Allah Rasulü Nasıl Anlatılmalı - Anlaşılmalıdır?
Dînî eğitimde Vâzı’ı Şeriat olan Rabbimizden sonra ikinci olarak gençlerimize en sağlam bir şekilde öğreteceğimiz şey NAŞİR-İ ŞERİAT yani şeriatın neşredicisi olan Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-‘i öğretmektir. Onu nasıl öğreteceğimiz de çok mühim bir konudur.
1. O Bir İnsandır
Naşir-i şeriat olan Rasulullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i önce bir insan olarak tanıtmalıyız. O bir insandır. Mükemmel bir insandır. Biz de insanız. Öyleyse bir insan olarak mükemmel olmak için onu örnek almamız, gençlerimize çocuklarımıza bunu anlatmamız lazımdır. Uyuyan, kalkan, gezen, yiyen içen bir insan. Melek değil yani. Bir insan olarak örnek alacağımız, mükemmel, zirvede olan bir insan. Bazı insanlar “Biz O’nun gibi nasıl olabiliriz ki?” diyorlar. Böyle diyen bir insan o anda kendi önünü tıkamış oluyor.
Allah -celle celâluhu- Ashab-ı kirama ve Rasulullah’a özgü mü bu dini gönderdi? Hayır, kıyamet sabahına kadar geçerli olsun diye gönderdi. Öyleyse Ashab-ı kiramın ve peygamberimizin yaptıklarını -nübüvvet vazifeleri hariç- bir Müslüman olarak biz yapamayacaksak, Allah -celle celâluhu- da sadece onların yapabileceği bir din göndermişse -hâşâ- bu zulüm olur ki Allah zulümden münezzehtir.
“Onlar çok büyük zatlardı biz onların yaptıklarını nasıl yapacağız?” düşüncesiyle kendi önümüzü kesmek İslam dini mantığıyla ve eğitim mantığıyla izahı mümkün olmayan bir durumdur. Gençlerimize bu anlayışı mutlaka vereceğiz ve önlerini açacağız. Yürümelerini, koşmalarını sağlayacağız, çıkmaz sokağa sokmayacağız. “Asr-ı Saadet yaşandı gitti” dememeliyiz. Biz elbette sahabe olamayız ama sahabenin yaptıklarını yapabiliriz. Onlara yaklaşılan çok devirler de olmuştur. Öyleyse Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i öncelikle insanlara mükemmel bir insan olarak tanıtacağız. “Mükemmel bir insan nasıl olur”u, örneğini O’nun şahsında göstereceğiz.
Mesela Peygamberimizin aile yaşantısına şöyle bir bakalım. Sonra da kendi aile yaşantımıza bakalım. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kendi pabuçlarını, söküklerini dikerdi. Çocuklarına, hanımlarına ev işlerinde yardımcı olurdu. Aile içerisinde bazen hanımlarıyla sıkıntısı da olurdu. Rasulullahın aile hayatını örnek alırken biz de aile hayatımızda hanımımızdan olumsuz davranışlar görebileceğinizi bilecek ve affedeceğiz. Hanımlar kocalarından bazı olumsuzluklar görecek. Onlar da hoşgörülü olacaklar. Peygamberimizin aile hayatındaki mükemmellikleri çocuklarımıza örnek gösterirken bu gibi durumlardaki tutum ve davranışlarını da öğreteceğiz ve Efendimizin her halini örnek alacağız. Böylece hem insanlar hem de aileler rahatlayacaktır.
Peygamberimizin bir insan olarak diğer insanlarla olan muamelelerine insani ilişkilerine bakın. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashabı otururken latife yapıyor. Mecliste latife yapıyor, sofrada yapıyor. Hatta kalkıyor, meclise hizmet ediyor. Diğer insanlardan ayrı bir koltuğu yok. Halkın içinden birisi gibi oturuyor. Onu tanımayanlar Efendimizin olduğu bir meclise geldiklerinde “Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- nerede?” diye soruyorlar. Halkın içerisinde tabii bir hayat… Kendisi pazara giderek alışveriş yapıyor. İnsan peygamber… Ama biz biraz makamımız yükselince pazara gitmeyi, poşeti taşımayı kendimize getirmek zül sayarız. Hâlbuki çocuklarımızın rızkını ellerimizle alıp taşımamız, getirmemiz bizim için bir şereftir.
Rasulullah tabii bir hayat yaşıyor. Suni bir yaşantısı yok. Mescitte elbisesini serip, yanı üzerine yatıp diğer insanlar gibi uyuyabiliyor. Yanına birkaç sahabesini alıyor başka bir sahabenin evine varıp “Bize yemek hazırla” diyebiliyor. O kadar tabi ki her şey. Kadınlarla yaşlılarla, çocuklarla usulünce görüşüyor, dertlerini dinliyor, hatta onlarla latifeleşiyor.
Peygamberimizi öncelikle bize örnek olacak mükemmel bir insan olarak tanımamız, bu tabii halini de anlatmamız gerekiyor. Hep nübüvvet yönünü, büyüklüğünü, ulaşılmazlığını anlatırsak insanlar O’nu örnek almada zorlanırlar.
2. O Bir Rahmettir
İkinci olarak Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bir rahmet olduğu anlatılmalıdır. O’nun yüzünden insanlar zorluklara, musibetlere, belalara düçar olmamıştır, insanlar sıkıntılara girmemiştir, cenderelere alınmamıştır. Birçok haramlar ihdas ederek insanların meşru isteklerinin önü kesilmemiştir.
Şimdi bazı insanlar “Her şeye haram diyorsunuz. Ticaretimize, özel yaşantımıza, sosyal hayatımıza kısıtlamalar getiriyorsunuz.” diye güya suçlamada bulunuyorlar. Hayır, Peygamberimiz insanların hayatını zorlaştırmak için değil, rahmet olarak gönderilmiştir. Dolayısıyla O’nun getirdiği nizam da insanlık için bir rahmettir. İşte peygamberimizin öncelikle bu yönünü, O’nun “Âlemlere rahmet” olduğunu insanlara anlatmamız lazımdır.
3. O Üstün Bir Ahlak Üzeredir
Üçüncü olarak onun en üstün bir ahlaka sahip olduğunu, dolayısıyla bir Müslüman için ideal ahlak denilince O’nun ahlakının anlaşılması gerektiğini iyi anlatmamız lazımdır. Herkesin bir ahlak anlayışı vardır. Batı’nın, Doğu’nun, değişik toplumların çeşit çeşit ahlak anlayışı vardır. Müslüman’ın ahlak anlayışı Efendimizin ahlakı olmalıdır.
Peygamberimizin yüce ahlakını iyi tanıtmalıyız. Onun ahlakı, Kur’an ahlakıydı. Peygamberimizin vefatından sonra Hz Aişe validemize “O’nun ahlakı nasıldı?” diye soruyorlar. “Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz? Onun ahlakı Kur’an ahlakı idi.” diyor. Mükemmel ahlak, nübüvvetle tamamlanan, kemale eren “Nebevî Ahlak”tır. Peygamberimizin en önde gelen, bizler için de olmazsa olmaz bazı ahlakî özelliklerini sayarsak:
a. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Mütevazidir
Bir Arabî geliyor. Müslüman oluyor. Bir müddet Medine’de misafir kalıyor, Peygamberimizi tanıyor. “Ben Rasulullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kadar tevazu sahibi birisine ömrüm boyunca rastlamadım.” diyor.
Derece olarak tevazuda belki O’na yetişemeyebiliriz ama o vasfı kazanma gayretinde olmalıyız. “Bir insanın malı mülkü çoğaldıkça, mevki makamı yükseldikçe, ilmi arttıkça tevazusu da onlara paralel olarak artmıyorsa o adam sıfırdır.” O artan özellikleri ona hiçbir şey kazandırmaz. En üst makama çıktığınızda tevazunuz da en yüksek dereceye ulaşmalı, en mütevazi insan olmalısınız. Yoksa bir de ucub, kibir gibi olumsuz vasıflarınız varsa insanlar size yaklaşamaz, size ulaşamazlar, dertlerini anlatamazlar. Aşağıdaki sıkıntılardan, zulümlerden, adaletsizliklerden haberdar olamazsınız. İnsanlar dertlerini içlerine gömerler. İnsanın malı arttıkça zenginleştikçe tevazusu artmalıdır. Zenginleştikçe halkın içerisinde onlarla birlikte olunmazsa insanlar yaklaşamaz, karz-ı hasen talebinde bulunamaz. Fakirlerin ihtiyaçlarından haberdar olamaz, dolayısıyla zekâtını sadakasını ihtiyaç sahiplerine ulaştıramaz. Bir kişinin ilmi arttıkça tevazusu artmalıdır. Yoksa insanlar yaklaşıp sorularını soramaz, bilmediklerini ondan öğrenemezler. Soru soranı azarlar, bilmeyeni küçümser, böylece ilmi kendisine de fayda vermez.
Tevazu, insanı yüceltir. Efendimiz “Kim Allah için tevazu gösterirse Allah Teâlâ onu yükseltir” buyurmuştur. O’nun bu ahlakını almalıyız. Başkalarının da o ahlakla ahlaklanması için gayret etmeliyiz. Peygamberimizi ve güzel ahlakını başkalarına anlatırken en başa tevazuyu koymalıyız.
b. Peygamberimiz s.a.v. Hilim, Rıfk Sahibidir.
Yumuşaklık, hilm sahibidir. Sert değildir. Hele şahsi konularda hiç sertliği yok, affedici. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün hane-i saadette yaslanmış dinleniyor. Hanımları da iki tane cariye getirmişler, adet üzere def çalıp şarkı söyletiyorlar, dinliyorlar. Peygamberimiz arkasını dönmüş dinleniyor. O zaman tabii hicapla ilgili ayetler henüz gelmemiş. Kadınlar Hz. Ömer’in dışarıdan sesini duymuşlar. Her biri bir tarafa kaçışmış. Zira Ömer’in sert tabiatını biliyorlar.
Bir gün yine Peygamberimizin aileleri “Şunu isteriz, bunu isteriz” diyorlar. Peygamberimizin üzüldüğünü ve sıkıntılandığını hisseden Hz. Ebubekir ve Hz Ömer kızları Hz Aişe ve Hz Hafsa validelerimizi azarlayıp üzerlerine yürüyünce validelerimiz babalarından korkup Peygamberimizin arkasına kaçıyorlar. Hem onu üzüyorlar, sıkıntıya sokuyorlar hem onun arkasına kaçıyorlar. Efendimiz, “Ya Eba Bekir, ey Ömer onların daha fazlasını yaptıkları da olur bırakın.” buyuruyor. Rahmet peygamberinin rıfk ve hilmine bakın.
Rabbimiz “Eğer Sen etrafındakilere yumuşak davranmasaydın dağılıverirlerdi.” buyuruyor.
Şeriatı, İslam ahkâmını uygulamada elbette ki taviz yoktur. Hilm ve yumuşaklık şahsımızla ilgili konulardadır. Efendimiz hırsızlığı tespit edilen bir kadın için aracılık etmeye çalışan, evladı gibi sevdiği Üsame’ye -radıyallâhu anh- “Böyle bir teklif nasıl getirilir, kızım Fatıma da olsa elini keserim.” diyor.
c. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Cömerttir.
O asla cimri değildi. Bu husus da çok mühimdir. Cimri insan dünyevileşmiş insandır. Dünyevileşen insan da asla ve asla sağlıklı bir kulluk yapamaz. Bir insan dünyevileşti mi bütün manevî cihazlarını arızalandırır.
Cömertliğin zirvesi îsardır. Hz Bilal-i Habeşî -radıyallâhu anh- anlatıyor:
Rasulullah ile borçlarımızdan dolayı hayli sıkıntılı olduğumuz bir zamanda birinin bana doğru koşup geldiğini gördüm. Adam:
“Bilal! Rasul-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- seni çağırıyor” dedi.
Dönüp Hz. Peygamber’in yanına vardım. Bir de ne göreyim, yere çökertilmiş dört tane deve, üzerlerinde de yükleri duruyordu.
Hz. Peygamber’den huzuruna girmek için izin istedim. Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bana:
“Müjde Bilal! Allah Teâlâ sana borcunu ödeyecek imkân gönderdi.” buyurunca Allah’a hamdettim. Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- tekrar:
“Yoksa dışarıda çökertilmiş dört deveyi görmedin mi?” buyurdu.
“Gördüm, ya Rasulallah!” dedim.
“O develer de, üzerindeki yükler de senindir. O yüklere giyecek ve yiyecek şeyler var. Onları bana Fedek’in yöneticisi hediye etti. Onları al ve borçlarımızı öde.” buyurdu.
Ben de develerin yükünü indirdim, hayvanları bağladım. Sonra sabah ezanını okumaya gittim. Sabah namazından sonra Bakî semtine vardım. Elimi kulağıma atıp:
“Hz. Peygamber’den kimin bir alacağı varsa gelsin” diye bağırdım.
Sonra Hz. Peygamber’in kime borcu varsa hepsini ödedim. Sonunda azıcık bir şey arttı. Gün bir hayli ilerlemişti. Doğruca Mescid-i Nebevî’ye gittim. Baktım ki Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yalnız başına oturuyor. Selam verdim.
“Ne yaptın, borçlarımızı karşılayabildin mi?” diye sordu. Ben de:
“Allah Teâlâ Rasulü’nün üzerindeki bütün borçları ödedi, hiçbir borcu kalmadı” dedim.
“O maldan bir şey arttı mı?” dedi.
“Evet, arttı” dedim.
“Öyleyse beni onların yükünden kurtarmaya bak. Sen beni o malların sıkıntısından kurtarmadıkça ailemin yanına gidemem, evimde yatamam.” buyurdu.
Allah Rasulü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yatsı namazını kıldırdıktan sonra beni çağırttı ve:
“O malları ne yaptın?” diye sordu.
“Yanımda duruyor. Onlara ihtiyacı olan biri çıkmadı.” dedim.
O gece Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- evine gitmedi. Mescid-i Nebevî’de yattı.
Ertesi gün akşama doğru iki atlı geldi. Ben de onların ihtiyaçları olan giyecek ve yiyecekleri kendilerine verdim. Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yatsı namazını kıldırınca beni tekrar çağırdı ve:
“O malları ne yaptın?” diye sordu. Ben:
“Ya Rasulallah! Allah Teâlâ seni o malların sorumluluğundan kurtardı.” deyince Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, yanında o mallar varken ölmediğine sevindi, tekbir getirip Allah’a hamd etti.
Sonra eşlerinin yanına gitmek üzere oradan ayrılınca ben de peşinden yürüdüm. Hanımlarını bir bir ziyaret edip onlara selam verdi, en sonunda o geceyi geçireceği eşinin yanına gitti.”
Rasulullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in dünya ve dünyalıklarla ilişkisi de daha pek çok örneklerde gördüğümüz gibi böyledir. Demek ki biz de Efendimiz gibi dünyaya el sallamaya bakacağız. Değişik vesilelerle birçok kez tekrarladığımız gibi geçim için, dünyalık için çalışmak, ticaret yapmak ayrı, onları kalbe koymak ayrıdır. Kaybettiğimiz zaman üzülmeyeceğiz, kazandığımız zaman ise kalbimize sokmayacağız. Para ve mal ceket gibi olacak, çıkartıp astığınız zaman bedeninizle, kalbinizle bir ilgisi kalmayacak.
Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- cömertti, asla cimri değildi. Cimrilik çok mezmum bir hastalıktır, şeytanın ahlakıdır. Rabbimiz azze ve celle:
“Şeytan insanlara cimriliği emreder.” buyuruyor.
Müslüman cimri olamaz. Dünyaperest olamaz. Bir insan dünyevileşirse bütün manevî cihazlarını arızalandırır. Hayır işleyemez, iyilik yapamaz, İslamî hizmetlerde bulunamaz, dükkânı kapatıp gelemez. Cimri, dünyevileşmiş bir adamın bir saat bile dükkânını kapatması ona azap olur.
d. Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Merhamet Konusunda da Zirvededir.
Bir gün ashabıyla birlikte bir hurma bahçesindeyken bir devenin hali dikkatini çekiyor. “Bu devenin sahibi kim?” diye soruyor. Sahibi olan ensarîyi çağırtıyor. “Bu deve senden şikâyet ediyor. Tahammül edemeyeceği kadar çok yük yüklediğini, yemini ve suyunu az verdiğini söylüyor.” diyor.
Peygamber Merhametine bakın. Hayvandır, kuştur, mü’mindir, kâfirdir fark etmiyor. Kendisine yahudi bir genç, sohbetlerinde bulunur, hizmet edermiş. Bir gün o gencin hastalandığını duyduklarında “gidelim bu genci ziyaret edelim.” diyor. Hanesine gidiyorlar. Bakıyor ki genç ölüm hastası. Ona “Ey filan, müslüman ol kurtul” diyor. İslam’ı tebliğ ediyor. Zaten anlaşılıyor ki o genç Peygamberimizi çok seviyor. Fakat Müslüman olmamış. Genç yanındaki babasına bakıyor. Babası ona “Evladım Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ne diyorsa onu yap.” diye işaret ediyor. Genç Müslüman oluyor ve ruhunu teslim ediyor. Sayesinde Yahudi genci kurtardığı için Rabbine hamd ediyor Merhamet Peygamberi.
Körpe yavrularımıza Efendimizi bu ahlaki güzellikleriyle birlikte öğretmeliyiz. Böyle bir peygamberi nasıl sevmeyiz? Böyle anlatırsak gençler, çocuklar nasıl sevmez? Enes b. Malik’e olan latifelerini anlatalım. Torunlarıyla oynaştığını anlatalım. Çocuklar peygamberimiz gibi bir dedelerinin olmasını ne kadar arzu eder değil mi? Gerektiği zaman şakalaşan, sırtına alıp dolaştıran bir dede.
Peygamberimiz:
“Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” diyor. Güzel ahlakı tamamlamak için gönderilen bir Peygamber elbette ki en güzel ahlaklarla muttasıftır. Onlardan birisi de merhamettir.
Demek ki Peygamberimizin önce “mükemmel insan” yönünü anlatacağız. O’nun Rahmet Peygamberi olarak gönderildiğini anlatacağız. O’nun güzel ahlakını anlatacağız. Netice olarak bunu anlatmakla onun “tek örnek insan olduğunu” vurgulayacağız. Tek örneğimiz O’dur. Onun haricinde sadece O’nu örnek alanları örnek alabiliriz. Bizim başka örneğimiz olamaz.
Zeki Soyak.