KALBİN RAHATI ALLAH’IN ZİKRİNDEDİR
Zikir, müridi yakazadan tevhide kadar tüm makamlara, marifetlere ve girmesi gereken tüm hallere ulaştırır. Bu makamların meyvelerine ancak zikir ağacı dikilerek ulaşılabilir. Bu ağaç her büyüdüğünde ve her kök saldığında meyvesi ve faydası daha büyük olur.
Zikir, her makamın aslı ve hepsinin kendisi üzerine bina edildiği bir temeldir. Duvarın tabana bina edilmesi, çatının da duvar üzerinde bulunması gibidir. Bu şekilde kul gafletinden uyanmazsa, yaratılış sebebi olan ’marifetullah’a götüren yolları kat etmesi mümkün olmaz. Allah (c.c.) şöyle buyurdu:
’Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.’1 Bu ayeti İbn-i Abbâs (r.anhümâ): ’ancak beni tanısınlar, bilsinler diye yarattım.’ şeklinde tefsir etmiştir. Kişi ancak zikir ile uyanabilir. Seyyidim Ammâr şöyle buyurdu: ’Gaflet, kalbin uykusu ya da ölümüdür.’ Sûfîler, Mevlâ Azze ve Celle’nin zikri çoğaltma emrine uyarlarsa kendilerinden geçerler. Allah (c.c.)’dan başka her şeyi kaybederler. Allah (c.c.)’yu bulduklarında kendilerini bulurlar.
Sûfî Rabbini her anında zikreder. Bu zikriyle göğüs genişliği, kalp huzuru ve ruh yüceliği bulur. Çünkü o Rabbi Azze ve Celle ile bulunmaktan nasipdar olmuştur. ’Ben, beni zikredenin yoldaşıyım (onunla beraberim).’2
Arif, zikre devam edip zail olmaya mahkûm olan dünya metaından kalbiyle yüz çeviren kişidir. O zaman Allah (c.c.) onun tüm işlerini üstlenir. Sabredenin zafere ulaşması şaşılacak bir şey değildir. Her kim kapıyı çalmaya devam ederse kapının ona açılması yakındır.
Zikir Kelimesinin Manaları
Kur’ân-ı Kerim ayetleri, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hadis-i şerifleri zikir kelimesini birçok farklı manada kullanmışlardır.
’Muhakkak ki zikri biz indirdik ve elbette biz onun koruyucularıyız.’3 ayetinde ’Kur’ân-ı Kerim’,
’Ey iman edenler, Cuma günü namaz için çağırıldığınız zaman Allah (c.c.)’nun zikrine koşun.’4 ayetinde ’Cuma namazı’,
’Eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun.’5 ayetinde ise ’ilim’ manası kastedilmiştir.
Nasların çoğunda zikir kelimesiyle ’tesbih, tehlil, tekbir, Peygamberimiz (s.a.v.)’e salat-ü selam’ kastedilir. Allah (c.c.)’nun kelamında bu konuya şöyle değinilmiştir:
’Namazı kıldınız mı, gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yan yatarak hep Allah (c.c.)’yu anın.’6
’Ey iman edenler! (savaş için) bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah (c.c.)’yu çok anın ki kurtuluşa eresiniz.’7
’Rabbinin(c.c.) adını an ve bütün benliğinle O’na yönel.’8
’Ey iman edenler, Allah’ı (c.c.) çokça zikredin. Onu (c.c.) sabah akşam tesbih edin.’9
Ebû Mûsâ (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Rabb’ini zikredenle zikretmeyenin durumu, diri ile ölü gibidir.’10
Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.): ’Cennet bahçelerine uğradığınızda istifade edin.’ buyurdu. (Orada bulunanlar): ’Cennet bahçeleri de ne(reler)dir?’ dediler. (Rasûlullah): ’Zikir halkalarıdır.’ buyurdu.11
Marifet Sahiplerinin Zikrin Fazileti Hakkındaki Sözleri
(Abdullah) b. Abbâs (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre, (Allah’ın): ’(Namazı kıldınız mı,) gerek ayakta, (gerek otururken ve gerek yan yatarak hep Allah’ı zikredin.)’12 buyruğu (hakkında şöyle) demiştir:
’Allah, kullarına bir farz emrettiğinde mutlaka onun için belirli bir karşılık koymuş, sonra özür halinde emre ehil (muhatap) olanları mazur saymıştır. (Yalnız bundan) zikir müstesnadır. Zira Allah, onun için kendisinde son bulacağı bir sınır belirlememiştir. Aklına mağlup olan (onu kaybeden) hariç onun terkinde hiçbir kimseyi mazur saymamış ve: ’(Namazı kıldınız mı), gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yan yatarak hep Allah’ı zikredin.’13 buyurmuştur. (Bunun manası) gece ve gündüz, karada ve denizde, seferde ve hazarda (sefer haricinde), zenginlikte ve fakirlikte, sağlıkta ve hastalıkta, gizlide ve açıkta, her halde (Allah’ı zikredin demektir).’14
İbn-i Atâillâh es-Sekenderî (rh.a.) şöyle buyurdu: Zikir, kalbin hak ile huzurunun devam etmesiyle birlikte gaflet ve nisyandan (unutmaktan) kurtulmaktır. (Şöyle de) dendi: (Zikir), zikredilen (şey)in ismini kalp ve dil ile tekrar etmektir. Bu hususta Allah’ı veya O’nun sıfatlarından bir sıfatı yahut hükümlerinden bir hükmü ya
da fiillerinden bir fiili… zikretmek eşittir.’15
Kuşeyrî (rh.a.) şöyle demiştir: ’Zikir, velilik alameti, vuslat beyanı, irade tahkiki, başlangıcın doğruluğunun işareti, bitişin duruluğunun delaletidir. Zikrin ötesinde bir şey yoktur. Övülen tüm hasletler zikre döner (bağlıdır) ve zikirden neşet eder.’16
Zikir, Hak Subhânehû ve Teâlâ’nın yolunda güçlü bir esastır. Hatta o bu yolun özüdür. Hiçbir kimse zikre devam etmeden Allah Teâlâ’ya ulaşamaz.
Özetle; murebbi ve mürşid-i kâmillerin hepsi Allah’a (c.c.) giden yoldaki müridlerine nasihat etmiş ve Allah’a (c.c.) ve rızasına ulaştıran amelî yolun tüm hallerde Allah’ı (c.c.) çok zikretmek ve zikredenlerle beraber olmak olduğunu açıklamıştır. Çünkü zikredenlerin nefesleri kötülüğü çokça emreden nefsin şehvetlerini keser.
Zikrin Fazileti
Allame Tahtâvî Merâki’l-Felâh haşiyesinde şöyle demiştir: ’(Özellikle namazlardan sonraki tesbihatta) hafi (gizli) zikir daha mı faziletlidir?’ (konusunda) ihtilaf edilmiştir. Şöyle denmiştir: ’Delalet eden bir çok hadis sebebiyle ’evet, (hafi zikir daha faziletlidir).’ Onlardan (biri de şu hadistir:) ’Zikrin en hayırlısı gizli olandır. Rızkın en hayırlısı ise yeteri kadar olandır.’17 Zira (zikri) gizlemek, daha ihlaslı ve icabete (kabul edilmeye) daha yakındır.
(Şöyle de) dendi: Bir çok hadis sebebiyle cehri (zikir) daha faziletlidir. Onlardan (biri de) İbnu’z-Zübeyr’in rivayet ettiği (şu hadistir:) Rasûlullah (s.a.v.) namazını (bitirip) selam verdiği zaman en yüksek sesiyle şöyle derdi: ’Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh, [lehu’l-mulku ve lehu’l-hamdu ve huve alâ kulli şey’in kadîr. Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh, ve lâ na’budu illâ iyyâhu, lehu’n-ni’metu ve lehu’l-fadlu, ve lehu’s-senâu’l-hasenu, lâ ilâhe illallâhu muhlisîne lehu’d-dîne ve lev kerihe’l-kâfirûn/Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur, O tektir, O’nun hiçbir ortağı yoktur. Mülk ancak O’na aittir. Hamd de ancak O’na mahsustur. Ve O, herşeye hakkıyla gücü yetendir. (Şerri defedecek) güç ve (hayrı temin edecek) kuvvet ancak Allah’ın (iradesiy)ledir. Ancak O’na kulluk yaparız. Nimet ancak O’na aittir. Fadl(-u ihsan) yalnız O’nundur. Güzel övgü ancak O’na mahsustur. Kafirler hoşlanmasa da dini ancak O’na has kılarak ’Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur.’ (deriz).]’18
(Rasûlullah) (s.a.v.), mescitte Kur’an okuyana, kıraatini (başkalarına) duyurmasını emrederdi. İbn-i Ömer de kendisine ve arkadaşlarına (sesli okumasını) emreder ve onlar da dinlerdi. Zira bu (şekilde zikri cehri yapmak,) amel bakımından daha fazla, tedebbür (tefekkür) bakımından daha çok, gafillerin kalplerini uyandırmak hususunda faydası çoktur.
Bazı ulema tarafından zikir konusunda) varit olan hadis-i şeriflerin arası cemedilmiştir. Şöyle ki: (Cehri ya da hafi zikrin hangisinin daha faziletli oluşu) kişilere ve hallere göre değişir. Buna göre: (Kişi) her ne zaman riyadan ya da bununla (zikriyle) bir kimseye eziyet etmekten korkarsa (zikri) gizlemek daha faziletli olur. Zikredilen (kaygılar) ne zaman bulunmazsa (o halde zikri) açıktan yapmak daha faziletli olur.
’Fetâvâ’ (isimli kitapta) şöyle demiştir: ’(Allah) Teâlâ’nın: ’Allah’ın mescitlerinde onun adının anılmasını yasak eden ve onların yıkılması için çalışandan kim daha zalimdir.’19 buyruğunun kapsamına girmekten korunmak maksadıyla mescitlerde zikrin açıktan yapılması (cehri zikir) engellenmez.’ Bezzâziyye’de de böyledir.
Şa’rânî, zikredenin zikredileni (Allah’ı) zikri, şükredenin şükredilene (Allah’a şükrü) hususunda şöyle dedi: ’Selef ve halef âlimler(in hepsi) muhalif bulunmamak (kaydıyla), uyuyana ya da namaz kılana veya Kur’an okuyana rahatsızlık vermeme şartıyla, Allah Teâlâ’yı toplu halde mescitlerde ve onun dışındaki (sair mekanlar)da zikretmenin müstehap olduğu hususunda icmâ (görüş birliği) etmiştir.’20
Tek Başına ve Toplu Halde Zikir
Allah’ı (c.c.) zikretmek de içinde olmak üzere ibadetleri cemaatle yapmak tek başına yapmaktan daha faziletlidir. Cemaatte kalpler karşılaşır, yardımlaşma ve söyleşi meydana gelir. Zayıf olan kuvvetli olandan, karanlık olan aydınlık olandan, kaba olan yumuşak olandan, cahil olan alim olandan istifade eder.
Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.): ’Cennet bahçelerine uğradığınızda istifade edin.’ buyurdu. (Orada bulunanlar): ’Cennet bahçeleri de ne(reler)dir?’ dediler. (Rasûlullah): ’Zikir halkalarıdır.’ buyurdu.21
İmam Nevevî’nin ’Ezkâr’ kitabının şarihi İbn-i Allân (rh.a.) bu hadisin manası hakkında şöyle demiştir: ’Allah’ı zikreden bir cemaate uğradığınız zaman onlara uyarak siz de Allah’ı (c.c.) zikredin. Ya da onların zikirlerini dinleyin. Çünkü onlar şimdiki zamanda ve gelecekte cennette bir bahçededirler. Allah Teâlâ şöyle buyurdu: ’Rabbinin huzurunda duracağından korkan kimseye iki cennet vardır.’ (er-Rahmân, 55/46)’22
Ebû Hureyre (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Şüphesiz Allah’ın, yollarda dolaşıp zikir ehlini arayan bir takım melekleri vardır. Allah’ı zikreden bir topluluk bulunca birbirlerine:
’Aradığınıza geliniz.’ diye nida ederler. (Rasûlullah devamla) şöyle buyurdu: Bunun üzerine en aşağı semaya kadar (doldurarak) onları kanatlarıyla çepeçevre kuşatırlar. (Rasûlullah devamla) şöyle
buyurdu: Rabbleri onları, onlardan daha iyi bildiği hâlde, kendilerine: ’Kullarım ne diyor?’ (diye) sorar. (Melekler): ’Sen’i (’subhânallâh/Allah’ı (her türlü noksanlıktan) tenzih ederim.’ diyerek) tesbîh ediyorlar. Sen’i (’Allâhu Ekber/Allah, en büyüktür.’ diyerek) tekbîr ediyorlar. Sen’i (’Elhamdulillâh/Hamd, Allah’a mahsustur (ya da olsun)!’ diyerek) tahmîd ediyorlar ve Sen’i yüceltiyorlar!’ der(ler). (Rasûlullah devamla) şöyle buyurdu: Bunun üzerine (Allah): ’Ben’i gördüler mi ki?’ buyurur. (Rasûlullah devamla) şöyle buyurdu: (Melekler): ’Hayır, Allah’a yemin olsun ki Sen’i görmediler.’ derler. (Rasûlullah devamla) şöyle buyurdu: Bunun üzerine (Allah): ’Şayet Ben’i görselerdi nasıl (olurlardı)?’ buyurur.
(Rasûlullah devamla) şöyle buyurdu: (Melekler): ’Şayet Sen’i görselerdi, Sana daha kuvvetli kulluk ederler, Sen’i daha kuvvetli yüceltirler ve Sen’i daha çok tesbîh ederlerdi.’ derler. (Rasûlullah devamla) şöyle buyurdu: (Allah): ’Benden ne istiyorlar?’ buyurur. (Melekler): ’Sen’den cenneti istiyorlar.’ derler. (Rasûlullah devamla) şöyle buyurdu: (Allah): ’Onu gördüler mi ki?’ buyurur. (Rasûlullah devamla) şöyle buyurdu: (Melekler): ’Hayır, Allah’a yemin olsun ki yâ Rabbi onu görmediler.’ derler. (Rasûlullah devamla) şöyle buyurdu: (Allah): ’Şayet onlar, onu (yani cenneti) görselerdi nasıl (olurlardı)?’ buyurur. (Rasûlullah devamla) şöyle buyurdu: (Melekler): ’Eğer onlar onu görselerdi ona karşı hırsları daha kuvvetli, ona karşı istekleri daha şiddetli ve ona rağbetleri daha yüce olurdu.’ derler. (Allah): ’Neyden sığınıyorlar?’ buyurdu. (Rasûlullah devamla) şöyle buyurdu: (Melekler): ’Cehennemden!’ derler. (Rasûlullah devamla) şöyle buyurdu: (Allah): ’Onu gördüler mi ki?’ buyurur. (Rasûlullah devamla) şöyle buyurdu: (Melekler): ’Hayır, Allah’a yemin olsun ki onu görmediler.’ derler. (Rasûlullah devamla) şöyle buyurdu: (Allah): ’Şayet onu görselerdi nasıl (olurlardı)?’ buyurur. (Rasûlullah devamla) şöyle buyurdu: (Melekler): ’Eğer onlar onu (yani cehennemi) görselerdi ondan daha kuvvetli kaçar ve ondan daha şiddetli korkarlardı.’ derler. (Rasûlullah devamla) şöyle buyurdu: (Allah): ’Öyleyse sizi şahit tutuyorum, muhakkak ki ben onları bağışladım.’ buyurur. (Rasûlullah devamla) şöyle buyurdu: Meleklerden bir melek: ’Onlar içerisinde filanca var, onlardan değildir. Ancak bir ihtiyac(ını halletmek) için geldi.’ der. (Allah): ’Onlar öyle bir topluluktur ki, onlarla oturanlar onlar sayesinde şaki olmaz!’ buyurdu.23
Ebû Müslim el-Eğarr’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Ebû Hureyre ile Ebû Saîd el-Hudrî’ye şahitlik ederim ki o ikisi Nebi (s.a.v.)’in şöyle buyurduğuna şahitlik etmişlerdir: ’Bir topluluk, Allah Azze ve Celle’yi zikir için oturursa, mutlaka melekler onları kuşatır, onları rahmet kaplar, üzerlerine sekine (itminan, vakar) iner ve Allah onları kendi katındakiler içerisinde anar.’24
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Muaviye (r.a.) mescitte bir halkanın yanına çıktı ve: ’Sizi (buraya) ne oturttu (yani oturmanıza ne sebep oldu)?’ dedi. (Halkadakiler): ’Allah’ı zikretmek için oturduk.’ dediler. (Muaviye): ’Allah aşkına, sizi ancak bu mu oturttu?’ dedi. (Onlar da): ’Allah’a yemin olsun ki, bizi ancak bu oturttu.’ dediler. (Muaviye şöyle) dedi: ’Şunu iyi bilin, muhakkak ki ben sizden (sizi yalanla) itham etmek için yemin istemedim. Rasûlullah (s.a.v.)’e (yakınlıkta) benim mertebemde olup da (buna rağmen) O’ndan, benden daha az hadis rivayet eden hiç bir kimse yoktur. Muhakkak ki Rasûlullah (s.a.v.), ashabından (oluşan) bir halkanın yanına çıktı ve: ’Sizi (buraya) ne oturttu?’ buyurdu. (Ashâb): ’Allah’ı zikretmek, bizi İslâm’a hidayet etmesi (iletmesi) ve onunla bizi nimetlendirdiği için O’na hamdetmek için oturduk.’ dediler. (Rasûlullah): ’Allah aşkına, sizi ancak bu mu oturttu?’ buyurdu. (Ashâb): ’Allah’a yemin olsun ki, bizi ancak bu oturttu.’ dediler. (Rasûlullah): ’Şunu iyi bilin, muhakkak ki ben sizden (sizi yalanla) itham etmek için yemin istemedim. Fakat Cibril bana geldi ve Allah Azze ve Celle’nin sizinle meleklere iftihar ettiğini bana haber verdi.’ buyurdu.’25
İbn-i Âbidîn (rh.a.) ’Hâşiye’sinde, cemaatle beraber Allah’ı (c.c.) zikretmek hakkında şöyle demiştir: ’İmam Gazâlî, insanın tek başına zikretmesiyle topluluğun zikrini, tek başına okunan ezanla toplu halde okunan ezana benzetmiş (ve): ’(Her biri bir camide ezan okuyan) müezzinlerin toplu şekilde (çıkan) sesleri havayı, tek başına (bir camide ezan) okuyan müezzinin sesinden daha fazla keseceği gibi aynı şekilde topluluğun yek pare (düzenle yaptığı) zikri de (Allah’la arasındaki) kalın perdeleri kaldırmada tek kişinin yaptığı zikirden daha tesirlidir.’26
Tek başına yapılan zikre gelince; onun kalbi temizleme ve uyandırmaya büyük etkisi vardır. Müminin Rabbine karşı ünsiyete kendini alıştırması ve O’na münacat ile kendini nimetlendirmesi ve kendini Allah’a yakın hissetmesi gerekir.
Mümine gereken nefsini muhasebe edip ayıp ve hatalarını anladıktan sonra kendini her şeyden tecrit edip Rabbi’ne has kılarak Allah’ı zikretmek üzere oturmasıdır. Kendinde bir kötülük gördüğünde tevbe istiğfar, bir ayıp gördüğünde ondan kurtulmak için nefsiyle cihat eder.
Ebû Hureyre (r.a.)’ın Nebi (s.a.v.)’den rivayet ettiğine göre şöyle buyurmuştur: ’Yedi (zümre vardır) ki, Allah onları kendi (Arş’ının) gölgesinden başka hiçbir gölge olmayan (hesap) gün(ün)de, (Arş’ının) gölgesi altında gölgelendirecektir:’ Onlardan bir zümre de: ’Tenha bir yerde Allah’ı zikredip de, iki gözü dolup taşan kimse.’dir.27
Allah’ım, bizleri en hayırlı kullarından ve seni zikredenlerden eyle!
Amin.
----------------------------------------------------------------------------------------
1 ez-Zâriyât, 51/56.
2 İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, Tahâret, 139, Mektebetu’r-Ruşd, Riyad 2004, h.no:1231, c. I, s. 210, h.no:1231.
3 el-Hicr, 15/9.
4 el-Cumua’, 62/9.
5 Enbiya Suresi 7. Ayet
6 en-Nisâ, 4/103.
7 el-Enfâl, 8/45.
8 el-Müzzemmil, 73/8.
9 el-Ahzâb, 33/41-42.
10 Buhârî, Deavât, 66.
11 Tirmizî, Deavât, 83.
12 en-Nisâ, 4/103.
13 en-Nisâ, 4/103.
14 Taberî, Câmiu’l-Beyân An Tefsîr-i Âyi’l-Kur’ân, Dâru’l-Hicr, Kahire 2001, c. VII, s. 446.
15 İbn-i Atâillâh es-Sekenderî, Miftâhu’l-Felâh Ve Misbâhu’l-Ervâh Fî Zikrillâhi’l-Kerîmi’l-Fettâh, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, ts., s. 7.
16 Kuşeyrî, Tefsîru’l-Kuşeyrî -Letâifu’l-İşârât-, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 2007, c. I, s. 189.
17 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut 1997, h.no:1477, c.III, s. 76.
18 el-İmâmu’ş-Şâfiî, Müsned, Ğırâs Li’n-Neşr, Kuveyt 2004, Kitâbu’s-Salât, Bâb:55/Fi’z-Zikri Ba’de’s-Salât, h.no:267, c. I, s. 289.
19 el-Bakara, 2/114.
20 Tahtâvî, Hâşiyetu’t-Tahtâvî Alâ Merâki’l-Felâh Şerhi Nûri’l-Îdâh, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyyeti, Beyrut 1997, s. 318.
21 Tirmizî, Deavât, 83.
22 İbn-i Allân, el-Futuhâtu’r-Rabbâniyye Ale’l-Ezkâri’n-Neveviyye, c. I, s. 94.
23 Buhârî, Deavât, 66.
24 Müslim, Zikr-Dua-Tevbe-İstiğfâr, 11.
25 Müslim, Zikr-Dua-Tevbe-İstiğfâr, 11.
26 İbn-i Âbidîn, Raddu’l-Muhtâr Ale’d-Durri’l-Muhtâr Şerhu Tenvîri’l-Ebsâr, Dâru Âlemi’l-Kutub, Riyad 2003, c. IX, s. 571.
27 Buhârî, Ezân, 36