Zekat vermeyenin ahiretteki cezası nedir
Zekat vermeyenin ahiretteki cezası nedir?
Asrımızın insanı ne kadar da gariptir; Müslüman olduğunu ve İslam dinini kabul ettiğini söyler; ama İslam’ın şartlarından olan namazı kılmaz, zekâtı vermez, hacca gitmez, hatta bir kısmı orucu bile tutmaz. Sadece ilk şart olan kelime-i şehadeti getirir…
Maalesef günümüzün Müslümanı zekâtı terk etmiş ve fakirlerin hakkını gasp etmiştir. İşlemiş olduğu bu günahın büyüklüğünden ve cezasından da gafildir. Bu cevabımızda zekât vermemenin ne kadar büyük bir günah olduğunu ve ahiretteki şiddetli cezasını beyan edeceğiz. Belki zekât vermeyenlerin tövbe etmesine ve zekâtlarını vermelerine vesile olur ve bununla da Rabbimizin rızasını tahsil ederiz.
Zekatı verilmeyen malların azabı tadılacak.
Tevbe suresi 34. ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: “Altın ve gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar var ya; işte onları pek acıklı bir azapla müjdele! O gün Cehennem ateşinde bunların üzeri kızdırılır ve bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanır. Ve onlara şöyle denilir: İşte bu, kendiniz için biriktirdiğinizdir. Tadın bakalım biriktirmiş olduğunuzu.”
Ayet-i kerimede “biriktirmek” olarak mana verdiğimiz “kenz” kelimesi hakkında, Hz. Ömer: “Bu, zekâtı verilmeyen maldır.” der. İbni Abbas, Abdullah İbni Ömer, Hz. Cabir ve Ebu Hüreyre hazretleri de aynı görüşü nakletmişlerdir. Diğer bütün âlimler de“kenz” kelimesinin, zekâtı verilmeyen mal olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.
Buna göre ayetin manası şöyle olmaktadır: Altın ve gümüşü biriktirip de onların zekâtını vermeyenler var ya; işte onları pek acıklı bir azapla müjdele! O gün Cehennem ateşinde bunların üzeri kızdırılır ve bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanır. Ve onlara şöyle denilir: İşte bu, kendiniz için biriktirip zekâtını vermediğiniz maldır. Tadın bakalım şimdi zekâtını vermediğiniz malın cezasını.
Denilmiştir ki: “Kim bir şeyi sever ve onu Allah’a itaatten öne alırsa onunla azap olunur.” İşte zekât vermeyen bu kişiler de, topladıkları malların sevgisini, Allah’ın sevgisine tercih ettikleri için bu şekilde azap edileceklerdir. Malı sevip Allah’ı terk ettikleri için, azapları da mal ile olacaktır. Cehennem ateşinde kızdırılan altın ve gümüşle vücutları dağlanacaktır.
Ebu Hüreyre hazretlerinden nakledilen bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Altın ve gümüşü bulunup da onun zekâtını vermeyen kimse için kıyamet gününde ateşten levhalar hazırlanır ve zekâtını vermedikleri o altınla gümüş, üzerinde kızartılıp onun yanı, alnı ve arkası dağlanır. Bu levhalar soğudukça, miktarı elli bin sene olan bir günde tekrar kızdırılarak iade edilir. Kullar arasındaki mahkeme bitinceye dek bu böyle devam eder. Sonra ya Cennet’e gider, ya da Cehennem’e.” (Müslim, Zekât, 24, (987); Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/262)
Şimdi, ey zekâtını vermeyen kişi! Ayet-i kerimeyi ve hadis-i şerifi gördün. Acaba Allah’ın bu azabı seni hiç korkutmuyor mu? Ya da bu azaba dayanabilecek bir gücün mü var? Cehennem ateşinde eritilen altın ve gümüşle vücudun dağlandığı gün hâlin nasıl olacak?
Hem ayet ve hadisin beyanından anlamıyor musun ki, zekâtı vermemek Allah katındane büyük bir günahtır ve Allah’ın gazabını celbeden ne büyük bir isyandır! Gel, çok geç olmadan bu günahından tövbe et ve Allah’ın sana verdiği malın zekâtını severek ver. Yoksa ahiretteki pişmanlığın o kadar büyük olur ki, hayal dahi bunun tasavvurundan aciz kalır!
Hem şunu da bil ki: Malı kazanmak güçtür; fakat kazandıktan sonra koruması daha da güçtür. Bu sebeple gafil insan, ömrü boyunca bir taraftan mal kazanmak, diğer taraftan da onu korumaya çalışmak arasında kalır ve ezilir.
Hem insan, malının ancak cüzi bir kısmından faydalanabilir. Sonunda ise pişmanlık içinde, ölümüyle onu terk etmeğe mecbur kalır. Bu ise apaçık bir ziyandır.
İşte bu sebeplerden dolayı, gel, mal sevgisini gönlünden çıkar; onun yerine gönlüne Allah’ın sevgisini koy!
Hz. Ali’den şöyle nakledilmiştir: “Altın ve gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onları pek acıklı bir azapla müjdele…” ayet-i kerimesi indiğinde Hz. Peygamber (s.a.v.) üç defa: “Altın helak olsun, gümüş helak olsun.”(Ahmed, Müsned, 5/366) buyurdu. Bu, Sahabe-i Kirama ağır geldi ve onlar: “Hangi malı edinelim?” diye konuştular. Hz. Ömer: “Ben bunu sizin için öğreneceğim.” deyip: “Ey Allah’ın elçisi, muhakkak senin ashabına bu ağır geldi de hangi malı edinelim diye soruyorlar.” dedi. Bunun üzerine Allah’ın Resulü şöyle buyurdu: “Zikreden bir dil, şükreden bir kalp ve dini üzere sizden birine yardım eden bir eş.” (İbn Mâce, Nikah, 27; Tirmîzî, Tefsir, 9/9)
İşte hakiki mal budur: Zikreden bir dil, şükreden bir kalp ve Allah yolunda yardım eden bir eş…
Ey altın ve gümüşe gönlünü bağlayıp zekâtını dahi vermeyen biçare! Hakiki maldan ne kadar da gafilsin. Kabir yolunda sana refakat etmeyecek mala gönlünü bağlamış, eksilecek korkusuyla zekâtını dahi veremiyorsun. Bil ki hakiki mal, sana kabirde ve ahiret yolcuğunda arkadaşlık edendir. Diğeri ise, oyun ve eğlencedir. Sen oyun ve eğlenceye dalmış, ölümü ve ahireti unutmuşsun. Zannediyorsun ki, vermediğin zekâtın hesabı sana sorulmayacak. Bu zannının ne kadar yanlış olduğunuölüm seni yakaladığında anlayacaksın. Aklın varsa gel, şimdi tövbe et ve geciktirdiğin zekâtları vererek Rabbinden af dile…
Zekâtı verilmeyen mallar, kıyamet günü boyunlarına dolanacak.
Âli İmran suresi 180. ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: “Allah’ın fazlından kendilerine verdiği şeylerde cimrilik edenler, sanmasınlar ki o, kendileri için hayırdır; bilakis bu onlar için şerdir. Cimrilik ettikleri şey, kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.”
Ey zekâtını vermeyen kişi! Okudun mu, bu ayet-i kerime ne diyor! Diyor ki: Allah’ın verdiği malın zekâtını vermekte cimrilik gösterenler, zannetmesinler ki, kendilerine verilen bu mal onlar için hayırdır. Bilakis bu mal onlar için şerdir. Zekâtını vermeyip cimrilik ettikleri mallar kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. (Tirmizî, Tefsiru’l-Kur’an 4; İbn Mâce, Zekat 2)
Acaba ayet-i kerimenin bu tehdidi seni korkutmuyor mu? Bugün cimrilik ettiğin mal, o gün boynuna dolandığında halin nice olacak!
Ebu Hüreyre hazretlerinden nakledilen bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: Allah-u Teâlâ kime mal verir de, o kişi zekâtını ödemezse; kıyamet günü, zekâtı verilemeyen mal, sahibi için çok zehirli bir yılan suretine çevrilir. Bu yılanın iki gözü üstünde iki nokta vardır. Bu azgın yılan kıyamet gününde, mal sahibinin boynuna gerdanlık yapılır. Sonra yılan ağzıyla sahibinin çenesini iki taraftan yakalar ve sonra der ki: “Ben senin malınım, zekâtını vermediğin malınım.”(Buhari, Zekat 3)
Ey zekâtını vermeyen kişi! Bugün cimrilik ettiğin mal, yarın hesap günü zehirli bir yılan suretine çevrilecek ve avurtlarıyla çenenin iki tarafından seni yakalayacak.Şimdi söyle, buna değer mi? Ve bu azaba dayanılır mı?
Cenab-ı Hak, sana verdiği malın kırkta birini kullarının hakkı olarak senden istiyor. Zaten malın hakiki sahibi de O değil mi? Değil kırkta birini, hepsini isteseydi, bizler yine “lebbeyk” diyerek, Rabbimizin emrine itaat etmeli değil miydik? Bizler sadece bir emanetçiyiz. Gel, sana emanet edilen malın kırkta birini sen de Rabbine emanet et. Et ki, en muhtaç olduğun anda sana verilsin.
Ebu Zer hazretleri der ki: Resulullah (asm)’a geldim. Kâbe’nin gölgesinde oturuyordu. Beni görünce bana dönerek: “Kâbe’nin Rabbinin hakkı için, onlar zararda olan kimselerdir.” buyurdu. Kendi kendime: “Eyvah, benimle ilgili bir şey mi indirildi?” diyerek; “Anam-babam sana feda olsun, kimdir onlar ya Resulallah!” dedim. O da şöyle buyurdu: “Malı çok olanlar! Ancak mallarını hayırlara ve iyilikle, sağındaki ve solundaki muhtaç ve fakirlere verenler müstesna…” Ve sonra şöyle devam etti:“Canım, kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, deve ve sığırlarının zekâtını vermeyen bir kimse kıyamet günü getirilir de o hayvanlar daha bakımlı ve semiz olarak o kişiyi ayaklarıyla çiğnerler ve boynuzlarıyla toslarlar. Sığır ve develer bir sefer o kimsenin üzerinden geçtiler mi, yeni baştan tekrar çiğnemeye ve toslamaya başlarlar. Bu böylece insanların hesabı görülünceye kadar devam eder gider.” (Buhari, Zekat 3; İbn Mâce, Zekat 2)
İşittin mi, ey koyun ve sığırları olup da bunların zekâtını vermeyen kişi! Bugün cimrilik ederek zekâtını vermediğin hayvanlar, yarın hesap günü üzerinden geçecek, seni ezecek ve toslayacak. Şimdi insafla bir düşün, buna değer mi? Kaç paralık bir mesele ki, böyle cimrilik ediyorsun. Eğer biraz aklın varsa, Rabbinin azabından korkar ve vermediğin zekâtları da hesaplayıp vererek malını temizlersin.
Zekat bir haktır, hakkı veren kurtulacak.
Mu’minun suresinin ilk 4 ayet-i kerimesinde şöyle buyrulmuştur: “Şüphesiz müminler kurtuluşa ermiştir. Onlar ki, namazlarında huşu ederler. Boş sözlerden yüz çevirirler. Ve zekâtlarını verirler…”
Gördün mü ey zekatını vermeyen kişi! Kurtulan müminler; namaz kılanlardır, boş sözü bırakanlardır ve zekâtlarını verenlerdir. Sen zekâtını vermezsen, namazını kılmazsan, nasıl kurtulan müminlerden olacaksın?
Yine bak, Rabbimiz Kur’an’ında ne buyuruyor: “Öyle erler vardır ki, ne ticaret, ne de alış-veriş, onları Allah’ı zikretmekten, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz.” (Nur 36)
İşittin mi ey zekatını vermeyen kişi! Allah bir takım kişileri övüyor ve diyor ki: Onlar ne güzel insanlardır ki; Allah’ı zikrederler, namazı kılarlar ve zekâtı verirler. Hiçbir ticaret ve alış-veriş onları bu ibadetlerden alıkoymaz. Acaba seni namazdan, zikirden ve zekât vermekten alıkoyan şey nedir? Allah’ın övgüyle bahsettiği bu erler içine girmeye hiç mi niyetin yoktur?
Ebu Derda hazretleri, Salman-ı Farisiye yazdığı bir mektupta şöyle demektedir: Ey Kardeşim! Şükrü ödenmeyecek dünya malını toplamaktan sakın. Çünkü ben Resulullah’ın şöyle buyurduğunu işittim: “Kendisine verilen malda Allah-u Teala’ya itaat eden servet sahibi mahşere getirilir. Malı da önüne konulur. Her ne zaman sırat köprüsü onu sallasa, malı ona: ‘Sen yoluna devam et (korkma), çünkü sen Allah’ın bendeki hakkını ödedin.’ der. Sonra malında Allah-u Teala’ya itaat etmeyen (yani zekâtını vermeyen) kişi malı omzuna yüklenmiş olduğu halde getirilir. Her ne zaman sırat onu sallasa, malı ona: ‘Yazıklar olsun sana, Allah’ın bendeki hakkını niçin ödemedin!” der. Ve bu hal, o kişi kendi helakını ve ölümünü çağırıncaya kadar devam eder.” (Beyhaki, Şuabu’l-iman)
Ey zekatını vermeyen kişi! Hangisini istersin: Üzerinde iken sırat sallandığında malın sana: “Korkma, devam et, sen benim zekatımı verdin, hakkımı ödedin” mi desin, yoksa: “Yazıklar olsun sana, zekâtımı vermedin, Allah’ın bendeki hakkını ödemedin” mi desin? Hangisini istersin. Şunu bil ki, istediğin şeye kavuşacaksın. O gün neye kavuşmak istersen, bugün onun amelini yap, artık tercih senin…
Hz. Enes (r.a.)’dan nakledilen bir hadis-i şerifte Efendimiz şöyle buyurmuştur: Kıyamet gününde fakirlerden dolayı zenginlerin vay haline! Çünkü onlar şöyle diyeceklerdir:“Ey Rabbimiz! Bu zenginler bize haksızlık ettiler. Bizim için onlara farz kıldığın hakkımızı vermediler.” Allah Teâlâ da şöyle buyuracaktır: “İzzetim ve Celâlimin hakkı için, sizi (Cennet’e) yaklaştıracağım, onları uzaklaştıracağım.” Allah’ın Resulü (sav) daha sonra şu ayeti okudu: “Onların mallarında, dilenen ve yoksullar için belirli bir hak vardır.” (Meâric, 70/25-25) (Taberani, el-Mü’cemü-s sagîr ve el-Mü’cemü-l evsat)
Hadis-i şerifi işittin. Kıyamet günü fakirler ve zekat hakkı olan diğerleri senden şikâyet ettiği zaman hangi özrü beyan edeceksin? Ve Allah-u Teâlâ, onları Cennet’e yaklaştırıp, seni Cennet’ten uzaklaştırdığında ne ile avunacaksın? Bil ki, Cennet’ten uzaklaşan Cehennem’e yaklaşır. Cehennem’e yaklaşmak seni korkutmuyor mu? Ve azıcık dünya malı için buna değer mi?
Şu hadis-i şerifleri de kulağına küpe yap. Belki bu hadisler seni zekât vermeme günahından kurtarırlar:
“Namazla zekâtı birleştirinceye kadar, zekât vermeyen bir adamın namazını Allah kabul etmez. Şüphesiz ki Allah, namaz ve zekâtı birleştirmiştir. Artık siz onların arasını ayırmayın.” (Deylemî, Firdevs 5/133 No: 7725, Kenzü’l-Ummal No: 15788)
“Kıyamet gününde Allah, zekât vermeyene, yetim malını yiyene, büyü yapana ve aldatana rahmet nazarıyla bakmayacaktır.” (Ebu Surayh el Huzai hazretleri nakletmiştir. Deylemi, Müsnedi Firdevs)
“Bir kavim zekât vermezse, mutlaka Allah onlara kıtlık verir.” (Büreyde hazretleri nakletmiştir. Taberânî, el-Mü’cemül evsat; Deylemi, 1/330-331)
“Define sahibi definenin hakkını (yani zekâtını) vermezse, Kıyamet gününde definesi dazlak başlı bir ejderha olup ağzını açarak onu kovalayacaktır. Ona yaklaştığı zaman ondan kaçacak; ejderha ise arkasından şöyle seslenecektir: ‘Gel sakladığın defineni al! Benim ona ihtiyacım yok!’ Ondan kurtuluş olmadığını anlayınca, elini onun ağzına sokacaktır. Ejderha da onun elini, hurma hasırını parçalar gibi parçalayacaktır.” (Müslim, Zekat 27-28)
Daha nakledebileceğimiz çok hadis-i şerif var. Lakin hidayetten nasibi olana bu bahiste bu kadar yeter. Eğer aklın varsa ve kalbin ölmemiş ise, bu hadislerden ders alır ve tövbe ederek zekâtını verirsin. Allah sana da bize de kamil hidayet nasip etsin. Amin!
Her şey Allah’ındır, zekatını vermeyen ondan mahrum kalır.
En’am suresi 141. ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: “Asmalı ve asmasız bağ ve bahçeleri, tatları değişik ekin ve hurmaları, zeytin ve narı, birbirine benzer ve benzemez şekilde yaratan O’dur. Her biri meyve verince meyvesinden yiyin, hasat günü de hakkını (yani zekâtını) verin ve israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.”
Bu ayet-i kerimeyi de ekinlerinin zekâtını vermeyen çiftçi kardeşlerimize hatırlatıyoruz. Bak, ey zekâtını vermeyen çiftçi, Rabbimiz ne diyor! Diyor ki: Bağları, bahçeleri ve tarlanda biten bütün ekinleri, farklı tatlarda ve şekillerde yaratan benim. Yani mülk sahibi sen değilsin. Eğer ben istemeseydim, tarlanda tek bir bitki yeşermez, tek bir meyve bile bitmezdi.
Öyle ya: Bitkinin yeşerdiği toprak O’nun; bitkinin yeşermesi için gereken Güneş O’nun; su O’nun; hava O’nun, her şey O’nun… Hâl böyleyken, ayet-i kerimedeki: “Hasat günü zekâtını verin” emrine nasıl karşı gelirsin ve her şey O’nun iken sana ikram edilen malda nasıl cimrilik edersin?
Hiç düşünmüyor musun ki, ürününün başına gelen seller, kuraklıklar ve fırtınalarla helak olması gibi zararlar, belki de zekâtını vermediğinden başına geliyor. Rabbin, vermediğin zekâtları toplayıp bir anda senden alıyor. Gel, sen zekâtını gönlünün rızasıyla ver. Ver ki, malın temizlensin, bereketlensin ve sana sevap yazılsın. Yok, eğer vermez ve malının zekâtı bir musibetle senden alınırsa, bunda ne sevap vardır, ne de bereket. Sadece Rabbinin gazabı vardır.
Biraz da altın ve gümüşü olup da zekâtını vermeyen bayan kardeşlerimize seslenmek istiyoruz. Taktıkları bileziklerin ve sahip oldukları altınların zekâtını vermeyen kardeşlerimize şu hadis-i şerifleri hatırlatıyoruz:
Amr İbni Şuayb hazretleri nakletmiştir: Bir kadın, kızı ile beraber Peygamber Efendimiz (sav)’e geldi. Kızın elinde iki tane altından yapılma kalın bilezik vardı. Peygamber Efendimiz sordu: “Bunların zekâtını verdin mi?” Kız: “Hayır.” dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: “Kıyamet gününde Allah’ın bunları ateşten iki bilezik yapıp koluna takmasını ister misin?” Bunun üzerine kadın derhal bilezikleri çıkarıp Peygamber Efendimizin önüne bırakarak şöyle dedi: “Bunlar, Allah ve Resulünündür.” (Ebu Davud, Zekat 9; Nesai, Zekat 1-2)
Yine Hz. Aişe’den rivayet edilen başka bir hadis-i şerif de şu şekildedir: Allah’ın resulü (sav) yanıma girdi. Elimde kaşı olmayan iki iri gümüş yüzüğü görünce sordu: “Bu nedir ey Aişe?” Dedim ki: “Ey Allah’ın resulü! Senin için süsleneyim diye bunları taktım.” O dedi ki: “Bunların zekâtını veriyor musun?” Ben: “Hayır” dedim. Bunun üzerine O dedi ki: “Bunlar ateş olarak sana yeter!” (Ebu Davud, Zekat 4)
İşittin mi, ey altın ve gümüşlerinin zekâtını vermeyen bayan kardeşim! Eğer tövbe etmez ve zekâtını vermezsen akıbetin nasıl olacak! Zekâtını vermeyerek cimrilik ettiğin bilezikler ateşten yapılıp koluna takılacak. Ateşten bilezikleri takmaya dayanabilir misin?
Ya da şöyle mi zannediyorsun ki: Hep dünyada kalacaksın. Kabre girmeyip, hesap meydanına hiç çıkmayacaksın. İşlediğin günahlar, vermediğin zekâtlar sana hiç sorulmayacak… Böyle mi zannediyorsun? Eğer zannın buysa; anneni, babanı ve sevdiklerini gömdüğün kabirlerin sesine kulak ver, Kur’an’ı dinle; bak, onlar ne diyor. Onlar diyor ki: Öleceksin, toprağa gireceksin, sevdiğin ve sahip olduğun her şeyi arkanda bırakarak, tek başına bu dünyayı terk edeceksin…
Eğer kabirlerden ve Kur’an’ın ayetlerinden bu sözleri işitemiyorsan, biz sana ne diyelim! Sana hangi nasihat kâr eder. Ölümden ibret alamayana hangi nasihat verilir. Peygamberinin sözünden etkilenmeyene hangi söz fayda verir. Kur’an’a iman ettiği ve emirlerini bildiği halde, bu emirleri pervasızca çiğneyene ne denilir… Bizimkisi sadece bir hatırlatma, hidayet ve tevfik Allah’tandır.
Biz bu açıklamalarımızla hef nefsimizi hem de Müslüman kardeşlerimizi uyarmak ve onları gazab-ı ilahiyeden kurtarmak istiyoruz. Bununla da sadece ve sadece Rabbimizin rızasını talep ediyoruz. Başka ne bir gayemiz ve ne de bir maksadımız vardır. Tek dileğimiz, yarın mahşer günü Rabbimiz bizlere: “Ben size ilim vermiştim. Kullarımı niçin uyarmadınız?” demesin ve bizlerden razı olsun.
Bu eserde zikredilen ayet ve hadislerin hürmetine, Rabbimiz bizleri de sizleri de af etsin.
Amin.