gayrimüslim ülkelerdeki Cami ve Islâmî Hizmet Merkezlerine Zekât verilebilir ve ayrıca Allah yolunda çok değerli ve faziletli bir hizmet yapılmış olur.
Zekât verecek kimse veya Müslümanların zekâtlarını toplayıp ehil olan kişi ve yerlere tevzî etmekle (dağıtmakla) görevli kimseler, Fi Sebîlillah yani Allah yolundaki hizmet ve faaliyetlere giren sınıflar arasında zamanın şartlarına göre tercih ve değerlendirme de yapılabilirler. Binâenaleyh, Islâm Dininin öğretilmesi, yaşatılması ve yükselmesi için hangi sınıf elzem ise, zekât vermekte ona öncelik verilmesi îcâbeder. Meselâ; Harp zamanında, harbe iştirak etmiş Müslüman asker ve gâziye ve onların ailesine zekât vermeyi tercih etmek daha uygun düştüğü gibi, harbin uzun zaman kesilmesi, yahut harbin i’lâi kelimetullah yani Islâm’ın yükselmesi gâyesi ile olmaması halinde, zekâtın diğer bir sınıfa, meselâ; Allah’ın Dinini öğrenmek ve öğretmek için kendini vakfetmiş ilim talebelerine, Dînî ilimleri okuyan talebeleri barındıran, onların iâşe ve ibâtesini te’min eden Dînî cemiyetlere verilmesi elbette lâyık olur. Netice olarak; Amerika ve Kanada’daki ve benzeri Müslümanların azınlıkta olduğu diğer gayrimüslim memleketlerdeki Camiler ve hayır kuruluşları, “Fî Sebîlillah” Allah yolundaki hizmetler sınıfına dâhildir.
Böyle olunca da, zekât ve fitrelerin verilmesi için tercih edilmesi (öncelik verilmesi) gereken en uygun yerlerdir.
GAYRİ MÜSLİM ÜLKELERDEKİ CAMİLER NEDEN FÎ SEBÎLİLLAH HİZMETLER SINIFINA GİRER?
Takdir edileceği üzere; Amerika ve Kanada’daki Camiler, İslâm beldelerinde olduğu gibi, mücerred bir Cami, yalnızca namaz kılınıp, ibadet edilen bir yer olmayıp, (elbetteki istisnâları olabilir) kelimenin tam mânâsıyla; gerçek bir tebliğ, temsil ve bir irşad merkezidir. “Gerçek bir tebliğ, temsil ve irşad merkezi” ifadelerini kullanırken kasdettiğimiz ve ifade etmek istediğimiz Cami ve İslâmî hizmet kuruluşları; Yüce İslâm Dinin asâlet ve sâfiyetine uygun güzelliklerinin sergilendiği, gerçek İslâm’ın ve Müslümanların hakkıyla temsil edildiği, dil, ırk ve renk farkı gözetilmeksizin bütün inananlara eşit şekilde Din hizmetlerinin verildiği, özellikle genç nesle Din, iman, ahlâk-ı Muhammedî ve mukaddes değerler öğretilerek temiz bir toplum oluşturulma gayretlerinin gösterildiği Camiler ve İslam merkezleridir.
İşte bu gibi Cami ve İslam merkezleri; kelimenin tam mânasıyla gerçek bir irşad merkezi, aynı zamanda İslâm Dinine alâka duyan gayrimüslimlere en doğru bilgilerin verildiği birer tebliğ merkezleridir. Başlangıcı, Allahın son Peygamberi Muhammed aleyhisselâmın Mekke-i Mükerreme’den Medine-i Münevvere’ye hicret buyurduklarında, Medine-i Münevvere’den önce konakladıkları Kuba’da ve sonra Medine-i Münevvere’ye varır varmaz orada yaptığı ilk iş olarak başlattığı fiili sünnetine dayanan Camiler;
Mü’minlerin gönül dünyâsına nüfûz ederek, onları Allah katında değerli bir konuma getirmeyi hedefleyerek Allah’a ve Rasûlüne da’vet eden, hakka çağıran, insanların var olma sebebi olan bir ibadet ve kulluk ocağı, Mü’minlerin hayatının her safhasında ilk ışığı aldıkları, sevinç ve kederlerini paylaştıkları Rahmânî bir kuruluş, çok yönlü bir Dînî hizmet ve kültür merkezidir. Mü’minlere ahlâk, fazilet, adâlet, dürüstlük, kardeşlik, sevgi ve saygıyı öğreten, hak ve hakkâniyet ölçüleri içerisinde çalışmaya, gayret etmeye ve kardeşce yaşamaya çağıran, İslâmın i’tibar, izzet, şeref ve ulviyyetinin ve gerçek Müslümanların temsil edildiği birer Hak mektebidir. Ancak inananlarla ayakta duran, inananlarla yaşayan, inananların imanından fışkıran, onların imanı ile beslenen birer ilim, irfan yuvalarıdır. Bu sebeple; inananlar evet, Hazreti Peygamber (s.a.v.)’in öğrettiği şekilde Allah’a ve âhiret gününe inanan herkes, öncelikli olarak kendi muhitindeki Cami’sine ve Dînî müessesesine, maddesiyle ve manâsıyla sâhip çıkmak mecbûriyetindedir. Bu inananlar üzerine bir vazife ve vecîbedir…
ZEKÂTINI VEREN MÜ’MİNLERİN DÜNYA VE ÂHİRETTE ALACAKLARI SEVAPLARI HABER VEREN BAZI ÂYETİ KERİMELER
Cenâb-ı Allah (c.c.) buyuruyor:
Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, bir dânenin durumu gibidir ki, yedi başak bitirmiş ve her başakta yüz tane var. Allah, dilediğine daha da katlar. Allah’ın rahmeti geniştir. O, her şeyi bilir. Allah yolunda mallarını infak eden, sonra verdiklerinin arkasından başa kakmayı, gönül incitmeyi uygun görmeyen kimselerin Rableri yanında mükafatları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar, üzülmeyeceklerdir. Bir tatlı dil ve kusurları bağışlamak, arkasından ezâ ve gönül bulantısı gelecek bir sadakadan daha hayırlıdır.
Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, halimdir, yumuşak davranır. Ey iman edenler! Sadakalarınızı, başa kakmak, gönül kırmakla boşa gidermeyin. O adam gibi ki, insanlara gösteriş için malını dağıtır da ne Allah’a inanır, ne âhiret gününe. Artık onun hâli, bir kayanın hâline benzer ki, üzerinde biraz toprak varmış, derken şiddetli bir sağnak inmiş de onu yalçın bir kaya halinde bırakıvermiş.
Öyle kimseler, kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah, kâfirler topluluğunu doğru yola iletmez. Allah’ın rızâsını aramak, kendilerini veya kendilerinden bir kısmını Allah yolunda sâbit kılmak için mallarını Allah yolunda harcayanların hâli ise, bir tepedeki güzel bir bahçenin hâline benzer ki, ona kuvvetli bir sağnak düşmüş de yemişlerini iki kat vermiştir. Böyle bir bahçeye yağmur düşmese bile mutlaka bir çisenti vardır. Allah, yaptıklarınızı görür.
Hiç biriniz ister mi ki, kendisinin hurmalık ve üzümlüklerden bir bahçesi olsun, altında ırmaklar aksın, içinde her türlü meyvesi bulunsun da, kendi üzerine de ihtiyarlık çökmüş ve elleri ermez, güçleri yetmez küçük, zayıf çocukları olsun. Derken ona ateşli bir bora isabet ediversin de o bahçe yanıversin. İşte Allah, âyetlerini size böylece açıklıyor. Umulur ki, düşünürsünüz. (Bakara, Ayet: 261-266
Ey inananlar! Namazı dosdoğru kılın; zekâtı verin ve peygambere itaat edin ki; merhamet göresiniz. (Nur,56), Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin. Kendiniz için önden hayır nâmına ne yollarsanız, Allah katında onu bulursunuz. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı görücü ve karşılığını vericidir. (Bakara,110) (Allah katında) iyi kimseler, Allah’a âhiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberler iman eden, malı sevmekle beraber akrabalarına, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere, köle ve esirlere veren, namazı dosdoğru kılan, zekâtı da verendir.
Bir de sözleştikten sonra sözlerini yerine getirenlerle sıkıntı ve hastalık hallerinde, şiddetli savaşta sabredenlerdir.
Doğru söyleyenler (takvâ sahibi olanlar) işte bunlardır. (Onların Rableri katında sınırsız mükafatları vardır. Hem onlara hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.)” (Bakara, 177)
Zâtıma yemin olsun ki, eğer namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, Peygamberlerime iman eder ve kendilerine kuvvetle yardımda bulunur, Allah’a güzel bir borç (karz-ı hasen) verirseniz, (Allahın Dininine yardım ederseniz) elbette sizin, günahlarınızı bağışar. Ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere koyarım.” (Maide, 12)
KENDİSİNE ZEKÂT FARZ OLDUĞU HALDE ZEKÂTI VERMEYENLERİN ÂHİRETTEKİ DURUMLARINI BİLDİREN ÂYETİ KERİMELER
Allah’ın, kendilerine lütfundan verdiği nimetlere karşı cimrilik edenler, bunun, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar.
Hayır! o, kendileri için şer’dir, ( büyük kötülük ve zarar dır). Cimrilik ettikleri şey, kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mîrâsı Allah’a aittir. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. (Âli Imrân, Âyet 180)
Bir de altın ve gümüşü biriktirerek, hazineye doldurup, onları Allah yolunda sarfetmeyenler (Zekâtı vermeyenler) varya, işte bunlara acıklı bir azap olduğunu müjdele! (haber ver).
Kıyâmet gününde o biriktirip zekâtını vermedikleri altın ve gümüşler cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla, sâhiplerinin alınları, yanları ve sırtları dağlanacak (onlara): “İşte bu kendi nefsiniz için saklayıp biriktirdiğiniz (Zekâtını vermediginiz( paralarınızdır. Haydi şimdi tadın bakalım şu biriktirdiğiniz şeyin tadını!” denilecek. (Tevbe, Ayet 34-35)
Buhârî ve İbni Mâce’nin kaydettiğine göre, Resûlüllah Efendimiz (s.a.s.), bu âyet-i kerimeleri hadis- şerifleri ile şöyle tefsir buyurmuşlardır. Allah (c.c.) kime(zekât verecek kadar zenginlik) mal verir de, o kimse malının zekâtını vermezse, kıyâmet gününde o mal; sahibine, gözlerinin önünde simsiyah iki benek bulunan gayet zehirli (ve zehirin şiddetinden başı) kel olmuş bir yılan şeklinde gelerek, boynuna dolanacak, sonra da iki çene kemiğinden yakalayıp sıkarak şöyle diyecek: Ben senin çok sevdiğin malınım, gece gündüz demeden çalışıp biriktirdiğin zekâtını vermediğin malınım. Haydi tad, ye bakalım diyerek işkence yapacak…
MÜ’MİNLERE VAZİFELERİNİ HATIRLATMAK ALLAHIN EMRİDİR
Allah-ü Teâla, Kur’ân-ı Kerimde Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) ve O’nun şahsında kıyâmete kadar, Kur’ân-ı okuyup anlayan kullarına hitâben şöyle buhyurmaktadır.
“ (Habibim!) Sen (Inanalara Kur’ânla) öğüt verip hatırlat. Çünkü, hatırlatmak müminlere muhakkak fayda verir.” (Zâriyât: 55)
HAYIRLI İŞLERİ MÜ’MİNLERE HATIRLATMAK ONU YAPMAK GİBİDİR
Bu konunun “nass” ile delîli olmak üzere bir âyet-i kerime ve bir hadis-i şerif:
Cenâb-ı Hak, Kur’ân- Kerimde, Nisâ Sûresinin 85’inci âyet-i kerîmesinde: Her kim güzel bir şefâate bulunur (bir iyiliğe aracı olur, iyiliğin gerçekleşmesine vâsıta ve sebep olur) sa ona bundan bir nasip (iyiliği yapanın ecrinden hiç bir şey eksiltilmeksizin aynı sevap) vardır. Her kim de kötü bir şefâatte bulunur (bir kötülüğün gerçekleşmesine sebeb ve aracı olur) sa, ona da günahın misli vardır. Allah her şeye kâdirdir. buyuruyor.
Allah’ın Râsûlü, Efendimiz (s.a.v.) de “Hayra delâlet ve teşvik eden (müslümanlara hayırlı işleri haber verip yapmalarını tavsiye eden) o hayrı yapan gibidir. Hayrı yapanın ecrinden, alacağı sevaptan hiç bir şey eksilmeksizin, bir misli de hayra delâlet edene verilir”. buyuruyor.
Bu sebeple, araştırmamızı bu İlahî ve Peygamberî müjdeye nâil olmak ümidi ile, bazı Ilahî emirleri hatırlatarak noktalamak istiyoruz. Yüce Allah (c.c.) Habibinin şahsında, kıyâmete kadar gelecek mü’min kullarına hitâben şöyle buyuruyor: “(Ey Muhammed!) Iman eden kullarıma söyle: “Namazı dosdoğru kılsınlar, ve içinde alış-veriş ve dostluğun olmadığı bir gün (kıyâmet) gelmeden, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve âşikar (Allah için harcasınlar) zekât (sadaka) versinler.” (Ibrahim: 31)
“(Ey Mü’minler!) Eğer Allah’a karz-ı hasenle (güzel bir borç) ödünç verirseniz, (meselâ; gözünüz kalmamak şartı ile, Allah rızası için sadaka verir, Allah yolunda harcarsanız) Allah onu sizin için kat kat yapar (dünyâda kazancınıza bereket, âhirette kat kat mükâfâtkat verir) hem de günahlarınızı bağışlar. Allah (hayra) çok mükafat verendir. Halîmdir. (azabı vermekte acele etmez. Gizli ve âşikâr (yapılan ve yapılacak olan her şey)’i hakkıyla bilen; güçlü, hikmet sahibi olandır.” (Teğâbün: 17-18)
“(Ey Muhammed!) Onların (inananların) mallarından zekât al ki; bununla onları (günahlardan) temiz pâk edesin. Bir de onlara duâ et. Çünkü senin duân onlar için (bir rahmet ve) huzurdur. (onları sükûnet ve huzura kavuşturur.) Allah her şeyi işiten, hakkıyla bilendir.” (Tevbe: 103)
ZEKÂTIN ÖNEMİ VE FAYDALARI HAKKINDA PEYGAMBER EFENDİMİZ’DEN NASİHATLER
Bilinmleidir ki; İslâm Dininin temel direği, aklı başında ve mükellef yaşa gelmiş, kadın- erkek her Müslünanın Rabbine karşı en mühim ve birinci görevi olan Namaz ibadeti Din’de ne kadar önemli ve büyük ise, Dînin mâlî ibâdet temeli olan ve Kur’ân-ı Kerimde dâima namaz ile beraber zikredilen Zekât da o kadar büyük ve önemli bir ibadettir.
Zekât ibadetinin fayda ve önemini hakkıyla anlatıp ifade edebilmek bizim için gerçekten imkansızdır.
Bu sebeple, sözü sözlerin en güzelinin sâhibine bırakarak, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in muhtelif zaman ve mekanlarda eshabına yaptığı nasihatlerden bir kısmını meâlen arzetmek istiyoruz.
Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) buyuruyorlar:
İslâm Dini beş şey üzerine kurulmuştur.
1-Allah’tan başka ilah olmadığına, Allah’ın zâtında, sıfatlarında ve ef’âlinde tek olduğuna, Muhammed’in (s.a.v.) Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmek.
2- Namazı dosdoğru kılmak.
3- Zekâtı vermek.
4- Ramazan orucunu tutmaktır.
5- Haccetmek.
Kim namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, Beyt-i Şerifi (Ka’beyi) ziyâret eder, Ramazan orucunu tutar ve misafire ikrâm ederse cennete girer. Ey mü’minler! Malınızın zekâtını (tam) olarak verdiğiniz zaman, zararını (sorumluluğunu) üzerinizden gidermiş olursunuz.
Zekât İslâm’ın köprüsüdür. Tehkikeli vâdileri aşmak ve selâmetle cennete ulaşmak için en muhkem bir köprüdür.
Zekâtı vermeyen, kıyâmet günü ateştedir. Müslümanlığınızın tamam olması, malarınızın zekâtını vermekliğinizle olur. Karada ve denizde bir mal, ancak zekâtın verilmemesi ile telef olur. Zekât, Cenâb-ı Hakk’a karşı mâlî bir şükürdür. Mal mülk ve servet, insanın elinde Allah’ın bir emânetidir. Zekâtı verilince, şükrü yerine getirilmiş olur, artmasına vesîle olduğu gibi insanı, şekûr olan Allâh’a yaklaştırır. Malın şükür borcu olan zekât, ancak Allâh’ın rızâsı için ve O’nun emrettiği şekilde verilmekle edâ edilmiş olur.
Zekât, fakir ile zengin arasında bir âhenk (düzen) sağlar. Fakirde kıskançlık duygularını yok ederek fakiri zengine dost kılar. Zekât, ictimâi (sosyal) dengeyi sağlar, malın faydasız şekilde elde tutulmasını önler. Cemiyet fertlerini birlik ve beraberliğe sevk eder ve cemiyeti temizler. Zekât, içteki manevî hastalıkların da devâsı (ilacı) dır. Dünya malı çekicidir. Mal yığıldıkça insanın hırsı artar. Gözünü madde ve mal hırsı bürümüş olan insanda merhamet ve şefkat hisleri azalır. Kendinden başkasını düşünmez hale gelir.
Zekât, cemiyet içindeki muhtaçlara şefkatli olmayı ve yardım etmeyi öğretir. . Zekât insanı, ihtiraslardan (aşırı istek ve bencillik hastalığından) kurtarır, iyilik yapmaya alıştırır, şefkat hislerini harekete geçirir, yükseltir, kemâle erdirir ve cimrilik hastalığından şifâ buldurur. Zekât veren insanın rûhunda merhamet ve şefkat hisleri uyanır. Şefkat ve merhamet, ümmet-i Muhammed’in mümeyyiz (ayırıcı) vasfıdır. Düşkünlere iyilik etmek, yetimlerin kimsesizlerin elinden tutmak, onlara yardımda bulunmak, Müslümanların Dînî ve insânî borcudur. Merhamet etmeyene merhamet olunmaz. Bir topluluk mallarının zekâtını vermezlerse, bu sebepten Rahmetten mahrum edilirler. Eğer, hayvanlar olmasaydı onlar hiç rahmet görmezlerdi. Zenginlerin zekâtı fakirlere kâfî gelmeyecek olsaydı, elbette Allah onlara ayrıca nafaka çıkarırdı. Fakirler aç kalıyorsa, zenginlertin zulmü yüzündendir. Helâl yollardan kazanılan malın zekâtı verilmezse, o mal kirlenir. Haram yollardan kazanılan maldan zekat vermek de onu temizlemez. Ey Allahın kulları; Mallarınızı zekâtla koruyunuz! Hastalarınızı sadaka ile tedavî ediniz. Üzerinize gelecek kazâ ve belâ dalgalarını duâ ile def ediniz. Sadaka belâları defeder ve ömrü uzatır.
RAMAZAN AYINA MAHSUS VÂCİP BİR MÂLÎ İBADET:SADAKA-İ FITIR VEYA FİTRE
Sadaka-i fıtır (fıtır sadakası) Ramazan ayının sonuna yetişen ve aslî ihtiyaçlarından başka en az nisab miktarı bir mala sâhip bulunan her Müslümanın vermesi gereken vâcib bir sadakadır. Buna yalnız fıtra da denir. Bu kelime halk arasında “fitre” şeklini almıştır. Fıtır sadakası (fitre), insanın yaradılışına bir şükür olmak üzere sevab kazanmak maksadı ile verdiği sadaka demektir. Hicret-i seniyyenin ikinci senesinde, oruç farz kılındığı esnâda vâcip kılınmıştır.
Buna “fıtrat”(yaratılış) sadakası da denir ki, : sevab için verilen ikrâm demektir. Fitre vermek, fakir ve kimsesiz yoksulların ihtiyaçlarını gidermeye, bayram gününün neş’esinden onların da istifade etmelerine yardım eden insanî bir hayır ve medenî bir vazifedir.
Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) Ramazân-I Şerifte bu vazifeyi, ihlâsla (Allah’dan sevap umarak samîmi bir niyetle) yerine getiren mü’minlere üç mühim faydası olduğunu haber vermişlerdi. 1- Fitresini veren kimsenin Cenâb-ı Hak indinde orucu makbul olur. 2- Sekerât-ı mevti âsân olur (vefat ederken sıkıntı yaşamadan rûhunu kolay teslim eder). 3- Kabir azâbından kurtulur.
SADAKA-İ FITIR’IN (FİTRE) VÂCİP OLMA VAKTİ
Fitrenin vâcip olma vakti; Ramazan Bayramının birinci günü fecr-i sâdıkın doğuşu ile yani takvimlerindeki imsâk saati ile bayram namazı kılınmadan önceki vakit aradısıdır. Ancak, fakirlerin bayram ihtiyacını karşılaması ve onlara yardım edilmesi için fitrenin daha önceden yani Ramazân ayı içerisinde verilmesi câiz ve evlâdır.
Fitreyi (özürsüz olarak) bayram namazından sonraya bırakmak ise mekruhtur.Zamanında ödenmeyip sonraya kalan fitreler mümkün olan ilk fırsatta (kazâ olarak) ödenmelidir.
Ramazan-ı Şerife mahsus mâlî bir ibâdet olan Fitre, vâcib olduktan sonra zekât gibidir. Kur’ân-ı Kerimde zekât ve sadakaların verileceği yerleri beyan eden âyet-i kerimedeki sekiz sınıftan birine verilmedikçe mükellefin üzerinden borç kalkmaz.
SADAKANIN FAZİLET VE FAYDALARI
Allah rızası için fakirlere verilen mal, para, ilim güzel ve hak söz gibi insanın muhtaç olduğu herhangi bir şey’e sadaka denir. Sadaka; farz, vâcip ve nâfile olan bütün hayırlara şâmil olduğu için, zekât’a da sadaka denilmektedir. Ancak, sadaka deyince, ilk akla gelen nâfile sadakalardır. Sadaka vermekte, dünyevî ve uhrevî pek çok faydalar vardır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Sadakaların günahlara keffâret, cehennem ateşine karşı siper olduğunu, kıyâmette sâhibini mahşer gününün dehşetinden koruyacağını beyanla şöyle buyurmuşlardır. “Bir hurma ile de olsa sadaka verin. Çünkü o bir hurma, açlığı giderir.
Suyun ateşi söndürdüğü gibi, sadaka da hatâları siler, yok eder. Bir hurmanın yarısı ile bile olsa kendinizi Cehennem ateşinden korunun. Onu da bulamazsanız, tatlı ve güzel söz söyleyin. (Bu da sadaka yerini tutar). Kıyâmet günü hesap görülünceye kadar, herkes sadakasının gölgesinde olacaktır. Sadakalar; ömrü uzatır, kaza, belâ ve musibetleri de def’ederler. Sadakalarınızı gizli olarak vermeye dikkat edin!. Zira, gizli sadaka, azîz ve celîl olan Allah Teâlâ’nın gazabını teskin eder”.
Zekât ve sadakayı can tende, irade sizdeydeyken vermeye bakın! Unutmayın! Sağlığınız yerindeyken, hayattan ümütli olduğunuz sırada vereceğiniz bir dirhem sadaka, ölüm zamanında (sağlığınız elden gidip, ölüm belirtileri ortaya çıktığı sırada) vereceğiniz yüz dirhem sadakadan daha hayırlı ve kıymetlidir.
SADAKA-İ FITIRDA NİSAP: FİTRE VERMEKLE MÜKELLEF OLMAK VE ÖLÇÜSÜ
Zekât nisabı ile fitre nisabı arasında bazı farklılıklar vardır. Şöyle ki; her zekât veren mükellefe fıtır sadakası (FİTRE) vermek vâcip olduğu gibi, zekâtta nisâba girmeyen bazı mallara sâhip olanlara da fıtır sadakası câcip olur. Meselâ: bir kimsenin asıl ihtiyaçları dışında nisap miktarı değerde fazla eşyası olursa fıtır sadakası vermesi icabeder.
Bunun gibi, gelir kira getiren (ev, dükkan ve benzeri) şeylere, ihtiyaç dışı ev, arazi ve değerli vâsıtalara sâhip olanlar, bunların üzerinden sene geçmese de zengin sayılırlar. Fıtır sadakası vermeleri icâb eder. Çünkü bu sadakada nisap için ticaret niyeti (nemâ) aranmaz.
Kurbanın nisabı de fıtır sadakası nisabı gibidir. Fıtır sadakası (fitre) vermek için; Müslüman olmak, hür olmak ve aslî ihtiyaçlar dışında nisab miktarı mala sâhip bulunmak yeterlidir. Akılı ve bülûğ çağına ermiş olmak fitre de şart değildir.
Dolayısıyla, Fitre zengin olan akıl hastaları ve çocuklar üzerine de vâciptir. Zengin olan akıl hastalarının ve çocukların fitreleri, velileri tarafından verilmelidir.
FİTRE KİMLERE VERİLMEZ?
Zekâtta olduğu gibi, usul ve füru’a (babalar, dedeler, nineler, oğullar ve torunlar) fitre verilmez.
Bunların dışında kalan ve Kur’ân-ı Kerimde zekât ve sadakaların verileceği yerleri beyan eden âyet-i kerimedeki sekiz sınıftan herhangi birine verilmelidir.
FİTREYE ESAS OLAN TEMEL GIDA MADDELERI VE MİKTARLARI
Fitre; buğday, arpa, kuru üzüm ve kuru kurma olmak üzere dört temel gıda maddesi üzerinden hesaplanarak verilir: 1 – Buğday veya buğday unu: Bunun vâcib olan miktarı, yarım sa’ (520 dirhem: 1667 gr.) dır. 2 – Arpadan veya arpa unu: Bunun miktarı ise, bir sa’ (1040 dirhem: 3333 gr.) dır. 3 – Kuru üzüm: Bunun miktarı da bir sa’ (3333 gr.) dır. 4 – Kuru hurma:. Bunun miktarı ise yine 1 sa’ (3333 gr.) dır. Fitre, bu dört temel gıda maddesinden herhangi biri esas alınarak verilebilir. Ancak, verilecek fitre miktarı kişinin zenginlik derecesine göre değişir. Kişinin fitresini verirken, kendi malî durumunu ve zenginliğini, (sofrasında ailece yeyip içtiği gıdâ maddelerinin ortalama değerini) göz önünde bulundurarak fitre miktarını belirleyip vermesi gerekir. Fitreye esas olan temel gıda maddeleri ihtiyaç sâhiplerine (veya beyt-ülmâle), aynî (doğrudan hurma, buğday, arpa ve üzüm) olarak verilebileceği gibi, nakdî (kıymetleri üzerinden para) olarak ta verilebilir.