HAC VE UMRE
Hac, bulunulması gereken vakitte Arafat’ta bir miktar durmak, sonra da Kâbe’yi usûlüne göre tavaf ve ziyaret etmektir.
Hac, İslam’ın beş şartından birisidir. Hem malî hem bedenî bir ibadettir. Arefe günü cuma gününe rastlarsa, o hacca hacc-ı ekber denir. Hicretin dokuzuncu yılında farz kılınmıştır.
Umre, Kâbe’yi tavaf edip sonra da Safâ ile Merve arasında sa’y etmektir. Umre, sünnet-i müekkededir. Umre için belirli bir vakit yoktur. Ancak arefe günü ile kurban bayramının dört gününde yapılması mekruhtur. Umrenin ramazan ayında yapılması menduptur. Daha faziletlidir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Ramazan-ı şerifte umre yapmak benimle beraber yapılan bir hacca bedeldir.” (Tirmizi, Buhari, Ebû Dâvud, İbn Mâce)
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak, insanlar için kurulan ilk ev (mescit) Mekke’deki Kâbe’dir. Orada apaçık nişâneler, ayrıca İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Ona bir yol bulabilenlerin, Beytullah’ı haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki Allah bütün âlemlerden müstağnidir.” (Âl-i İmran 3/96-97)
“Hac, bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca niyet ederse, hac esnasında kadına yaklaşmak, günaha yönelmek, kavga etmek yoktur. Hayır işlerden neyi yaparsanız, Allah onu bilir. Ahiret için azık toplayın. Bilin ki azığın en hayırlısı takvâdır. Ey akıl sahipleri! Yalnız benden korkun.” (Bakara 2/197)
Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmaktadır: “Kim kendisini Beytullah’a ulaştıracak binek ve azığa sahip olup da haccetmezse, ister yahudi isterse hıristiyan olarak ölsün. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: Ona bir yol bulabilenlerin, Beytullah’ı haccetmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.” (Âl-i İmran 2/97) (Tirmizi)
“Umre, diğer umreyle arasında geçen günahlara kefarettir. Kabul olunan mebrur haccın karşılığı ise ancak cennettir.” (Buhari, Müslim, Muvatta, Tirmizi, Nesâî, İbn Mâce)
“Hacılar ve umre yapanlar, Allah’ın elçileridirler. Dua ettiklerinde kabul eder. Mağfiret dilediklerinde bağışlar.” (İbn Mâce)
Hac, yaşlılar ve kadınlar için bir cihaddır. Çünkü bu mübarek yolculukta çeşit çeşit zorluklar, meşakkat ve sıkıntılar vardır. Bu meşakkat ve sıkıntılara katlanan, sabreden ve hatta Allah için bu sıkıntılardan zevk alan kişi gerçek bir mücahiddir. Ve bu büyük ibadetin karşılığı; mağfiret olunmak, günahlardan temizlenmektir. O, bu yolculukta meşakkatleri değil ölümü bile göze alır. Çünkü o, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu müjdesini bilmektedir: “Kim hac yolculuğuna çıkıp da yolda ölürse kıyamete kadar ona hac sevabı yazılır.” (Taberani)
Dünyanın çeşitli belde ve bölgelerinden, aşkla, şevkle, büyük bir hasretle yola çıkan hacılar, bir an önce Beytullah’a ulaşmak, tavaf etmek, Arafat’ta vakfe yapmak, Müzdelife’deki Meş’aril Haram’da durup şeytan taşlamak için taş toplamak, Mina’da azgın şeytanı temsilen taşlamak, sonra kurban kesip yeniden Beytullah’a, yeryüzünün en mübarek, en mukaddes mescidine, banisi Hz. Adem aleyhisselam, Hz. İbrahim aleyhisselam ve Hz. İsmail aleyhisselam olan Kâbe-i Muazzama’ya kavuşmak için vakar, huzur, vecd ve istiğrak içinde vazifelerini tamamlama çabasındadırlar. Beyaz ihramlar içinde bir iman, bir aşk ve bir hasret ırmağı misali Harem’in kalbine akıp gitmektedirler. Ne muhteşem bir manzara Ya Rabbi!
Bütün bu vazifeleri yaparken, yüzleri, vücutları Harem’in, Arafat’ın mübarek sıcağı ile yanmış, kalpleri, aşk ve muhabbetle, hasretle kavrulmuş ve dillerinde tekbir ve telbiye terennümleri... “Allah’ım ben senin emrine boyun eğdim ve hazırım. Senin ortağın yoktur. Senin davetine ihlâsla uyarım. Senin ortağın yoktur. Şüphe yok ki, hamd de, nimet de sana mahsustur, mülk de... Senin ortağın yoktur.” Mahşerden bir tablo, bir sevâd-ı âzam.
Hz. Aişe radıyallahu anha şöyle bir rivayette bulunmuştur: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e “Ya Rasûlallah! Biz cihadı amellerin en üstünü olarak görüyoruz. Biz de cihad etmeyelim mi?” dedim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: Sizin için en üstün, en güzel cihad, mebrûr, kabul edilmiş bir hac ve hayâ etmektir.” (Buhari)
Ehli hikmet “Hayâ ve edep güzeldir. Lâkin kadınlar için daha güzeldir.” demişlerdir. Demek oluyor ki kadınlar için imkân bulup hacca gitmek, hayâ sahibi olmak büyük bir cihaddır. Fakat hacca gitmek imkânı olmayan ve onun hasreti ile yanıp yakılan kadınlar için de hayâ sahibi olmak cihad ve hac sevabına nâiliyettir.
Her şeyden önce Allah Teâlâ’dan hayâ etmek gerekir. Allah Teâlâ’dan hayâ eden bir kimse ise, gizlide, açıkta, tenhada, kalabalıkta, her zaman her yerde, Allah Teâlâ’nın emirlerini yerine getirmek, yasaklarından sakınmak, haramlardan, şüphelilerden kaçınmak, sünnet-i seniyyeye sarılmak hususunda her türlü çaba ve gayreti gösterir. Bilir ki hayâ imandandır.
Hac ibadetinin pek çok hikmetleri vardır. Müslümanlar olarak o mübarek mekânlardaki, o mübarek makamlardaki büyük buluşmayı çok iyi bir şekilde değerlendirmeliyiz. Dünyanın değişik bölgelerinden ayrı ırk, dil ve renkten Müslümanlar, Rab Teâlâ’nın davetine icabet ediyorlar. Lebbeyk diyor, fevc fevc Beytullah’a, o mübarek Kâbe’ye akıyorlar.
Allah Teâlâ’nın huzurunda, onun beytine yönelerek aynı anda kıyama duruyor, rükûa varıyor, secdelere kapanıyorlar. Kâbe’yi sollarına alıp aynı vecd ve istiğrak içinde tavaf ediyorlar. Hacer-i Esved’i istilam ediyor, tavaf sonrası Makam-ı İbrahim’de namaz kılıyorlar. Sonra kana kana Zemzem içiyorlar. Küçük İsmail’i, O’nun ayakları altından fışkırıp coşan Zemzem’i ve Zemzem’in önünü çevirme telaşı içindeki Hacer validemizi hüzün, hasret ve muhabbet âbidesi o muhteşem manzarayı tahayyül ederek içiyor, içiyor, içiyorlar.
“Yeryüzünün en hayırlı suyu Zemzem’dir. Çünkü onda tadın tadı, hastanın şifası vardır.” (Taberani)
“Münafıklarla aramızdaki alâmet (fark), onlar Zemzem’den kana kana içemezler.” (İbni Mâce) hadis-i şeriflerini hep anarak kana kana içiyorlar.
Sonra Safa ile Merve arasında sa’y ediyor. Hacer validemizin, küçük İsmail’e, ciğerpâresi, gözünün nuru yavrusuna su ararken duyduğu hicranı, hüznü ve yanıklığı tâ kalplerinin derinliklerinde duyarak, manevî susuzluklarını gidererek bir selsebil, bir şarab-ı tâhur arıyorlar. Bir Hacer, milyonlarca Hacer olmuş, milyonlarca İsmailler için, bir âb-ı hayat arıyorlar...
Hac ibadetini tamamlayan hacılar daha sonra aynı aşk ve muhabbetle âlemlerin efendisi, ahir zaman nebisi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i ziyaret için O’nun şehrine, Medine-i Münevvere’ye akın ederler. Çünkü O: “Kim haccedip de ölümümden sonra benim kabrimi ziyaret ederse, sanki beni sağ iken ziyaret etmiş gibi olur.” (Taberani)
“Benim mescidimdeki bir namaz, Mescid-i Haram hariç diğer mescitlerde kılınan bin namazdan üstündür.” (Buhari, Müslim, Tirmizi, Muvatta, Nesâî)
“Evimle, minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir. Minberim ise havzımın üstündedir.” (Buhari, Müslim, Nesâî) buyurmuştur.
Dillerinde salâvat-ı şerifelerle, dualarla, kalplerinde aşk ve muhabbetle, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in “O taybedir, o taybedir.” buyurduğu Medine’ye ve Kabr-i Şerif-i Mustafa’ya ulaşırlar. O mübarek belde, o mübarek Medine, âşıklar onun için neler yazmamışlar, neler terennüm etmemişler ki...
Artık hacılar hac ibadetlerini tamamlamanın, günahlardan arınmanın huzuru içinde, ahir zaman Nebisi, Efendimiz, Cânımız, Canânımız Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzurunda huzura kavuşurlar. Günlerini ibadetle, tâatla, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i ziyaretle ve zaman zaman da Cennetü’l Bâki Kabristanı’nı, Kubâ Mescidi’ni ve Uhud şehitlerini ziyaretle geçirirler ve Mescid-i Nebi’de kırk vakit namaz kılmadan Medine-i Münevvere’yi terk etmezler.
Gerek Mekke-i Mükerreme’de gerekse Medine-i Münevvere’deki büyük buluşma Müslümanların senelik şûrâsıdır. İbadetlerini hiç aksatmadan, büyük bir vakar ve huzurla yerine getiren Müslümanlar, fırsat buldukça bir araya gelip dünya Müslümanlarının durumunu istişare etmeli, karşılıklı fikir alışverişinde bulunmalı, kendi ülkelerinde yapılan hizmetleri, karşılaşılan zorlukları dile getirmelidirler.
Bilhassa çeşitli ülkelerde İslamî hizmet yapanlar için Hac mevsimi büyük bir imkândır. Buluşma yeridir. Bu imkânı asla fevt etmemeli, o mübarek yerlerde buluşarak İslamî hizmetlerin geçmişini, hali hazırdaki durumunu ve geleceğini mütalaa edip istişare etmelidirler. Gerektiği hallerde birbirleri ile haberleşme ve yardımlaşma yollarını tesbit edip ona göre davranmalıdırlar. Çünkü İslamî hizmet yapan tüm toplulukların birbirlerinden öğrenecekleri pek çok şey vardır. Bu husus asla ihmal edilmemelidir.
Hac farizasını yerine getirip huzura kavuşan ve orada çeşitli ülkelerden gelen Müslümanlarla istişare edip yeni bilgiler edinen, yeni bir hizmet heyecanıyla dolup taşan Müslümanlar ülkelerine döndüklerinde daha bir şevk ve aşkla hizmete koyulacaklardır.
İmkânı olan her Müslüman, farz haccını ifa ettikten sonra da nafile hac yapmak, ramazanda umre yapmak için gayret göstermeli ve bu ibadetlerin bereketinden istifade etmeye çalışmalıdır. Kâbe’de Hac vazifelerini yaparken hep Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in manevî kılavuzluğunda yapmalı, O’nunla sürekli ve devamlı rabıtalı bulunmalıdır. O’nun çektiği çileleri tefekkür etmeli, Ashab-ı Kiram’a yapılan işkenceleri düşünmeli, sonra da dönüp gaflet ve tembelliğinden dolayı nefsini kınamalı, tedip etmelidir.
Zeki Soyak.