Zekât ve Sadaka-i Fıtrlarınıza Dikkat Ediniz
Zekât ve Sadaka-i Fıtrlarınıza dikkat ediniz
Verirken hesabını cimri davranmayınız.
Mal varlığınızın hesabını yaparken fakirin faydasına olacak şekilde yapınız. Allah’ın size verdiğinde siz cimrilik yapmayınız.
Bugün ve yarın verin ki, fakirin bayram günü işine yarasın.
Zekâtın kelimesinin manası: Artmak ve temizlemektir.
Verenin malı artar ve temizlenir.
Bizim zekât olarak verdiklerimiz, fakirin hakkı olduğunu haber verir Rabbimiz:
“Onların malında dilenenin ve mahrumun hakkı vardır.” (Bak: Mearic 70/24, En’am 6/141, Zariyat 70/19)
Gül cömertçe koku vermeseydi, neslini devam ettiremez, artamazdı.
İnsanlar bahçelerinin süsü yapmazlardı.
Çiçek arıya aşkla bal vermeseydi, çiçek döllenemez ve neslini devam ettiremezdi.
Anne kendi özünü bembeyaz süte dönüştürüp, yavrusuna vermeseydi çoğalamazdı.
Erik ağacı hoş kokulu çiçeğini ve meyvesini vermeseydi, ocakta yanarak bir anda tükenirdi.
Çiçekler güzel koku, güneş ısı ve ışık verirken yüzleri gülüyor, veremediklerinde kararıp kalıyorlar.
Kararmamak, kurumamak, tükenmemek için vermek, ilmimizden, sevgimizden, tecrübelerimizden, canımızın yongası malımızdan ve canımızdan vermek.
Sonbaharda can verip, ağaç yapraklarını kendine kefen yapan bir çiçek, baharda binlerce çiçek oluyor. Bir ölüp bin dirilme vardır can vermede…
Elimiz dilimize, dilimiz midemize, midemiz tırnağımıza, tırnağımız saçımıza, saçımız kemiğimize, kemiğimiz iliğimize, iliğimiz beynimize, sinirlerimize hasılı her hücremiz diğerine bir şeyler veriyor.
Vermekle varlığını devam ettiriyor.
Peygamber efendimiz:
“Müminler sevgide, şefkatte, merhamette tek vücud gibidirler, O vücuddan bir parça hastalandığında diğerleri ona yardıma koşarlar ateşine ve uykusuzluğuna katılırlar” buyurmuş. (Buhari, Sahih, K EdebBab 27 Hadis no 5665)
Ayaktaki bir ağrı, gözümüzü rahatsız ediyor. Onun için bütün vücud rahat edebilmek için ayağın yardımına koşuyor; oraya yardım gönderiyor; ateşini ve acısını paylaşıyor.
Bu paylaşma, o parçaların rahatı içindir. Aslında veren kendisi için vermektedir.
Eczacıya para veren, karşılığında ilaç almakta ve onunla damar sertliğini yumuşatmaya çalışmaktadır.
Zekât veya sadaka veren de karşılığını, bu dünyada iken de almaktadır.
Peygamber Efendimize gelerek kalbinin katılığından şikâyet eden birisine Efendimiz:
“Yetimin başını okşa, fakirin karnını doyur” buyurmuş. (Mecmeuzzevaid, ve menbeulfevaid 8/160) Demek ki, verişlerimiz karşılıksız değilmiş. Karşılıksız veren yalnız ve yalnız Allah’tır. (C.C.)
Sevinmek, mutlu olmak, tatmin olmak vermenin karşılığında alınanlardır.
Onun için verdiğiniz şeyler karşılığında, alan kişiyi minnet altında tutarak eziyet etmeyin.
Eczacıya para verip ilaç aldığınızda nasıl ki onun başına kakamıyor, minnet altında tutamıyorsunuz, muhtaç insana verdiğinizde de karşılığını alıyorsunuz ve minnet altında tutamazsınız.
Rabbimiz:
“Ey iman edenler, sadakalarınızı başa kakmakla ve eziyet etmekle boşa çıkarmayın” buyurmuştur. (Bakara Süresi, Ayet 264)
Aslında verirken, kendi malımızdan vermiyoruz ya “Elim, ayağım, gözüm, kalbim” diyerek mülkiyet iddiasında bulunduğumuz şeylere bile tam hakim değiliz.
İsteğimizin dışında ihtiyarlıyor ve saçlarımız ağarıyor.
Eğer ben bunlara tam sahip olsaydım, ağarmasını ve ihtiyarlamasını istemezdim.
Bütün bunlar başka birinin mülkiyetine işaret eden mühürlerdir.
Elime, beynime tam sahip olamayınca, onlarla elde ettiğim mallara nasıl tam sahibim diyebilirim?
Onun için Rabbimiz, Müminleri tarif ederken,
“Kendilerine verdiğimiz rızıktan verirler” buyurmuş. (Bakara Süresi, Ayet 3)
Yani bizim elimizdeki malların da Rabbimiz tarafından verildiğini ve onlardan dağıtmamız gerektiğini haber vermiştir.
O Allah ki, çamuru buğdaya çeviriyor. Kara toprağa binlerce renk veriyor. Tabiatı rengarenk çiçeklerle süslüyor. Sevgili hanımına bir demet çiçek veren insan, Allah’ın bir kuluna veriyor. Böylece dünyada saadeti ahirette cenneti elde ediyor.
“Namaz kılın, zekâtı verin” (Bakara Süresi, Ayet 43) ayetiyle Rabbimiz, Allah hakkıyla kul hakkını art arda getirmiş.
“Zekât verin” emriyle hepimizin zengin olmak için çalışmamıza ve zekât vermemize işaret etmiştir.
Kur’an ve sünnetten hüküm çıkartan İslâm hukukçuları, yüzde iki buçuktan yüzde yirmiye (% 2.5 dan % 20) kadar zekatı değişen malları, toplanma usullerini, verilecek yerlerini tespit etmişlerdir.
Zekât, İslâm’ın beş esasından biri kabul edilmekle, öncelikle ibadettir. Namaz bedenle yapılan ibadetse zekât malla yapılan ibadettir.
Zekât, put olmaya başlayan, Hakk’a giden yolu kapatan malının, putluğunu yıkmaktır.
Hakla kendi arasına perde olan ve halkın kendisine ulaşmasını, kendisinin onların yanına varmasını engelleyen, kara perdeyi yırtmaktır.
Devlet millet işbirliğinin en güzel örneğidir zekât.
İslâm hukukçuları zekâtı verilecek malları: Açık mallar, gizli mallar diye ikiye ayırmış.
Açık malların (Zirai mahsuller ve hayvanlar) zekâtının devlete verilmesini, gizli malların (nakit paralar, ticaret malları ve üretim mallarını) ise, sahipleri tarafından zekât almaya layık kişilere verilmesini kararlaştırmıştır.
Böylece halkın ulaşamadığı ihtiyaç sahiplerine devlet ulaşacak, devletin ulaşamadığı ihtiyaç sahiplerine halk ulaşacak.
Kişi en yakın akrabasından başlayarak, en yakın komşusundan dalga dalga dünyanın en uzak yerindeki Müslüman’a kadar yardım elini uzatacak.
Hem ibadet, hem vergi olan zekât dünyadaki bütün vergi kanunlarından ayrı özelliklere sahiptir.
Öncelikle emri veren Allah’tır insan değil.
Zekât vergisine inanmak, kişiyi Mü’min yapar. İnkar etmek, kafir yapar.
İnsanların koyduğu vergi kanunlarının açığını bulup, oradan vergi kaçıran insanların, hiçbir sorumluluk hissetmediğini görmekteyiz. Çünkü o onun için iman değildir. Vergi kaçıranı kontrol etmek üzere gönderilen de insan olduğundan milyonluk rüşvet iddiaları ortaya çıkmakta.
İslâm dini, kişiyi eğitim yoluyla iyice yetiştirdikten sonra, ona öylesine güveniyor ki; gizli mallarının zekâtını (vergisini) vermeyi ona bırakıyor.
Bugün İslâm’ın aslını değil de ismini ve resmini bilen ve ona aşık olan Müslümanlar hala zekâtlarını vermektedirler, Elhamdülillah.